Almanya | Bilim insanları, iklim değişikliğinin selleri tetikleyen aşırı yağış olasılığını artırdığını ve emisyonların azaltılmaması durumunda bu tür yağışların daha yaygın hale geleceğini ortaya koydu. Dünya Hava İlişkilendirme Girişimi (WWA), iklim değişikliğinin 12-15 Temmuz tarihleri arasında Batı Avrupa'da yaşanan sel felaketine etkisini inceleyen ilişkilendirme analizini yayımladı. Çalışma, Belçika, Fransa, Almanya, Lüksemburg, Hollanda, ABD ve Birleşik Krallıktaki üniversiteler, meteoroloji ve hidroloji kurumlarından bilim insanlarının da dahil olduğu 39 araştırmacı tarafından gerçekleştirildi.

IPCC’nin Son Raporunda Türkiye İçin Ne Var?

Gelişmiş ülkelerin öncelikle kendi içlerinde söz konusu yöntemlere başvurarak küresel ısınmanın yavaşlatılmasına katkı sağlaması bekleniyor. İklim değişikliği ile mücadele kolektif eylem gerektiriyor, ancak ülkelerin bir araya gelerek adaletli bir sorumluluk paylaşımıyla harekete geçmediği bir senaryoda küresel ısınmanın yavaşlatılması zor görünüyor.

Kuşkusuz son yılların en fazla tartışılan uluslararası gündem maddelerinden biri iklim değişikliği ile mücadele. 1988 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (United Nations Environment Programme, UNEP) ve Dünya Meteoroloji Örgütü (World Meteorological Organization, WMO) tarafından kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (the Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) ise iklim değişikliği denildiğinde ilk akla gelen kurumlardan. IPCC’nin misyonu hükümetlere ve politika yapıcılara iklim değişikliğinin bilimsel temelleri, etkileri ve gelecekteki riskleri hakkında değerlendirmeler sunmak. 9 Ağustos tarihinde yayınlayan altıncı ve son raporu da hükümetleri iklim değişikliği konusunda daha hızlı ve etkili adımlar atmaya davet ediyor.

Raporun ana fikri sıcaklığın tahmin edilenden çok daha hızlı bir şekilde arttığı ve artışın büyük ölçüde insan faaliyetlerinden kaynaklandığı. Artan sera gazı emisyonları sonucunda ortalama sıcaklığın 2010-2019 yılları arasında 1850-1900 arası döneme kıyasla 1oC’den fazla arttığı ifade ediliyor. Raporda farklı sıcaklık artışlarına yönelik geliştirilmiş 4 farklı senaryo yer alıyor. İklim değişikliğinin neden olabileceklerini daha rahat anlayabilmek adına en iyi ve en kötü senaryoyu inceleyelim. Ortalama sıcaklığın 1,5oC arttığı senaryoda 2070 yılına dek yaklaşık 3 milyar insanın yüksek hava sıcaklıkları altında yaşamak zorunda kalacağı, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Güney Amerika, Güney Asya ve Avustralya’nın bazı kesimlerinin bu durumdan etkileneceği düşünülüyor. Gıda üretiminin ciddi zarar göreceği, kentlerde yaşayan 350 milyondan fazla insanın artan kuraklıklar nedeniyle su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağı ve yükselen deniz seviyelerinden denize kıyısı olan kentlerin ciddi şekilde etkileneceği öngörülüyor. Küresel ekonominin ise 2050 yılına dek yüzde 10 oranında değer kaybedeceği tahmin ediliyor.

En kötü senaryo ortalama sıcaklığın 4oC arttığı; dünya genelinde aşırı sıcaklık ve nem nedeniyle 1,5 milyar insanın hayatını kaybedeceği, tarım alanlarının yaklaşık yüzde 10-30 oranında azalacağı, su kıtlığının çok daha şiddetleneceği, deniz seviyesine yakın olan, aralarında çok sayıda metropolün de bulunduğu kentin ve adanın sular altında kalacağı düşünülüyor. Küresel gelir ortalamasının ise yalnızca artan sıcaklıklar nedeniyle yüzde 23 oranında azalacağı tahmin ediliyor. IPCC, dünyanın 4oC’lik bir sıcaklık artışına adapte olmasının mümkün olmayabileceği görüşünde.

Türkiye için Öngörüler

Raporda Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz kuşağı iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ve etkilenmesi beklenen bölgeler arasında yer alıyor. IPCC’ye göre, başta Türkiye olmak üzere Balkanlar, İber Yarımadası ve Kuzey Afrika’da ısınma oranları küresel yıllık ısınma oranlarının yüzde 40-50 daha yüksek değerlere ulaşacak. Bu noktada dünya genelini olduğu şekilde Türkiye’yi de daha zorlu koşulların beklediği düşünülüyor. Ortalama sıcaklık artışının 1,5oC olduğu senaryoda Türkiye’de, özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde, yıllık ortalama sıcaklık artışının küresel ortalama sıcaklık artışının üzerinde bir değere ulaşacağı düşünülüyor. Söz konusu artış 4oC’ye yaklaştıkça da ülke genelinde yıllık ortalama sıcaklık değerlerinin daha sert artış kaydedeceği ifade ediliyor.

Yıllık ortalama yağış miktarının da iklim değişikliğinden etkilenmesi bekleniyor. Ortalama sıcaklığın 1,5oC artması halinde Türkiye genelinde yağışların yüzde 1-10 azalacağı; 4oC artması halindeyse yağışların güney Ege ve Akdeniz’in batı ve orta kesimlerinde yüzde 20-30, orta ve kuzey Ege, güney Marmara, İç Anadolu’nun güney kesimleri ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmında ise yüzde 10-20 azalacağı tahmin ediliyor. Azalan yağışlardan en az etkileneceği düşünülen bölge Karadeniz.

Son olarak ortalama sıcaklık artışından toprağın da ciddi şekilde etkileneceği öngörülüyor. Türkiye genelinde, Güney Ege ve batı Akdeniz’de daha sert olacak şekilde, toprakların giderek daha fazla nem kaybedeceği ve kuraklığın artacağı ifade ediliyor. Ortalama sıcaklığın 4oC arttığı senaryoda Türkiye’nin tamamında toprakların çok yüksek ölçüde nem kaybına uğrayacağı düşünülüyor.

Tahminler Ne İfade Ediyor?

Öncelikle sıcaklık artışlarının kuraklığa neden olduğu biliniyor. Artan kuraklık hem insan hayatı hem de doğal hayat için doğrudan tehdit oluşturuyor. İçme suyu temininde oluşacak sorunların yanı sıra tarımsal üretimin de olumsuz etkilenmesi bekleniyor. Hali hazırda hem dünya hem de Türkiye için tarımsal sulamada tatlı su kullanım oranları -sırasıyla yüzde 71 ve yüzde 73- sorun teşkil etmekteyken kuraklık artışının çok daha büyük sorunlara yol açacağı öngörülüyor. Tarımsal üretimde çeşitliliğin azalmasının yanı sıra üretim hacminin de azalması bekleniyor. En fazla etkilenmesi beklenen ürünler arasında ise buğday dikkat çekiyor.

Artan sıcaklığın kısa süre önce başta Türkiye olmak üzere dünyanın pek çok noktasında meydana gelen orman yangınlarına ortam sağladığı da biliniyor. Öyle ki, yangınların ortaya çıktığı dönem olan 2021 Temmuz ayının geçtiğimiz 142 yıl boyunca yapılan sıcaklık ölçümlerine göre en sıcak ay olduğu ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi tarafından açıklandı. Orman varlıkları yalnızca ekosistemlerin sürdürülebilirliği için değil, aynı zamanda insan hayatı için de son derece önemli. Zira yeryüzündeki en büyük oksijen kaynaklarından biri ormanlar. Karbondioksiti oksijene çeviren ormanlar iklim değişikliği ile mücadelede de söz konusu özelliğiyle karbon yutağı görevi görerek emisyon azaltımına katkı sağlıyorlar.

Artan sıcaklıkla hızlanan küresel ısınma kuraklık kadar düzensiz yağış rejimlerine ve yağış artışlarına de neden oluyor. Artan yağışlar ise sel ve su baskınlarının görülme sıklığını artırıyor. Türkiye genelinde yağışların azalması beklenirken Karadeniz’in bu azalıştan en az etkilenecek bölge olması yağış kaynaklı doğal afetlerin oluşumunu da artırma riski taşıyor.

Son olarak, sıcaklık artışının insan hayatı için doğrudan risk oluşturduğu da araştırmalar sonucu kanıtlanmış durumda. Küresel ısınmanın hızlanmasıyla yalnızca yerel sıcaklık değerlerindeki artışlar değil, aynı zamanda iklim değişikliği kaynaklı doğal afetler de insan sağlığı ve hayatı için tehdit haline geliyor. Araştırmalara göre yalnızca şiddetli sıcaklıklar nedeniyle her yıl dünya genelinde 150.000’den fazla insan hayatını kaybediyor. Türkiye için net bir rakam verilmezken sel baskınları vb. doğal afetlerde her yıl çok sayıda insanın hayatını kaybettiği biliniyor.

Peki, Ne Yapılmalı?

İklim değişikliği ile mücadele etmenin birincil yolu sera gazı emisyonlarını azaltmak. Emisyon azaltımı için ise ilk akla gelenler yenilenebilir enerji kullanımını artırmak; başta demir-çelik endüstrisi olmak üzere ekonomiyi karbondan arındırmak; elektrik üretiminde yenilenebilir kaynaklara öncelik vermek; sıfır emisyonlu nükleer enerjiyi elektrik üretimine daha fazla dâhil etmek; ve karbon yakalama/depolama uygulamalarının kullanımını artırmak. Ancak günümüz koşullarında tüm bunları hayata geçirmek pek çok ülke için ciddi maliyetler ortaya çıkarıyor. Gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra çok sayıda az gelişmiş ülkenin de bu maliyetleri karşılayabilmesi mümkün görünmüyor. Bu noktada iklim değişikliği ile mücadelede yükün adaletli dağıtılması ve “iklim adaleti” önem kazanıyor.

İklim değişikliğinin yan etkilerinden dezavantajlı grupların daha fazla etkilendiği düşüncesinden yola çıkan iklim adaleti gelişmiş ülkelere ve refah düzeyi yüksek gruplara daha fazla sorumluluk yüklüyor. Gelişmiş ülkelerin öncelikle kendi içlerinde söz konusu yöntemlere başvurarak küresel ısınmanın yavaşlatılmasına katkı sağlaması bekleniyor. İklim değişikliği ile mücadele kolektif eylem gerektiriyor, ancak ülkelerin bir araya gelerek adaletli bir sorumluluk paylaşımıyla harekete geçmediği bir senaryoda küresel ısınmanın yavaşlatılması zor görünüyor.

[Sabah, 28 Ağustos 2021]

 


 

Perspektif: IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu Ne Anlama Geliyor?

Etiketler: