Millet İttifakı Bir “Siyasi İttifaka” Dönüşebilir mi?

Türkiye'de siyasi mücadele uzunca bir süre siyasi aktörler ile askeri ve sivil bürokrasi başta olmak üzere siyaset-dışı aktörler arasındaki mücadelelerce belirlendi. AK Parti liderliğinde toplumun yaklaşık yirmi yıllık demokrasi kavgası iktidar mücadelesinin siyaset-içi bir mücadeleye evrilmesiyle sonuçlandı. 16 Nisan 2017 hükümet sistemi değişikliği referandumu ülke tarihinde iktidar mücadelesinin tamamıyla siyaset-içi alanda hareket eden siyasi aktörler arasında gerçekleşmesinin miladı olarak kabul edilebilir.

Türkiye’de siyasi mücadele uzunca bir süre siyasi aktörler ile askeri ve sivil bürokrasi başta olmak üzere siyaset-dışı aktörler arasındaki mücadelelerce belirlendi. AK Parti liderliğinde toplumun yaklaşık yirmi yıllık demokrasi kavgası iktidar mücadelesinin siyaset-içi bir mücadeleye evrilmesiyle sonuçlandı. 16 Nisan 2017 hükümet sistemi değişikliği referandumu ülke tarihinde iktidar mücadelesinin tamamıyla siyaset-içi alanda hareket eden siyasi aktörler arasında gerçekleşmesinin miladı olarak kabul edilebilir.

16 Nisan’da siyasi aktörler Cumhur ve Millet İttifakı şeklinde iki bloğa ayrıldı. AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı yeni demokratik rejimin tesisi için bir araya gelirken, Millet İttifakı ise eski statükoya dönmeyi hedefleyen CHP ve İYİ Parti ile hem eski hem de yeni statükodan rahatsızlık duyan HDP ve politik olarak örgütlenemeyen irili ufaklı ideolojik grupların bir araya gelmesiyle oluştu. 16 Nisan referandumu geniş bir karşı-statüko bloğunun ortaya çıkışına rağmen Cumhur İttifakı’nın zaferiyle sonuçlandı. Bu zafer sonucunda ülkede iktidar mücadelesinin artık siyaset-içi düzlemde gerçekleşmesi tahkim edilirken, siyaset kurumu da tam anlamıyla iki bloklu bir yapıya kavuştu.

24 Haziran 2018 genel seçimlerinde bu iki blok ilk kez ciddi bir şekilde karşı karşıya geldi. Cumhur İttifakı rahat bir şekilde Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırken Mecliste de kendisini rahatlatacak bir aritmetiği tutturdu. Ortak aday çıkarmayı bir türlü başaramayan Millet İttifakı net bir şekilde Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybederken, Mecliste de iktidarı zorlayacak bir aritmetiği yakalayamadı.

31 Mart 2019 yerel seçimleri iki bloğu bir kez daha karşı karşıya getirdi. Millet İttifakı İstanbul ve Ankara başta olmak üzere önemli şehirlerde izlediği doğru stratejiyle belediye başkanlıklarını aldı. İYİ Parti’nin İstanbul’da CHP lehine, CHP’nin Ankara’da İYİ Parti lehine ve HDP’nin hem İstanbul hem de Ankara’da CHP ve İYİ Parti lehine geri çekilmeyi kabul etmesi seçim zaferini getirdi. Böylece, iki blok arasındaki psikolojik üstünlük Millet İttifakı’nın eline geçti.

Bu noktadan sonra sağlanan psikolojik üstünlüğün yüreklendirmesiyle Millet İttifakı bileşenleri “iktidarın gidici olduğu” tezini işlemeye başladı. Organize bir şekilde dış politika, ekonomi, eğitim ve pandemi sürecinden sonra da sağlık alanındaki yönetim zaaflarını dillendirdi. Ancak bunu yaparken sorunu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresine odaklayarak bu sorunları kişiselleştirdi. Muhalefetin ortaya koyduğu siyaset dili, mevzubahis alanlardaki sorunların ülke bu kişilerden kurtulursa çözüleceğini dile getirmekten öteye gidemedi. Millet İttifakı bileşenleri dış politika, ekonomi, eğitim ve sağlık alanları başta olmak üzere genel olarak nasıl bir yönetim ortaya koyacağına dair kapsamlı ve halkın anlayabileceği bir siyaset dili geliştiremedi. Sonuçta, muhalefet cenahında mevcut iktidar yapısını yıkmaktan öte herhangi somut ve pozitif bir şey vaat etmeyen bir siyasetsizlik durumu ortaya çıktı.

Muhalefetin siyasetsiz kaldığı bir ortamda Cumhur İttifakı pro-aktifleşerek iki önemli adım attı. Bunlardan biri, millet iradesiyle yabancılaşma noktasına varan siyaset tarzının tamirine odaklanmaktı. Bunun için Cumhurbaşkanı Erdoğan sorunu kabul eden bir dizi açıklama yaptı. Parti teşkilatlarında “metal yorgunluğu” olduğunu ve bir yenilenmeye ihtiyaç duyulduğunu içeren bir öz eleştiri süreci başlattı. İkinci olarak, Cumhur İttifakı toplumun nabzını yakalayacak ve yabancılaşmayı tamir edecek bir takım “radikal” kararlar aldı. Ayasofya’nın tekrardan camiye çevrilmesi bunların başında gelmektedir. Dış politikada Karadeniz, Doğu Akdeniz, Suriye-Irak hattı ve Kafkaslar’da atılan adımlar ülkenin kendisini eksen alan yeni dış politika doktrininin somut çıktıları olduğu kadar toplumun “büyük devlet” olma ve vatanseverlik arzularının tatmin edilmesi ve devlet-toplum yakınlaşmasının sağlanmasını da hedeflenmekteydi.

İktidarın attığı diğer önemli adım ise muhalefeti dağıtacak manevralara girişmekti. CHP, İYİ Parti ve HDP ittifakının zayıf temeller üzerine kurulduğunu iyi bilen iktidar kanadı muhalefet bileşenlerini ikileme sürüklemeye ve ittifakın iç çelişkilerini ortaya çıkarmaya çalıştı. CHP-İYİ Parti cephesinde hem laiklik-dindarlık hem de Batıcılık-milliyetçilik fay hatları iktidarın hedefindeydi. Ayasofya’nın açılması ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler bu hatları harekete geçirdi ve CHP ile İYİ Parti’yi farklı pozisyonlar almak zorunda bıraktı. HDP’li belediyelere PKK terörüne destek vermek suçundan kayyum atanması ve 6-8 Ekim olayları nedeniyle HDP’li siyasetçilere yönelik operasyonlarda ise ittifak bileşenleri arasındaki ayrışmalar daha net bir şekilde ortaya serildi. Muhalefet bileşenlerini ayrıştırmayı başaran iktidar kanadı, bir adım daha ileri giderek İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı saflarına katılmaya davet etti. Bu hamlelerin dağıtıcı etkisi İYİ Parti genel kongresi sürecinde parti içerisinde ciddi bir krizin patlak vermesine yol açtı.

İktidarın bu hamleleri karşısında muhalefet üç şey yaptı. Bunlardan biri, iktidarın yaptıklarını değersizleştirmeye çalışmaktı. Karadeniz’de gaz çıkarılmasını masraflı, miktarın az olması ve “nasıl olsa elde edilecek zenginlik halka yansımaz” türünden eleştirilerle gölgelemeye çalıştı. Doğu Akdeniz’de atılan adımları tehlikeli ve ülkeyi yalnızlaştıracak hamleler olarak sunarak elde edilen kazanımları reddetme yoluna gitti. Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ’da yaşanan çatışmalarda Türkiye’nin rolünü “yıkıcı” olarak lanse etti. Somut olarak, CHP’nin dış politika aklı konumundaki Ünal Çeviköz Türkiye’yi bölgeye cihatçı göndermekle suçladı ve Batı kamuoyunun önüne attı. Ayasofya’nın açılması konusunda ise muhalefet, özellikle CHP kanadı, kısık sesle de olsa ülkenin yalnızlaşacağı tezini işledi.

Muhalefet ikinci olarak sessizliğe gömülmeyi ve saklanmayı tercih etti. İktidarın sert ve beklenmedik hamleleri karşısında şaşkınlığa uğrayan muhalefet bileşenleri hem toplumla aralarında mesafe oluşmaması hem de kendi aralarındaki ayrışmaların açıklık kazanmaması ve ittifakı dağıtacak noktaya ulaşmaması için pasif kalma yönünde bir inisiyatif kullandı. Özellikle HDP’ye yönelik manevralar karşısında CHP hem kendi seçmen tabanının bir kısmından hem de İYİ Parti’den çekinerek net bir pozisyon almadı. İYİ Parti ise muhalefetin diğer iki bileşeni ile arasını daha da açmamak adına susmayı tercih etti. Operasyonların hukuki olmadığı, siyasi olduğu argümanına sarılarak durumu geçiştirmeye çalıştı. HDP ise müttefiklerinin bu suskunluğu karşısında bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı ve bunu dile getirmekten de çekinmedi.

Muhalefet son olarak eski AK Partililerin kurduğu Gelecek ve Deva Partisi ile yakınlaşma hamleleri yaptı. “Dostlar” olarak tanımlanan bu siyasi aktörlerle yakınlaşmak muhalefet içerisine yapılan sert ve dağıtıcı hamlelere bir cevap niteliğindeydi. Yapılan görüşmelerde bir yandan AK Parti’nin devletle yakınlaştığı iddiası üzerinden AK Parti-MHP birlikteliği sorgulanırken, diğer yandan AK Parti siyasetinin dar bir elit zümrenin çıkarını korumaya odaklandığı iddiasıyla da AK Parti siyasetinin demokratik özelliğini kaybettiği tezi öne çıkarıldı. Bu iddiaların amacının AK Parti’nin muhafazakâr seçmen tabanını AK Parti’den uzaklaştırarak yeni partilere yöneltmek olduğu açıktır. Elbette bu yakınlaşma olası CHP liderliğindeki bir iktidar durumunda muhafazakar tabana “kazanımlarınızı kaybetmeyeceksiniz” mesajı vermeyi de hedeflemekteydi.

Sonuçta, muhalefet 31 Mart yerel seçimlerinin ardından yakaladığı momentumu ve elde ettiği psikolojik üstünlüğü kaybetti. Bunun en açık delili muhalefetin erken seçim ihtimalini dillendirip erken seçim için açık bir çağrı yapmamasıdır. Her ne kadar muhalefet sözcüleri ülkede hiçbir şeyin yolunda gitmediğini iddia edip dursa da momentumun kaybedildiğini iyi bildiği için erken seçim çağrısı yapmamayı tercih etmektedir. Peki bu momentum neden kaybedildi? Muhalefet çevrelerinde öne çıkan açıklama şu şekilde: Muhalefet iktidarın sınırlarını çizdiği siyaset içerisine sıkışıp kaldı. Bu sıkışıklık muhalefetin savunmada kalmasına ve sürekli olarak operasyon yemesine sebep oldu ve olmaya devam ediyor. O halde, muhalefetin yapması gereken iktidarın sınırlarını çizdiği siyasetin dışına çıkarak yeni bir siyaset üretmek. Bunun için muhalefetin yapması gereken iktidara cevap vermek yerine tüm muhalefet unsurlarının “asgari müştereklerde buluşarak” seçim ittifakı görüntüsünden kurtulup bir siyasi ittifak haline gelmesidir. Bu geçişin en temel emaresi ise “Erdoğan’ı yıkmak” vizyonunun ötesine geçerek, topluma daha iyi bir iktidar seçeneği sunmaktır.

Burada söylenmeye çalışılanı birkaç maddede özetleyebiliriz. İlk olarak, muhalefeti oluşturan gruplar ayrı ayrı taleplere sahipler ve bu talepleri siyaseten önemli kılan hiçbirinin iktidar tarafından karşılanmıyor oluşu. İkincisi, muhalefet ittifakının bileşenlerinin üzerinde uzlaştığı yegâne nokta bu taleplerin önündeki ana engelin Erdoğan liderliğindeki iktidar olduğu. Üçüncüsü, eğer muhalefet iktidarın sınırlarını çizdiği siyasetin dışına çıkmak istiyorsa, Erdoğan karşıtlığını bu talepleri birbirine eklemleyerek toplumun önüne bir iktidar alternatifi koyarak tamamlamak. Çünkü toplum, Erdoğan karşıtlığının ötesinde bir iktidar alternatifi görmezse muhalefeti desteklemez.

Peki muhalefet bir seçim ittifakından siyasi ittifaka dönüşebilir mi? Bunun gerçekleşebilmesi için üçüncü noktanın, yani muhalefetin farklı taleplerinin birbirine eklemlenip bir siyasi bütünlüğün ortaya konarak iktidar alternatifinin üretilmesi gerekir. Burada üzerinde durulması gereken iki husus var. Birincisi, İYİ Parti ile HDP’nin taleplerinin birbirine eklemlenmesinin imkansızlığı. HDP’nin siyaseti temelde anadilde eğitim ve özerklik taleplerince şekilleniyor. Bu taleplerin Türk milliyetçisi bir parti olan İYİ Parti tarafından desteklenmesi ise mümkün değil. İkinci olarak, iktidar alternatifi olmak için farklı toplumsal taleplerin birbirine eklemlenmesi de yetmeyebilir. Burada ikinci bir adıma ihtiyaç var. Bu adım, taleplerin karşılanabileceğine dair toplumda bir algının ortaya çıkmasıdır. Toplumun taleplerini hayata geçirecek bir siyasi liderlik görmesi ve bu liderliğe inanç duyması lazım gelir. Muhalefetin ortaya böylesi bir liderlik koyduğunu söylemek mevcut durumda zor gözüküyor. Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı şimdiden belliyken, Millet İttifakı’nın adayının ve ekibinin kim olacağına dair bir ipucuna sahip değiliz.

Sonuç olarak, nasıl ki doğa boşluk kabul etmezse siyaset de boşluk kabul etmez. Toplum düzene oy verir, düzensizlikten ve anarşiden hoşlanmaz. Muhalefet “mevcut düzen yıkılmalı” demenin ötesine geçemediği, yani düzensizlikten başka bir şey vaat edemediği için iktidarın sınırlarını çizdiği siyaseti aşamıyor. Bunu gerçekleştiremediği için de bir seçim ittifakından siyaset ittifakına dönüşmesi pek mümkün gözükmüyor.

[Sabah, 10 Ekim 2020]

Etiketler: