Had Bildirme “Kalkışması” ve Hatırlattıkları

Son dönemde caddelerde, işyerlerinde, dolmuş ve metrolarda yaşanan başörtülülere saldırı haberlerine bu kez de CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç'un Mecliste AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin'e yönelik sözde haddini bildirme "kalkışması" eklendi.

Son dönemde caddelerde, işyerlerinde, dolmuş ve metrolarda yaşanan başörtülülere saldırı haberlerine bu kez de CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç’un Mecliste AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’e yönelik sözde haddini bildirme “kalkışması” eklendi.

Özkoç’un “bu kadın” ve “haddi bildirin” şeklindeki küçümseme ve aşağılama ima eden üslup kabalığı bir yana, Batılı muadilleri gibi doğulu modern seküler “elitler” de kendinden menkul bir üstünlük ve kibirle tanımlama üstünlüğünü ellerinde tuttuklarını her seferinde yeni bir cüretle gösterme telaşındalar. Nitekim bu son yaşananları “Cumhuriyet kadını kimdir?” ve “Kimler first lady olabilir?” gibi tartışmalarla birlikte düşünmek gerekiyor.

Gerek Kılıçdaroğlu gerekse İnce’nin kendilerini arayan gazetecileri adeta iteklemesiyle yaptıkları açıklamalar bir yana ne Atatürkçü dernekler, ne gazeteciler ne de kadın STK’larının kadınlarla ilgili diğer tacizlere gösterdikleri tepki ve ilgiyi bu olaylardan esirgemeleri bunları münferit hadiseler olarak okumayı imkansız kılıyor. Seküler elitlerin aşağılayıcı ve ötekileştirici dilinin sokakta şiddete dönüşmesi bu nedenle artık kimseyi şaşırtmamalı.

CHP’nin ve tabanını kimliksel ve ideoloji duruşundan geri adım atmadan başörtüsü hakkını kabul etmesi çok zor görünüyor. 20 yıllık iktidarın normalleştirmesi ve neredeyse icbarı ile söylenen sözlerse itimat telkin etmiyor. Bu nedenle özellikle başörtüsü sabıkası kabarık siyasilere karşı talepkar dil artırılmalı. Geçmişe yönelik nedamet göstermeleri ve samimiyetlerini ispat etmeleri talep edilmeli.

Başörtülülere yönelik bu saldırılar kamuoyuna yansıdıkça –ki yansımayan çok fazla olay var– farklı şekillerde çerçevelenmeye çalışılıyor. Saldırılara tepki gösteren az sayıdaki seküler, entelektüel, gazeteci ve siyasetçi bu saldırıları başörtülü kadına değil “kadına yapılan bir saldırı” olarak kınarken saldırıların esas nedenini bilerek göz ardı ediyor. Saldırıya uğrayan genç kızlar ve AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’e de kadın oldukları için saldırılmış gibi tepki verilmesi, bu çevrelerin başörtüsünü savunur bir görüntü vermekten uzak durduklarını gösteriyor.

Bu çevreler “Yine mi başörtüsü”? gibi söylemlerle başörtüsü tartışmalarını hep “lüzumsuz” ve “zamansız” görmekte ve bu meseleyi suni bir mesele gibi gösterme çabası içinde. Nitekim toplumun başörtüsü diye bir sorunu yok diyerek araştırma yayınlayan şirketler 28 Şubat sürecinde de ortada toplumsal bir sorun yokken, bir gecede siyaseten ve elitler eliyle daha sonra medya ve entelektüellerin desteğiyle bir gecede sorun haline getirildiğini unutuyor. Bu olaylara yönelik sağlıklı bir okumanın yapılabilmesi için öncelikle meselenin sosyo-ekonomik mi, yoksa siyasal-ideolojik mi olduğunun anlaşılması gerekli.

Ekonomik ya da sosyal şahsi öfke birikimlerinin yeni bir nesnesi olarak başörtülülere karşı gösterilen tepkiler ideolojik saldırılardan ayrılmalı. Seküler elitlerin ve siyasilerin hedefi haline getirilen başörtülülerin toplumsal bir nefret objesine dönüştürülmek istendiği tehlikesi göz önünde tutulmalı. Burada ne muhafazakarların, ne başörtülülerin tek bir blok olmadığı herkesçe hatırlanmalı. İnsanların sosyolojik olarak mı, varoluşsal olarak mı dini kimlikler taşıdığının tartışıldığı bir konjonktürde pek çok insanın –örneğin başörtülü olmadan önce ve belki çok daha fazla– bir sosyal medya fenomeni olduğu göz ardı edilmemeli. Böylesi bir konjonktürde herkesi “başörtülüler” kotasında eritmek doğru görünmüyor. Medya ve entelektüeller de örneğin tipik bir 21. yüzyıl gencini, “başörtülü kıza” indirgemekten imtina etmeli. Buna karşın muhafazakar cephede de mesela sırf başörtülü diyerek sadece bu nedenle tehdit algısıyla savunmaya geçmemeli.

Diğer yandan belli kesimlerden de sahte duyarlılıklar talep edilmemeli. Bu sadece toplumsal olarak Türkiye’yi anlamak için değil seçmenin siyaseten de doğru tercihler yapabilmesi için de zorunlu. Aksi takdirde maskelenmiş bir nefret gücü ele geçirdiğinde daha da derinleşmiş öfke ve nefretlerin hiç umulmadık tepkileriyle karşılaşabiliriz.

Başörtülüler ise meseleyi sorunsallaştıranları hapsetmek istediği çerçeveye sıkışmamalılar. Tüm hikayeyi siyasi bir çerçeveye ve özellikle de 28 Şubat sürecine, medyaya düşen haberlere, mağduriyet ve travmalara hapsetme gayretlerine karşı uyanık olunmalı. Açığı kapalısı, erkeği kadını ile dindarlar başörtüsü tartışmalarını esasa yani ontolojik ve felsefi zeminine geri çekmeliler. Bu noktada saldırgan veya savunmacı tepkiler vermektense sahici tutumlar takınılmalı. Son tahlilde Türkiye’deki sağduyulu herkes dindarı ve seküleriyle Türkiye’nin hapsedilmek istediği toplumsal gerilimlere teslim olmayı ısrarla reddetmeli.

[Sabah, 23 Kasım 2019]

Etiketler: