“Güvenli bölge” giderek Türkiye ve ABD arasında bir çözümsüzlüğe doğru gidiyor. ABD’nin Türkiye’nin kabul etmesinin pek mümkün olmadığı teklifi iletmesinin ardından Ankara teklife “hayır” dediğini duyurdu. Zira sunulan teklifte ne bir güvenli bölge oluşturulması öngörülmüştü ne de bu bölgenin Türkiye’nin istediği gibi formüle edilmesi sağlanmıştı.
Daha da kötüsü PYD-YPG’nin ABD’li yetkililere de aktarmış olduğu güvenli bölgenin içeriğine bakılırsa Jeffrey tam da buna benzer bir teklifi Ankara’ya iletti. Ne derinlik, ne kontrol ne de siyasal, askeri ve güvenlik düzenlemeleri Türkiye’nin istekleriyle uyuşuyordu. Uyuşmadığı gibi Ankara teklifi, Türkiye’nin PYD ile de facto bir şekilde bir arada bulundurulma çabası olarak okudu.
Sonrasında ise Milli Güvenlik Kurulu kararında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Osaka’da zikrettiği “barış koridoru” ifadesi yer aldı. Anlaşılan Ankara, Washington ile gelinen noktada güvenli bölgenin bir oyalamadan ibaret olduğunu gördü ve yeni bir yol haritası oluşturmak için kolları sıvadı.
Barış koridoru vurgusu ne anlama geliyor?
Türkiye’nin kendi yol haritasını ABD olmadan hayata geçireceğine dair güçlü bir sinyal de Dışişleri tarafından verildi. En son yapılan açıklamayla Ankara’nın tavrını daha net bir şekilde ortaya koyduğunu söylemek mümkün. Ankara “Beklentilerimizin karşılanmadığını anladığımız halde güvenli bölge konusunda gerekli adımları atacağız…Yeni tekliflerin oyalamaya dönüşmesine izin veremeyeceğiz” şeklinde oldukça net bir açıklama yaptı.
Türkiye beklentilerinin karşılanması konusunda ABD’ye olan güvenini iyice kaybetmiş durumda. Zira ABD’nin oyalamanın dışında, müzakereler devam ederken PYD-YPG’nin pozisyonunu pekiştiren eylemlere devam etmesi bunun kanıtı olarak görülüyor Ankara tarafından. CENTCOM’un yeni komutanının ilk ziyareti Jeffrey’nin Ankara’da müzakereler için toplantılara katıldığı sırada gerçekleşiyordu.
Güven kaybının sebebi elbette sadece bunlarla sınırlı değil. Başından beri S-400 ve Suriye dosyalarını ayrı tutacağını söyleyen ABD şimdi bu iki meseleyi birleştirmiş durumda görünüyor. Amerikalı bazı isimlerin S-400 sorunu devam ederken Washington’ın “anlaşmasız” bir pozisyonda olacağını düşünmesi buna örnek olarak verilebilir.
Öte yandan Ankara gerekli adımları atma konusunda kararlı ancak bu adımların ne zaman atılacağı konusunda bir kesinlik yok.
Yarın Ankara’ya gelecek heyetin teklifinde bir değişiklik olmaması durumunda Türkiye geniş kapsamlı olmayan bir askeri hamle yapma konusunda hazırlıklarını tamamladı. Bu hamle büyük ölçüde küçük çaplı ve spesifik bir bölgeyi kontrol etmek için Türk askerinin Fırat’ın doğusuna girmesiyle yeni bir süreci başlatmak için hayata geçirilecek gibi görünüyor. Böylece Ankara MGK kararında ifade edilen “barış koridoru” vurgusunu ABD olmadan hayata geçirilecek bir opsiyona dönüştürmüş olacak. Tabii ki bu süreç bütün yönleriyle Türkiye için Suriye’de yeni bir dönemin başlaması demek.
Ancak başka alternatifler de mevcut. O da ABD’nin yeni teklifinin Türkiye’nin isteklerini önemli ölçüde karşılayacak şekilde revize ederek yenilenmiş olması. ABD Türkiye’nin taleplerini maksimalist görmek yerine kendi mevcut teklifinin Ankara için stratejik bir meydan okuma anlamına geldiğini idrak ederse o zaman Türkiye ile birçok konuda ortak çalışmaya devam edebilir. Bunun yolu da güvenli bölge konusunda Türkiye ile anlaşma yapmaktan geçiyor.
Anlaşma kesinlikle şu üç konuda tatmin edici olmak zorunda: derinlik, kontrol ve YPG’nin bölgeyi boşaltması. Zira bu üç unsurdan biri gerçekleşmezse güvenli bölgenin Türkiye için güvenlik üretmesi pek mümkün değil. Bunların yanı sıra beş yıldır PYD’nin kontrolünde bulunan bölgelerde yönetimsel düzeyde yeniden yapılanmaya gidilmek zorunda. Kimse duvarında Abdullah Öcalan’ın fotoğrafının asılı bulunduğu bir resmi kurum görmek istemiyor, PKK hariç.
Elbette Fırat’ın doğusunda yapılacak birçok başka iş var. Demografinin eski halini alması, yeniden yapılandırma ve güvenliğin YPG olmadan tesis edilmesi bunların arasında yer alıyor. En önemlisi de Ankara’nın sayısı 40 bini aşmış YPG’nin gücü, kapasitesi ve etki alanını minimize etmek için yeni formüller bulması şart.
Türkiye için bundan sonra en önemli mesele operasyonel zamanlama ile hedefledikleri arasındaki dengeyi korumak. Zamanlaması iyi hesaplanmamış ya da zamanında atılmamış bir hamle stratejik ve siyasi hedeflere ulaşmayı engelleyebileceği gibi yeni meydan okumaların da temayüz etmesine yol açabilir.
Barış koridoru hamlesinin Ankara’nın stratejik hedefleriyle uygunluk göstermesi için ABD’nin somut bir anlaşmaya sevk edilmesi gerekiyor.
Konuşmak ya da müzakere etmek tek başına yeterli bir sevk aracı değil. Daha sert araçlara ihtiyaç var. Türkiye bu araçları kullanabildiğini gösterdiği ölçüde ABD, Ankara’nın tezlerine daha çok yaklaşmış ve YPG ile stratejik bir ortaklık kurulamayacağını anlamış olacak.
[Sabah, 3 Ağustos 2019]
Etiketler:
- Güvenlik
- Strateji Araştırmaları
- Yorum
- 19 Aralık 2018 ABD'nin Suriye'den Çekilme Kararı
- ABD
- ABD Dış Politikası
- ABD-PKK (YPG/PYD/SDG) İlişkileri
- ABD-Terör İlişkileri
- ABD'nin Ortadoğu Politikası
- ABD’nin Suriye Politikası
- Abdullah Öcalan
- Barış Koridoru
- Başkan Recep Tayyip Erdoğan
- Bölgesel Aktörler | Küresel Aktörler
- CENTCOM
- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
- Dijital Medya
- Diplomasi
- Donald Trump
- Fırat'ın Doğusu
- Güvenli Bölge
- James Franklin Jeffrey
- Ortadoğu
- PKK - YPG - SDF - PYD - YPJ - SDG - HBDH - HPG - KCK - PJAK - TAK - YBŞ
- PYD
- Recep Tayyip Erdoğan
- S-400 Hava Savunma Sistemi
- Sabah Gazetesi
- Suriye
- Suriye İç Savaşı
- Suriye Krizi
- Tampon Bölge
- Terörle Mücadele
- Trump'ın Suriye'den Çekilme Kararı
- Türk Dış Politikası
- Türk-Amerikan İlişkileri
- Türkiye
- Türkiye-ABD İlişkileri
- Uluslararası İlişkiler
- Washington
- YPG