Kurda Yaşananlar ve “Finansal Mücadele”

Görünen o ki ABD, Türkiye ile ilgili siyasi hedeflerini gerçekleştirebilme noktasında finansı ve doları bir silah olarak kullanmaya çalışıyor ve artık bunu gizleme gereği de duymuyor.

Son birkaç haftada dolar kurunda muazzam düzeyde bir hareketliliğin yaşandığına şahitlik ettik. 4.80 TL düzeylerinde bulunan kur çok hızlı bir şekilde 7 TL’nin üzerine çıktı ve daha sonra neredeyse aynı hızda 5.70-5.80 TL düzeylerine kadar geriledi. Daha sonraki süreçte ise 6.00-6.10 TL düzeylerine geldi ve bu düzeylerde göreceli olarak “istikrar” kazandı. Bu noktada belirtmek gerekir ki TL/Dolar kurunun normal seviyesinin (tarihsel seyrine baktığımızda) 4.60 TL civarı olduğunu görüyoruz. Yani şu anda kurun bulunduğu düzeylerin hiç de gerçekçi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yaşananların temel nedeni ne?
Türkiye ekonomisi son iki yıl içinde beş önemli finansal spekülasyon dalgasıyla, başka bir deyişle “finansal saldırıyla” karşı karşıya kaldı. Bunlardan Kasım 2016, Ocak 2017, Ekim-Kasım 2017’de gerçekleşen ilk üçü -haddizatında önemli finansal saldırılar olmalarına rağmen- Mayıs 2018 ve Ağustos 2018’de gerçekleşen son iki finansal saldırıya kıyasla oldukça sönüktü. Ağustos 2018’deki finansal saldırı ise Mayıs’takini bile gölgede bırakacak ölçüde şiddetli ve keskin oldu.
Bu şiddette bir “negatif” finansal hareketliliği ekonomik olarak açıklayabilmek için Türkiye ekonomisinde de benzer şiddette “negatif” değişimlerin yaşanması gerekir. Türkiye ekonomisine baktığımızda böyle bir şeyin yaşanmadığını görüyoruz. Tersine Türkiye ekonomisinin hem dinamik/canlı olduğunu hem de oldukça sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan dolar kurunda yaşanan ciddi çıkışın arka planında ekonomik değil, siyasi gerekçelerin olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Türkiye ekonomisi 2017’de yüzde 7,4 büyüdü. 2018’in ilk çeyreğindeki ekonomik büyüme oranı da yüzde 7,4 olarak gerçekleşti. Türkiye bu performansla dünyada en çok büyüyen ülkeler listesinde üst sıralarda yer aldı. İşsizlik oranı da son bir yılda 1 puandan fazla düşüşle yüzde 10’un altına gerileyerek yüksek ekonomik büyümeye eşlik etti.
Türkiye’de finansal kesimin de oldukça sağlıklı ve güçlü bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Türk bankacılık kesiminin herhangi bir kur riski bulunmadığı gibi yüzde 16,3 düzeyindeki sermaye yeterlilik oranının işaret ettiği üzere herhangi bir finansal kırılganlığa da sahip değil. Yine özel sektörde kısa vadede herhangi bir kur riskine sahip değil: Özel sektörün kısa vadeli finansal varlıkları finansal yükümlülüklerinden 6.5 milyar dolar daha fazla.
Kamu borcunun milli gelire oranı ise sadece yüzde 28. Türkiye bu oran ile dünyadaki en az borçlu devletlerden birisi konumunda. Bu oran ABD’de yüzde 105, İtalya’da yüzde 132, Japonya’da yüzde 253. Dış borcun milli gelire oranı ise Türkiye’de yüzde 53. Bu oran çok düşük olmadığı gibi çok yüksek de değil. Birçok ülkede bu oranın Türkiye’dekinden kat kat fazla olduğunu görüyoruz. Örneğin bu oran Almanya’da yüzde 141, İspanya’da yüzde 167 ve Fransa’da yüzde 213.
Öte yandan her ekonominin kendine has problemleri olduğu gibi Türkiye’nin de var. Halihazırda Türkiye ekonomisinin en önemli problemlerinden birisi yüksek cari açık. Fakat cari açık önceki yıllara kıyasla yükselmeyi bırakın, düşmüş vaziyette ve cari açığın ilerleyen dönemlerde düşüş trendi içinde olması bekleniyor.
Genel olarak değerlendirildiğinde kurda yaşanan çok ciddi yükselişi Türkiye ekonomisinde yaşananlarla açıklayabilmemizin olanağı yok. Bu çerçevede kurda yaşananları da ancak “siyasi gerekçelerle” açıklayabiliyoruz. Görünen o ki ABD, Türkiye ile ilgili siyasi hedeflerini gerçekleştirebilme noktasında finansı ve doları bir silah olarak kullanmaya çalışıyor ve artık bunu gizleme gereği de duymuyor. Bu açıdan Donald Trump’ın 10 Ağustos’ta Türkiye ile ilgili attığı tivitin oldukça “açıklayıcı” olduğunu söyleyebiliriz:
“Türk Lirası çok güçlü dolarımız karşısında çakılırken Türkiye’ye dönük çelik ve alüminyum gümrük vergilerinin iki katına çıkarılmasını onaylamış bulunuyorum. (…) Şu anda Türkiye ile ilişkilerimiz iyi değil!” 

Bu krizle nasıl mücadele edilmeli?
Türkiye bugün özünde “siyasi” bir krizle karşı karşıya bulunuyor. Şu halde Merkez Bankası, BDDK ve SPK gibi düzenleyici/ denetleyici kurumların kurdaki spekülatif hareketlenmelerin elden geldiğince önüne geçilebilmesi için çeşitli regülatif adımlar atması önemli bir noktadır. Açığa döviz alış/satışına kısıtlamalar getirilmesi ve zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi bu yönde atılmış önemli adımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İkinci olarak Türk devletinin ekonomik saiklerle hareket eden finansal yatırımcılarla oldukça güçlü ve sağlıklı bir iletişim kanalı kurması gerekmektedir. Bu noktada Türkiye’nin eli güçlüdür zira TL’nin bugün itibariyle oldukça “ucuz” olması ve Türkiye ekonomisinin ciddi bir potansiyele sahip olması Türkiye’nin oldukça cazip bir yatırım ekonomisi olduğunu göstermektedir. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 6.000 civarındaki yatırımcıyla telekonferans yoluyla yaptığı görüşme bu noktada önemlidir.
Üçüncü olarak TL’de yaşanan ciddi değer kaybı neticesinde zor durumadüşen KOBİ ve şirketlerin kredi maliyetlerindeki artış kontrol altına alınmalıve likidite sıkıntısı yaşamalarının önüne geçilmelidir. Bu çerçevede, kredi akışının kesilmemesine dikkat edilmeli ve elden geldiğince bu işletmelerin “ucuz” krediye ulaşmaları sağlanmalıdır. Bunlar yapıldığı takdirde söz konusu “kur krizinin” kısa vadeli etkileri önemli oranda bertaraf edilebilecektir.
Dördüncü olarak maliye politikasında disiplinin elden bırakılmaması önemarz etmektedir. Fakat Türkiye’nin halihazırda zaten oldukça düşük bir kamu borcuna sahip olduğu da akılda tutularak kamu maliyesinde aşırı bir sıkılaşmanın da gerçekleşmemesi gerekmektedir. Aşırı düzeydeki bir sıkılaşma 2018’deki ekonomik büyüme oranını negatif yönde etkileyebilir ve Türkiye ekonomisi açısından zararlı sonuçlar doğurabilir. Şu halde maliye politikasında “dengeli” bir tutumun benimsenmesi yerinde olacaktır.
Beşinci olarak kurdaki ciddi yükseliş neticesinde Merkez Bankası’nınpolitika faiz oranında önemli düzeyde bir artışa gitmemesi ve reel faiz oranını yükseltmemesi oldukça önem arz etmektedir. Bu noktada geçmiş finansal krizlerde tecrübe edilenler ve bugün Arjantin’de yaşananlar göz önünde bulundurulmalıdır. Merkez Bankası’nın panikle faiz oranında ciddi bir artışa gitmesinin Türkiye ekonomisi üzerinde ciddi düzeyde olumsuz etkilerinin olabileceği hesaba katılmalıdır.
Sonuç olarak Türkiye arkasında siyasi saikler bulunan bu kur krizini uygulamakta olduğu ve uygulayacağı akıllı politikalarla bertaraf edebilecek güce ve potansiyele sahiptir. Şu ana kadar kur krizinin yönetiminde gösterilen başarı da bunun bir göstergesi niteliğindedir.

[Sabah, 25 Ağustos 2018]

Etiketler: