İtaat Kültürü ve FETÖ ile Mücadele

FETÖ ile mücadeledeki en etkin adım “lider tasfiyesi” olarak gözükmektedir. Bu literatür, etnik temelli ayrılıkçı hareketlere kıyasla dini görünümlü örgütlerde çözülmeyi daha fazla hızlandırdığını göstermektedir.

Yabancılaşmış bürokrat simgesinin tipik tarihsel örneği olan Adolf Eichmann’ın Kudüs mahkemelerindeki savunması katı örgütsel yapıların militan tipolojilerini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Nazi Almanyası’nda önemli bir noktada görev alan ve Yahudi soykırımının bir parçası olan Eichmann, savunmasında kendisinin masum olduğu ve sadece kendisine verilen görevi yerine getirdiğini söylemektedir. Örgüt içi hiyerarşide tarafına verilen emirleri uyguladığı ve bu emirleri yerine getirmesinin zorunlu olduğunu ifade eden Nazi subayı mahkemedeki savunmasında, “Bana ne söylendiyse onu yaptım, ben masumum” diyerek kendisini aklamaya çalışmıştır. Erich Fromm İtaatsizlik Üzerine adlı çalışmasında Eichmann’ı yabancılaşmış bürokrat olgusu açısından inceler ve Avrupa genelinde binlerce Yahudi’nin toplama kamplarına aktarılması görevini üstlenen Eichmann’ın yaptığı bütün eylemlerin ardından halen masum olduğunu iddia etmesi üzerine psikolojik çözümlemeler yapar. Fromm’a göre tipik örgüt adamı kategorisinde olan kişiler “itaatsizlik yetisi”ni kaybetmiştir ve itaat ettiğinin bile farkında değildir. Kuşku, eleştiri ve itaatsizlik kapasitesine sahip olmayan örgüt üyeleri kendilerine verilen emirleri sorgulamaksızın yerine getirmekte ve bu yolla örgüte bağlılıklarını ispat etmektedirler. Führer Hitler istediğinde babasını bile vurabileceğini söyleyen Eichmann, Fromm’un çerçevelediği tipik örgüt adamıdır.

AÇIK GERÇEĞİ İNKÂR

15 Temmuz işgal girişiminin faili olan FETÖ’nün paralel devlet yapılanmasında aktif olarak görev alan örgüt üyeleri de benzer bir psikoloji içerisinde hareket etmektedirler. Bir yandan resmi devlet organlarının dışındaki informel yapının direktifleriyle hareket eden örgüt üyeleri diğer yandan da her söyleminde bir hikmet bulunduğunu düşündükleri liderlerine sorgusuz biçimde “itaat” etmektedirler. Örgüt içerisinde hiyerarşik olarak alınan eylem kararlarının örgütün mensupları tarafından herhangi bir süzgeçten geçirilmeyerek kabul edilişi birey olgusunun yok olmasıyla da yakından ilgilidir. “Aklını kullan” mottosuyla modernliğin fikri taşlarını düzen Kant, insanın kendi eliyle düştüğü olgun olmama durumundan aklını kullanmasıyla çıkabileceğini işaret etmekteydi. Aklını kullanan birey geleneksel kodlar içerisinde üretilen hegemonyayı kıracak ve her türlü otoritenin kendisine dayattıklarını özgür biçimde sorgulayacaktı. Sosyolojide sık dokulu yapılar olarak bilinen bu tür örgütlerin, mensuplarında aklı harekete geçirebilecek her türlü mekanizmayı ortadan kaldırması, örgütte yer alan kişilerin eylemlerde rol alabilmelerini de mümkün kılmaktadır. Nitekim FETÖ içerisinde yer alan ve operasyonel kademelerde görevlendirilen kişilerin akıl ve eleştiri kapasitelerinin tedrici biçimde törpülenmesi, örgüt üyelerinin kullanışlı birer eleman olmaları ile yakından ilişkilidir. Örgüt içerisinde yer almış ve herhangi bir eyleme eleştiri getiren kişilerin kolektiviteden dışlanışları, aklı ve sorgulamayı hatırlatacak her türlü unsurun da örgüt tarafından tehdit olarak algılanması, örgütte yer alan üyelerin psikolojik yapısının izahını da kolaylaştırmaktadır. FETÖ’nün muharip unsurlarının 15 Temmuz gecesinde Ankara’da yer alan bazı devlet binalarına yönelik ağır silahlı saldırı emirlerine sorgusuz biçimde itaatleri, örgüt mensuplarının akıl, eleştiri ve itaat kültürleri açısından geldikleri noktayı göstermesi açısından önemlidir. Söz konusu saldırılarda görev alan örgüt üyelerinin mahkeme savunmalarında bu durumu inkâr etmeleri ise ayrı bir problem olarak karşımızda durmaktadır.

DİNİN ARAÇSALLAŞTIRILMASI

Örgütün dağılmayı önleme ve üyelerin psikolojik devamlılığını sağlaması yine akıl dışı yöntemlerle mümkün olabilmektedir. Söz konusu akıl dışılık örgütün yazılı ve sözlü materyallerinde açıkça görüldüğü üzere çarpık bir teolojik alt yapıya sahiptir. Örgüt militanlarının “dindar” oldukları düşünüldüğünde bağlılık ve itaat kültüründe dinin ne kadar önemli bir yer işgal ettiği görülecektir. Örgüt üyelerinin yazışmaları ve iddianamelerde karşımıza çıkan bazı örnekler örgütün dini bir enstrüman olarak kullandığını da göstermektedir. Örgüt dağılmayı önleme adına dini kavram ve kıssalara atıf yapmakta, söz konusu atıfları da örgütün içinde bulunduğu durumla ilişkilendirmektedir. Batı’daki yeni dini hareketlerde olduğu gibi Gülen hareketinde de lider kurtarıcı mehdi olarak kabul edilmekte ve liderin söylemleri sorgusuz biçimde kabul edilmektedir. Teleolojik bir tarih anlayışına sahip olan hareketin mensupları da tarihin nihai kertede kendi tahayyüllerinin bir açılımı olacağı düşüncesine sahiptirler. Gülen’in ve örgütün operasyonel kademesinde bulunan kişilerin Türkiye’deki FETÖ mücadelesi ile ilgili olarak “Yakın zamanda bahar gelecek”, “Hz. Peygamber namazlarda bize eşlik ediyor”, “Cezaevinde bulunmanın ne kadar sevap olduğunu bilseydiniz orada olmak için sıraya girerdiniz” şeklindeki söylemleri çarpıtılan mesiyanizmin de somut örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. Örgütün başvurduğu bu strateji, örgüt mensuplarının psikolojik olarak devamlılığını sağlamak ve örgütün dağılmasını yavaşlatmayı hedeflemektedir.

FETÖ SAVUNMALARI

Türkiye’nin birçok ilinde görülen 200’e yakın FETÖ davası örgüt ile mücadele açısından da sembolik öneme sahiptir. Kamuoyuna yansıyan ve FETÖ’nün operasyonel ekibi diyebileceğimiz örgüt mensuplarının yargılandığı “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Suikast Girişimi Davası” ve “Akıncı Üssü Davası”nda savunmalarını yapan örgüt mensuplarının ifadeleri akılla izah edilemeyecek derecededir. Kamera görüntülerinden hareketle örgüt mensuplarının neden bu eylem içerisinde oldukları sorulduğunda “Ben o değilim”, “Benim Akıncı Üssü’nde bulunma gerekçem belgesel çekmek”, ya da “Akıncı Üssü’ne tarla bakmaya gittim” gibi savunmalar örgüt militanlarının dağılmama konusundaki ısrarlarını göstermektedir. İtaat kültürünün örgüt üyelerinde devamlılığı sağlama noktasındaki psikolojik etkisi göz önünde bulundurulmadığı takdirde örgütle mücadelede çok önemli mesafe kaydedilemeyeceği açıktır. Bir yandan lider olarak kabul edilen kişinin mesajları diğer yandan da örgütün önde gelen isimlerinin propagandalarına uzak kalmayan örgüt üyeleri dağılmayı önleyecek her yola başvurmaktadır. Bu nedenle örgütle mücadele sadece adli ve idari yollarla çözümlenebilecek bir boyutun ötesindedir. Dolayısıyla örgütle mücadelede izlenen geleneksel tedbirlerin yanı sıra psikolojik yöntemlerin de devreye sokulması hayati önem arz etmektedir. Grup narsizmi içerisinde kimliklerini inşa eden örgüt üyelerinin dışlayıcı narsistik kişilikleri göz önüne alındığında farklı bakış açılarının geliştirilmesi de zaruri olmaktadır.

LİDER TASFİYESİNİN ÖNEMİ

1970’li yıllardan bu yana ülke içerisindeki etki alanını tedrici olarak genişleten FETÖ, Türkiye’deki bürokrasinin bütün alanlarında etkili olabilmiştir. Bürokraside sağladıkları güç temerküzü örgütün eğitim, sağlık, sendika, basın-yayın gibi alanlarda da aktif olabilmesini kolaylaştıran bir etmen olmuştur. Dershane ve diğer eğitim kurumları ile insan sermayesini teşkil eden örgüt, zaman içerisinde önemli miktarda maddi ve sosyal sermayenin de sahibi olmuştur. Bu süre içinde Gülen, örgüt içerisindeki en tepe yönetici olmuş ve ara kademelerdeki yöneticiler örgütün sadece bazı alanlarında söz sahibi olabilmişlerdir. Bütün sistemi yönlendiren ve örgüt içi karar alma mekanizmasında nihai merci olan Gülen’in dini kişiliği, örgütün sosyal sermayesinin devamlılığında önemli bir rol oynamıştır. Bu sebeple FETÖ ile mücadeledeki en etkin adım “lider tasfiyesi” (decapitation) olarak gözükmektedir. Terör örgütlerinde liderin tasfiyesinin örgütle mücadelede önemli bir adım olacağı yönündeki literatür, lider tasfiyesinin etnik temelli ayrılıkçı hareketlere kıyasla dini görünümlü örgütlerde çözülmeyi daha fazla hızlandırdığını göstermektedir. Bunun yanı sıra ekonomik kaynaklarını dışarıya transfer eden ve üst düzey yöneticileriyle birlikte Batı’da yeniden var olmayı hedefleyen örgütle mücadele bundan sonraki süreçte sadece ülke içiyle sınırlandırılabilecek bir ölçekte değildir. Batı’da kendilerine sağlanan imkânlar ölçüsünde propaganda faaliyetlerine devam eden örgütün diasporik bir tehdit halini aldığı ve bu konuda kapsamlı bir mücadelenin varlığı da kendisini dayatmaktadır.

[Star Açık Görüş, 26 Ağustos 2017]

Etiketler: