Kaan | TUSAŞ Milli Muharip Uçağı (MMU)

Milli Muharip Uçak KAAN

Milli Muharip Uçak programı kapsamında geliştirilen KAAN savaş uçağı 21 Şubat 2024’te ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Böylelikle Türk kamuoyu ilk kez yerli ve milli imkanlarla geliştirilen insanlı bir savaş uçağının uçuşuna şahitlik etti.

Milli Muharip Uçak programı kapsamında geliştirilen KAAN savaş uçağı 21 Şubat 2024’te ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Böylelikle Türk kamuoyu ilk kez yerli ve milli imkanlarla geliştirilen insanlı bir savaş uçağının uçuşuna şahitlik etti.

KAAN’ın geliştirme projesi sözleşmesi Türk Havacılık Uzay Sanayii (TUSAŞ) ve Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) arasında Ağustos 2016’da imzalandı. Ana yüklenici TUSAŞ, KAAN’ın ön tasarım faaliyetlerini 2018-2022 arasında tamamladı. 2023 içerisinde KAAN savaş uçağı havacılıkta roll-out denilen piste çıkışını gerçekleştirdi. 21 Şubat 2024’te de ilk uçuşunu yaptı. Yani KAAN bir fikirden bir projeye dönüşmesinden yaklaşık sekiz yıl sonra gökyüzüne ilk adımını attı. Bugüne kadar onlarca savaş uçağı geliştiren ABD’ye baktığımızda F-35 projesinde başlangıcından ilk uçuşa kadar geçen sürenin yaklaşık beş yıl olduğunu görüyoruz. Milli imkanlarıyla ilk savaş uçağını geliştiren bir Türkiye için sekiz yılın oldukça iyi bir süre olduğu söylenebilir.

21 Şubat 2024 | Türkiye’nin milli muharip uçağı KAAN ilk uçuşunu gerçekleştirdi. (Foto: Savunma Sanayii Başkanlığı / AA)

Esasında bu durumun Türkiye’nin özellikle 2004 sonrasında kararlı bir şekilde uygulamaya başladığı “yerli ve milli savunma sanayii” politikasının bir sonucu olduğu söylenebilir. 2004’te gerçekleştirilen Savunma Sanayii İcra Komitesi (SSİK) toplantısında yurt dışından tedarik edilecek birçok hazır sistemin alımı iptal edilerek bunların “ortak üretim” veyahut “yerli imkanlar” ile üretilmesi kararlaştırılmıştır.

Bu karar sayesinde bugün Türk savunma sanayii; Bayraktar TB2, ANKA, AKINCI ve AKSUNGUR gibi SİHA’ları, ATMACA gemisavar füzesini, TAYFUN ve CENK gibi balistik füzeleri, HİSAR-A+, HİSAR-O+ ve SİPER/SUNGUR gibi hava savunma füzelerini, ERALP erken ihbar radarını, MİLGEM savaş gemilerini, PARS zırhlı araçlarını ve çok daha fazla ürünü üretebilir hale gelmiştir. Öte yandan bu platformlar çeşitli ülkelere de ihraç ediliyor.

Bugün 40’a yakın ülke Türkiye’ye silahlı insansız hava aracı (SİHA) siparişi vermiştir. 33 ülke Bayraktar TB2, 9 ülke AKINCI, yaklaşık 5 ülke de ANKA ve AKSUNGUR ihraç etmiştir. Türkiye’nin SİHA ihracatında bu derece başarılı olmasında birkaç faktör öne çıkıyor. Türkiye’den önce pazarın liderleri İsrail, ABD ve Çin idi. ABD herkese SİHA vermiyor ve ihraç ettiği ülkelere ise çok yüksek fiyatlarla satıyor. Çin herkese ucuza satıyor ancak ürünlerinin kalitesinde problem var. İsrail ise yine oldukça pahalıya satıyor ve özellikle kullanıcı desteği konusunda problemler yaşanıyor. Türkiye ise hem Çin SİHA’ları gibi düşük birim fiyata sahip ama ABD ve İsrail SİHA’ları kadar da gelişmiş ürünler ortaya koyuyor. Öte yandan Türkiye gerek lojistik gerekse eğitim açısından kullanıcı ülkelere etkin bir destek sağlıyor.

Bugün NATO üyesi ve İttifaka yakın birçok ülke havadaki jenerasyon yarışını kaçırmamak amacıyla F-35 satın alıyor. Çünkü NATO standardında tedarik edebilecekleri tek uçak F-35’tir. Ancak F-35’in birim fiyatı  düşük gözükse de operasyonel ve lojistik maliyetleri çok yüksektir. Dolayısıyla birçok ülke düşük adetlerde tedarik gerçekleştiriyor. Türkiye KAAN ile SİHA’larda olduğu gibi başarılı bir model ortaya koyarak ihracat pazarından önemli bir pay alabilir.

KAAN savaş uçağı esasında bir “sistemler sistemi”dir. Yani KAAN gibi platformu geliştirebilmek için çok sayıda alt sistem ve teknolojiyi geliştirmiş olmak da gerekiyor. Bunlara radarda düşük görünürlüğü sağlayacak özel materyaller, hava-hava ve hava-yer mühimmatı, AESA radar, elektro optik sistemler, haberleşme sistemleri, elektronik taarruz ve elektronik destek sistemleri ve tabii ki uçuş bilgisayarları örnek gösterilebilir. 21 Şubat’taki bu ilk uçuş Türkiye’nin yaklaşık yirmi yılda savunma ve askeri havacılık alanında ne denli ilerlediğini ve ileri teknoloji alanında ne denli hakimiyet elde ettiğini de gösteriyor.

Türk Hava Kuvvetlerinin envanterinde bulunan F-16 Blok 30/40/50/50+ savaş uçakları 4. nesil olarak adlandırılıyor. Türkiye’nin yeni tedarik edeceği F-16 Blok 70 savaş uçakları ise havadaki ve yerdeki unsurları çok daha hassas ve uzun menzilden tespit etmeyi sağlayan AESA radara sahip olması hasebiyle 4.5 nesil olarak adlandırılıyor. Eurofighter Typhoon (Avrupa), KF-21 (Güney Kore) ve Rafale (Fransa) gibi uçaklar da 4.5 nesil kategorisine giriyor. F-35 (ABD), F-22 (ABD), J-20 (Çin), Su-57 (Rusya) ve KAAN gibi uçaklar ise Stealth yani radarda (RF) ve kızılötesi sistemlerde (IR) düşük görünürlük ile çok daha gelişmiş sensör sistemlerine ve durumsal farkındalığa sahip oldukları için 5. nesil olarak adlandırılıyor. Yani şu anda 5. nesil olma hedefiyle geliştirdiği savaş uçağını uçuran Türkiye ile birlikte yalnızca dört ülke bulunuyor.

Yaklaşık 21 metre uzunluğundaki KAAN, 55 bin feet irtifada görev yapabilecek ve 1,9 mach hıza çıkabilecektir. Şu anda KAAN savaş uçağında F-16’da da kullanılan F110 motorları kullanılıyor. F-16 tek motorluyken KAAN ise çift F110 motoruna sahiptir. Ancak KAAN’ın 5. nesil olabilmesi için art yakıcıyı (afterburner) açmadan süpersonik hızlara çıkması gerekiyor. Çünkü art yakıcı hem uçağın yakıt sarfiyatını hem de termal yani IR izini oldukça arttırıyor. Bu da menzilde düşüşe ve ısı güdümlü füzeler tarafından daha kolay bir şekilde hedef alınmasına sebebiyet veriyor. F110 motorunun yerine gelişmiş özelliklere sahip bir turbofan motorun geliştirilmesi için ise SSB bünyesinde çalışmalar devam ediyor.

KAAN birçok 5. nesil savaş uçağı gibi iç silah istasyonlarına sahiptir. Yani uçuş sırasında herhangi bir mühimmat taşıdığı görülmüyor ancak bir hava veyahut yer hedefine angaje olacağı sırada gövde altında ve yanlarındaki silah istasyonlarının kapağı açılıyor ve içinden mühimmat çıkarak hedefe ateşleniyor. Bunun iki büyük avantajı mevcuttur. İlki uçağın yüzey alanı küçüldüğü için radar kesit alanı oldukça düşük seviyede kalıyor ve tespit edilemiyor. İkincisi ise gövdenin içinde mühimmat taşıyıp taşımadığı dışarıdan görülemiyor. Dolayısıyla harekat gizliliği açısından oldukça avantaj sağlıyor.

Özetle Türkiye F-16 Blok 70, Eurofighter Typhoon, Rafale ve hatta F-35’ten de özellikle hava-hava muharebesi açısından çok daha gelişmiş statüdeki bir hava aracını uçurmuştur. Bu sadece Türk savunma sanayii açısından değil aynı zamanda Türk diplomasisi açısından da bir zaferdir. Nasıl ki Kanada’nın Türk SİHA’larında kullanılan elektro optik kameralara yönelik ambargosundan sonra yerli muadili geliştirildiyse; KAAN savaş uçağı Almanya’nın vetosu nedeniyle tedarik edilemeyen Eurofighter Typhoon’un yerlisinin ve hatta ilerleyen aşamalarda daha gelişmişinin geldiğinin habercisidir. Türkiye’ye yönelik özellikle savunma sanayii alanında uygulanan ambargolar vakit ve “nakit” kaybı olarak kısa ve orta vadelerde çeşitli problemler oluşturuyor. Ancak bu ürünlerin yerli versiyonlarının gelmesiyle birlikte “stratejik” ve “ekonomik” avantajların getirisi çok ciddi oluyor.

Niçin stratejik? Türkiye, yeni tedarik edeceği 40 adet F-16 Blok 70 savaş uçağının yanında milyarlarca dolarlık mühimmat ve pod siparişi vermiştir. Bu, kamuoyunda da oldukça tartışılmıştır. Tedarik edilecek uçakların uçuş bilgisayarları ve harekat uçuş yazılımları, diğer bir deyişle “kaynak kodları” ABD’ye ait olduğu için yerli imkanlarla geliştirilen mühimmatlar ve diğer faydalı yükler F-16 Blok 70’e entegre edilemeyeceği için söz konusu mühimmat siparişi elzem hale gelmiştir. Yani silahı üreten, mermisini de kendisinden almanızı zorunlu tutuyor. Bu durum ise olası bir savaş, çatışma veya harekat sırasında mühimmat stokunun sürdürülebilirliği bakımından riskler barındırmaktadır. Bu nedenle Türkiye için yerli ve milli savunma sanayii bir tercih olmayıp bir zorunluluktur.

İlk uçuşunu gerçekleştiren KAAN’ın farklı prototiplerle birlikte uçuş testleri 2029’a kadar devam edecek. Bu süre zarfında çeşitli tasarım ve donanım iyileştirmeleri de yapılacak. 2029-2033 arasında ise ilk 10 adet KAAN Blok-1 uçağı Türk Hava Kuvvetleri envanterine girecek. İlk 10 uçakla birlikte Türk pilotları yoğun bir şekilde uçuş gerçekleştirecek ve KAAN hakkında pilotaj tecrübesi kazanacak. 2033-2040 arasında ise TUSAŞ, KAAN’ın farklı konfigürasyonlarını geliştirerek tam kapasite seri üretim faaliyetlerini sürdürecek.

Bu süreç biraz uzun gibi gözükse de 1974’te ilk uçuşunu gerçekleştiren F-16 savaş uçağının bugün Blok 70 konfigürasyonuyla halen üretimde olduğunu hatırlamakta fayda var. Yani yaklaşık elli yıldır üretimi devam eden bir uçaktan bahsediyoruz. Bu noktada KAAN’ın yaklaşık on yıllık bir zaman zarfı içerisinde tam operasyonel seviyeye gelmesinin planlanıyor olması oldukça önemlidir.

KAAN, Türkiye’nin yanı sıra Azerbaycan ve Pakistan için de önem arz ediyor. Çünkü geçtiğimiz aylarda her iki ülke de Milli Muharip Uçak projesine belirli seviyelerde katılım sağlamaya karar vermiştir. Pakistan halihazırda Çin yapımı savaş uçaklarından oluşan bir filoya sahiptir. Azerbaycan ise Sovyet yapımı savaş uçaklarından oluşan eski bir filoya sahiptir. Hatta halihazırda Azerbaycan’ın Su-25 savaş uçakları Türk savunma sanayii tarafından modernize edilerek “Su-25 LAÇİN” olarak yeniden adlandırılıyor. Dolayısıyla dost ve kardeş bu iki ülke muhtemelen Türk Hava Kuvvetlerinin ardından KAAN’ın ikinci ve üçüncü kullanıcıları olacaktır.

F-16 Blok 70’in yanında Eurofighter Typhoon dahi tedarik edilse KAAN ve KIZILELMA gibi projelerin takviminde herhangi bir aksama olmayacaktır. Çünkü projelerin devamlılığı konusunda güçlü bir irade mevcuttur. Bu iradenin olmadığı durumda neler yaşanacağı maalesef tarihimizde Nuri Killigil, Nuri Demirağ ve Şakir Zümre örneklerinde görülmüştür.

Türk mühendislerinin geliştirdiği KAAN, KIZILELMA ve ANKA-3 savaş uçaklarının yakın gelecekte gerçekleştireceği kol uçuşu, Türkiye’nin savunma sanayii alanında uluslararası anlamda vereceği en net mesaj olacaktır. Bu aynı zamanda KAAN’ın 6. nesil savaş uçağı olarak gelişimine devam edeceği anlamına gelmektedir. TUSAŞ CEO’su Prof. Dr. Temel Kotil’in kısa süre önce “6. nesil biraz daha güçlü ve etrafında da insansız uçaklar oluyor. Önce KAAN bitsin, sonra gerisini bitiririz” şeklindeki açıklaması da bu çıktıyı güçlendiriyor.

6. nesil savaş uçaklarının en büyük fonksiyonu beraberindeki muhtelif sayıdaki insansız savaş uçağını farklı görevlere yönlendirebilmesidir. Yani bünyesindeki güçlü iletişim sistemleri sayesinde 6. nesil insansız savaş uçakları “beyin” rolünü oynarken insansız savaş uçakları ise gerektiğinde sarf edilebilecek muharip oyuncular rolünü üstlenecektir. Bu noktada Bayraktar KIZILELMA hem hava-hava hem de hava-yer görevlerini yerine getirecekken ANKA-3 ise derin taarruz denilen ve özellikle düşmanın hava savunmasına veyahut çeşitli stratejik tesislerine yönelik saldırı görevlerini üstlenecektir. Bu ayrımdaki temel gerekçe ise ANKA-3’ün “uçak kanat” formuna sahip olmasından ötürü radar kesit alanının bir miktar daha düşük olmasıdır. Bu da özellikle karadaki hava arama radarlarına karşı ANKA-3’e bir avantaj sağlayarak düşman hattının içerisinde daha rahat hareket ve harekat imkanı sağlayacaktır.

Özetle 6. nesil savaş uçağı ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk savunma sanayii ile beraber insansız sistemler alanında ortaya çıkardığı paradigma dönüşümünü çok farklı bir aşamaya taşıyacaktır.

Etiketler: