Angela Merkel

Merkelmania (Merkel Çılgınlığı)

Almanya gibi bazı ülkelerin krizle mücadelesi odağa oturtulurken Türkiye gibi ülkelerin başarıları görmezden geliniyor ya da istisnai durumlar ve bazı iddialar üzerinden spekülasyonlar yapılıyor.

Koronavirüs krizi global bir kriz ancak her ülke salgınla mücadelede kendi öznel tecrübesini yaşıyor. Virüs salgının hangi aşamada olduğu, ülkelerin bunlarla mücadelede başarılı olup olmadıkları sayısal verilere ve grafiklere bakılarak saptanmaya çalışılıyor. Oysa virüs salgının her ülkede farklı aşamalarda başlaması, vaka ve ölüm istatistiklerinin tutulma biçimlerinin farklılığı; ekonomik güç ve kapasiteleri, nüfus yapılarının farklı olması bu ülkelerin virüsle mücadelede birbirleriyle birebir kıyas edilmesini neredeyse anlamsız kılıyor. Buna rağmen tüm ülkeler virüste etkilenen diğer ülkelerin tecrübelerine bakarak bunlardan kendi mücadele stratejileri için bazı çıkarımlarda bulunmaya çalışıyor.

Bu noktada ülkeler arası karşılaştırmaların sadece bilimsel amaçlarla değil siyasi olarak da kullanılması dikkat çekiyor. Özellikle Almanya gibi bazı ülkelerin krizle mücadelesi odağa oturtulurken Türkiye gibi ülkelerin başarıları görmezden geliniyor ya da istisnai durumlar ve bazı iddialar üzerinden spekülasyonlar yapılıyor. Bu da koronavirüsün siyasi bir araç haline geldiğini gösteriyor. Bazı ülkelerde muhalifler virüsle mücadelede nispeten başarılı bir ülke liderini kahramanlaştırarak karşısında oldukları liderleri ise bir anti-kahraman olarak resmetmeye çalışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda NYT‘nin Almanya’yı salgınla mücadelede örnek ülke olarak gösterirken Türkiye’yi oldukça olumsuz bir imajla haberleştirdiği görüldü. Öyle ki hastane koridorlarından hasta taşan, otoparkları muayenehaneye çevrildiği ve hemşirelerin çöp torbalarıyla kendini korumaya çalıştığı görüntüler sanki ABD ve Avrupa’dan değil de Türkiye’den geliyor sanılabilirdi. Elbette NYT ve benzeri mecraların derdi Merkel güzellemesi yapmak değil, Trump’ın ne kadar kötü bir lider olduğunu ispat etmek ve onu olduğundan da daha kötü göstermekti. Benzer kıyas ve karşılaştırmalar Fransa’da da yapıldı.

Merkel mucizesi mi?

Almanya salgınla mücadelede ilk olarak düşük ölüm oranları ile dikkat çekti. Öyle ki bazıları yeni bir Alman mucizesi ile karşı karşıya olduğunu düşündü. Almanya’nın bunu nasıl başardığı merak ediliyordu. İşte bu Alman mucizesi Merkel’in şahsında tam da Amerika ve Fransa gibi başarısız örneklerin karşısına konuldu. Salgınla mücadelede başarının ideolojik yönelimler, ülke rejimlerinden ziyade siyasi liderlik, toplumsal dayanışma ve güçlü bir sağlık sistemi ve ekonomik güce bağlı olduğu biliniyor.

Ne ki ne Almanya’nın tarihi, ekonomik gücü ve güçlü sağlık sistemiyle ilgili bu durum sadece ve tamamen Merkel’e hasredilerek mesele şahsileştirildi ve “lider” seviyesine indirgendi. Çünkü Trump karşıtı çevrelerde Merkel’in değeri tam da Trump gibi olmamasından ileri geliyordu. Bu çerçevede Merkel’in bir nevi bir anti-Trump bir figür olarak Amerikan iç siyasetinde siyasi olarak araçsallaştırıldığı söylenebilir. Trump Amerikası’nda Batı dünyasını “lidersiz” ve Batı demokrasisini tehdit altında gören çevreler “tüccar” ve “cahil” ve “polemikçi” Trump’ın karşısına “bilim insanı”, “rasyonel”, “sağduyulu” ve sakin Merkel portresi konuldu.

Almanya ve diğer ülkeler arasında yapılan kıyaslarda virüsün gençlerde başlamasını getirdiği şans faktörünün; ülkenin ekonomik gücünün, devlet yapısının ve güçlü sistemsel özelliklerinin göz ardı edilerek sadece lider başarısı olarak sunulması diğer ülkelerde yaşananların tek lider yüzünden olduğu algısının oluşturulmak istenmesiyle yakından ilgili. Nitekim Fransa’da Macron, Amerika’da Trump karşıtları bütün bu yaşananların Trump veya Macron yüzünden yaşandığını ispata çalışıyorlar. Oysa Trump’ın kriz yönetmedeki başarısızlığı bir yana Amerika’da sağlık sisteminin zayıflığı öteden beri mevcut olan ve sistemle ilgili bir sorun. Fransa’da da sağlık alanında kemer sıkma politikalarının Macron’la başladığı söylenemez. Liderlerin başarısızlıkları bir yana diğer tüm etkenlerin paranteze alınarak Merkel’den bir kahraman, Trump’tan da bir anti kahraman yaratma gayreti içinde olunduğu görülüyor.

Öyle ki Alman basınında Merkelmania (Merkel çılgınlığı) başlıklı analizler çıktı. Burada ilginç olan nokta Merkel’in tam da parti liderliğini bırakacağını açıkladığı bir dönemde ve siyasi kariyerinin sonbaharındayken koronaviürs salgınıyla yükselen bir yıldıza dönüşmesi. Sadece Kohl’dan sonra Almanya’nın modern siyasi tarihinde en uzun başbakanlık yapan lideri Merkel değil Alman merkez siyaseti de son dönemde tarihi bir çöküş içine girmişti. Merkezi partiler yeni uluslararası siyasi konjonktüre cevap vermekte zorlandılar. “Amerikan dış politikasının en başarılı projesi” olarak adlandırılan Almanya’dan ABD güvenlik şemsiyesinin çekilmesi tam da terör tehdidin arttığı bir dünyada Alman siyasetini hazırlıksız yakalandı. Berlin, minimum güvenlik kaygısıyla, AB projesi çerçevesinde ekonomik ve siyasi gücünü dengeleyerek istikrarlı ve güvenli limanlarda hareket etmeye alışmıştı. Ancak ABD’nin yarattığı güç boşluğunu Çin ve Rusya’nın doldurma yarışına girdiği bu yenidünyada yeni bir vizyona ve değişime ihtiyacı vardı.

Avantaja dönüşen zaaflar

Merkel büyük bir vizyoner, değişimci veya devrimci değil, –mülteci krizi hariç tutulursa– statükocu ve istikrarı koruyucu bir lider olarak bilindi. Öyle ki (merkeln) fiili hiçbir şey yapmamak manasında Alman sözlüklerine girdi. İronik bir şekilde siyasi krizlerde bir zaaf olarak görülen bu özellik, korona krizinde bir avantaja dönüştü. Merkel’in siyaset ediş tarzı ve kişiliği tam da korona kriz döneminde gerekli liderlik özelliklerine tekabül ediyordu.

Zira salgın krizi büyük söylemler ve değişiklikler talep etmiyordu. Merkel’in ülkeyi bir yere sıçratması beklenmiyor, mevcut olanı kurtarması statükoyu koruması yeterli görülüyordu. Merkel mizacının da ona sağladığı avantajla sakin, ölçülü, ihtiyatlı ama dominant bir siyaset izleyerek salgın krizini iyi yönetebildi.

Ancak Almanya’nın salgına karşı yürüttüğü mücadelenin kristalize edilerek hikaye edildiği görülüyor. Merkel’in virüsle mücadelede kamuoyu önünde yürütülen tartışmalara sıcak bakmaması; Sağlık Bakanı’nın yetkilerinin merkezileştirilmesi, AB’den en çok faydalanan ülke olarak diğer ülkelerine yeterince destek verilmemesi; huzurevlerinden gelen eksik malzeme ve personel şikayetleri, Alman halkını panik psikolojisiyle marketlere hücumu parantez dışına alınıyor. Almanya yerine Türkiye söz konusu olsaydı acaba bu gelişmeler otoriterleşme ve yönetimde zaaf şeklinde okunur muydu?

Anlaşılan o ki özellikle medyada bazen gerçekler gizleniyor; bazı gerçekler abartılıyor, bazılarıysa hiç anlatılmıyor. Okuduğumuz çoğu haber aynı zamanda bir hikaye. Bu nedenle herkes kendi hikayesini anlatmayı iyi öğrenmeli.

[Sabah, 25 Nisan 2020]

Etiketler: