Milliyetçilik İyi midir Kötü mü?

Milliyetçilik tek bir şekilde kurgulanan bir ideoloji ve pratik değildir. İyisi vardır kötüsü vardır. Hatta etnik yahut kültürel milliyetçilik, sivil yahut siyasal milliyetçilik gibi farklı çeşitleri vardır. Dahası liberal ve sosyalist, dini ve seküler formları vardır.

Türkiye’de bir yandan yeni anayasa tartışmaları, bir yandan HDP’li milletvekillerine yönelik fezlekelerin Meclise gelmesi, diğer yandan da Cumhur ittifakının içinde kendini milliyetçi olarak tanımlayan partilerin öne çıkması hükümete milliyetçilik üzerinden birtakım eleştiriler yöneltilmesine yol açtı.

Bu eleştirileri öne süren yorumculara göre AK Parti muktedir olunca milliyetçiliği benimsedi, Şerif Mardin’in literatürümüze kattığı kavramlarla çevreden merkeze geldi ve dönüştü. Eleştirilerin temelinde “milliyetçilik kötüdür” varsayımı yatmakta. Oysa milliyetçilik tek bir şekilde kurgulanan bir ideoloji ve pratik değildir. İyisi vardır kötüsü vardır. Hatta etnik yahut kültürel milliyetçilik, sivil yahut siyasal milliyetçilik gibi farklı çeşitleri vardır. Dahası liberal ve sosyalist, dini ve seküler formları vardır.

Dolayısıyla “AK Parti milliyetçi oldu” iddiası doğru olsa bile –ki AK Parti’nin ideolojisi için doğru kavram zannımca kültürel muhafazakarlık ya da partinin kendi adlandırmasıyla muhafazakar demokrasidir– bir eleştiri değil, olsa olsa bir tespit olur. Zira milliyetçilik iyi ve kötü, faydalı ve zararlı, birleştirici ve ayrıştırıcı türleri olan bir ideolojidir. Özellikle Kürt meselesi üzerine yapılan tartışmalarda yöneltilen bu milliyetçilik eleştirisi bence yanlış bir zeminde seyrediyor zira devlet söylem ve pratiğinde bugünün milliyetçiliği öncüllerinden farklı, daha kapsayıcı, daha birleştirici bir ideoloji.

Türkiye’nin bir zamanlar Kürt sorunu denen, ancak bu adlandırma “Kürtler bir sorun mu?” ya da “sadece Kürtlerin mi sorunları var?” gibi eleştirel karşı sorulara yol açtığı için son yıllarda Kürt meselesi olarak anılan bir meselesi var. İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde inşa edilen ulusal kimlikle Kürt etnisitesi arasındaki sorunlu tarihsel ilişki hala daha tam olarak oturmuş değil. Kürtler Türk milletinin neresinde sorusunun cevabı cumhuriyet döneminin başından beri “içinde” olageldi, bugün de öyle. Ancak geçmişle bugün arasında mühim bir fark var.

Kuruluş dönemi ve akabinde takip eden uzun bir dönem içinde millet, etnisite ve ırk kavramlarını siyasal pratiğimizde pek özenli kullanmadık. Bugün çağdaş bilimin reddettiği ırkçılık (yani insanların biyolojik bakımdan farklı türlere ayrıldığı iddiası) özelikle 1930’lardan itibaren Türkiye’de resmi söyleme de etki etti. Yeri geldi devlet desteğiyle kafatası ölçümleri yapılarak sınıflandırıldı, yeri geldi ırk merkezli hatta savunduğu hiyerarşi bakımından ırkçı bir tarih yazımı müfredata hakim oldu. Ancak bugün farklı bir milliyetçilikle karşı karşıyayız. “Sen Türk’sün, o halde Kürt olamazsın” söyleminden “hem Türk, hem Kürt olabilirsin” noktasına evrildik. Kürt kimliğini inkar etmeyen, onu da ortak bir ulusal kimliğin bileşenlerinden gören bir anlayış bu.

Bugün, hükümet milliyetçiliğe döndü diyenlerin aslında kastettikleri milliyetçiliğe dönüş değil, yeni bir milliyetçiliğin inşa edilmesi olmalı. Etnik farklılıkları yok saymayan bir milliyetçilik bu. “Ben Kürtüm” demenin ayıp ya da yasak olmadığı, devletin kendi televizyonunda Kürtçe yayın yaptığı, yani bir bakıma devletin Kürtçe de konuştuğu bu yeni dönemin milliyetçiliğiyle Kürtçe konuşmanın başlı başına suç addedildiği, “ben Kürtüm, Türkiye’de Kürtler de var” diyen siyasetçilerin, bakanların hapis cezasına çarptırıldığı bir dönemin sorunlu milliyetçiliğini aynı kefeye koymak hakkaniyetli bir mukayese değil.

Milliyetçilik 200 yılı aşkın bir süredir dünyamızın bir gerçeği, alternatif bir evrende onsuz hayat mümkün olabilir ancak içinde yaşadığımız dünyada onsuz bir siyaset mümkün değil. En liberalinden en sosyalistine, en teokratiğinden en sekülerine tüm devletler milliyetçi bir söylem ve pratik üretmekte, buna göre tarih yazmakta, buna göre vatandaşlar yetiştirmekteler. Ancak bu milliyetçiliği daha kuşatıcı kılmak mümkün. Türkiye için de AK Parti hükümetlerinin resmi söylemi böyle kuşatıcı bir milliyetçilik üretme çabası olarak devam ediyor. Irkçı bir ideolojiden arınmış, etnik ve yöresel kültürel farklılıkları inkar etmeyen, onları kriminalize etmeyen, siyasal yaşamı tek bir millet bünyesinde, vatanseverlik paydasında inşa etmeye çalışan bir milliyetçilik mümkün.

Bunu biraz açalım. Irkçı ideolojiden arınmış olmakla kastımız şu. Irkçılık ilk olarak insan topluluklarını biyolojik özellikleri bakımından ayrı alt türlere bölünmüş, kendi içindeyse homojen (saf kan) gruplar olarak görür. İkinci olarak, ırkçılık bu muhayyel insan türleri (ırkları) arasında bir hiyerarşi inşa eder. Kimi ırkları üstün kimilerini aşağı görür. Üçüncüsü, üstün ırklara aşağı ırklar üzerinde hakimiyet kurma hakkı atfeder.

Irkçılığın bu üç varsayımının ilk ikisi biyolojik araştırmalarla çoktan yanlışlanmış, bu yanlış varsayımlar üzerine kurulan üçüncü varsayım ise kölelikten soykırımlara kadar insanlığın başına sayısız bela açmıştır. Yeni Türk milliyetçiliğinde ırki referanslara yer yoktur. Diğer ırklardan üstün, saf kan bir toplum olmak zorunda değiliz.

Bununla beraber kültürel pratiklerimiz ve hatırladığımız tarihimiz (evet tarih, bir kısmını hatırlayıp, bir kısmını unuttuğumuz, unutmaya çalıştığımız bir geçmiştir) bakımından yakın ve akraba topluluklar olabilir. Doğu Türkistanlı bir Uygur Türkü, Kerküklü bir Türkmen ya da Kürt, Halepli bir Arap, hatta Kafkaslar ve Balkanlardaki hemen her toplulukla ortak paydalarımız, kültürel akrabalık ilişkimiz vardır. Bu ilişkileri güçlendirmek yukarıda bahsedilen ırkçı/biyolojik bir temele ihtiyaç da duymaz.

Yeni Türkiye’nin milliyetçiliğinde 1930’larda kurgulanan ırkçılıktan eser kalmamalı dedik, bir diğer önemli konuysa içerideki kapsayıcılık. Yani Türk olmak için etnik kökenin, etnik kimliğin reddedilmesi gerekmiyor. Fransa milli takımları siyahi oyuncularla, Amerikan milli takımları Asyalı ve Hispaniklerle, İngiliz milli takımı güney Hint kökenlilerle bayraklarını göndere çekebilirken Türkiye’nin yüz yıllardır birlikte yaşayan, ortak bir kültürel havzayı birlikte kurmuş bundan birlikte beslenen kimlik gruplarıyla tek bir millet olamayacağını iddia etmek pek doğru bir iddia olmasa gerek.

Irkçılıktan bağını koparmış, farklı etnik kimlikleri kapsayabilen bir Türk milleti mümkün. Bu noktada “ama milletin adı Türk olmasın” gibi zorlama tartışmalara, yeni bir toplum mühendisliğine soyunmaya da gerek yok. Bu ülkede etnik kimliğini Kürt, Roman, Arap, Laz, Çerkez, Arnavut görüp ulusal kimliğini Türk olarak benimseyen on milyonlarca yurttaş var. Bir kısım vatandaşlarımız Türk milleti ifadesinden rahatsız oluyor, kendini böyle tanımlamıyor olabilir. Bu durum da herhalde onların hatası değil, ırkçılıkla içe içe geçmiş yanlış bir milliyetçilik inşasının kaçınılmaz bir yan etkisidir. Şayet bu ulusun kimi fertleri kendini ulusun içinde görmüyorlarsa yapılacak şey onları daha da dışlamak değil, kuşatmak kapsamaktır. Şayet mevcut AK Parti hükümetinin politika ve söylemlerinde milliyetçilik öne çıkıyorsa yapılması gereken körü körüne bir milliyetçilik eleştirisi değil, bu milliyetçiliği olabildiğince kapsayıcı kılacak ve Türkiye’nin kemikleşmiş kimlik sorunlarına çözüm getirebilecek yapıcı eleştiriler olmalıdır.

[Sabah, 27 Şubat 2021]

Etiketler: