Gezi Parkı Eylemleri: Yanlış Analojiler, Beklentiler ve Yeni Muhalefet Tarzı

28 Mayıs'ta Taksim Gezi Parkı'nda belli hassasiyetlerle sempati uyandırarak başlayan barışçıl eylemler, polisin orantısız ve yanlış müdahalesi sonrasında radikal sol grupların militanlığı ve ulusalcılarca asıl sahiplerinden çalındı, Taksim Platformu'nun talepleri listesiyle de sivil vesayet gösterisine dönüştü. Demokrasiler açısından son derece sağlıklı ve meşruluğu su götürmez başlangıç, gelişen momentumdan kargaşa çıkarmak suretiyle Başbakan'ı ve AK Parti'yi zayıflatma, uzak ihtimal de olsa düşürme hareketi devşirmeye çalışanlarca gölgelendi. Barışçıl olmaktan uzaklaşıp vandalizme dönüşen olaylarda, biri polis komiseri ikisi eylemci olmak üzere üç vatandaş hayatını kaybetti, içlerinde ağır yaralılar da olmak üzere onlarca polisle birlikte çok sayıda vatandaş yaralandı, kamu mallarına zarar verildi.

28 Mayıs’ta Taksim Gezi Parkı’nda belli hassasiyetlerle sempati uyandırarak başlayan barışçıl eylemler, polisin orantısız ve yanlış müdahalesi sonrasında radikal sol grupların militanlığı ve ulusalcılarca asıl sahiplerinden çalındı, Taksim Platformu’nun talepleri listesiyle de sivil vesayet gösterisine dönüştü. Demokrasiler açısından son derece sağlıklı ve meşruluğu su götürmez başlangıç, gelişen momentumdan kargaşa çıkarmak suretiyle Başbakan’ı ve AK Parti’yi zayıflatma, uzak ihtimal de olsa düşürme hareketi devşirmeye çalışanlarca gölgelendi. Barışçıl olmaktan uzaklaşıp vandalizme dönüşen olaylarda, biri polis komiseri ikisi eylemci olmak üzere üç vatandaş hayatını kaybetti, içlerinde ağır yaralılar da olmak üzere onlarca polisle birlikte çok sayıda vatandaş yaralandı, kamu mallarına zarar verildi.

Protesto eylemlerini gerçekleştiren grupların kompozisyonu noktasında oluşmuş gözüken gevşek (loose) ‘ittifakın’ Başbakan Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı dışında ne yöntem ne de gelecek tahayyülü noktasında ortak noktası olmadığı için kandil simidiyle ayakta kalmaya çalışan bir ittifak olduğunun altı çizilmeli. ‘Başbakan’ın giderek otoriterleştiği’ ve ‘bazı hükümet kararlarının belli kesimlerin yaşam tarzlarına ve inançlarına müdahale anlamı taşıdığı’ algıları eylemlerin gelişmesinde hiç şüphesiz rol oynamıştır. Ancak bu nedenler Başbakan ve AK Parti muhalefetinin aldığı şekli, yani sokaklaşmasını açıklayamaz. Muhalefetin sokaklaşmasının arkasında, askerin siyasi parti gibi davranmaktan vazgeçip gelişmiş demokrasilerdeki gibi hareket etmeye başlaması ve muhalefet partilerinin etkili muhalefet edememeleri karşısında sokağa sarılmaları yer almaktadır.

YENİ BİR MUHALEFET TARZI?

Gezi Parkı eylemlerinin ortaya çıkardığı ‘sokak muhalefeti’ tarzı mevcut Türk siyaseti kompozisyonunda hükümete muhalif siyasal partilerin çaresizliği ve askeri vesayetin zayıflaması akabinde yeni bir muhalefet tarzına işaret ediyor. Taleplerin ara siyasi mekanizmalarla iletilmemesi hükümet için endişeli muhalif kesimlere güçsüz olmadıklarını hissettirme gibi paradoksal bir sorumluluk yüklüyor. AK Parti’nin bundan sonraki süreçte gerek benimsenecek söylem tarzı anlamında, gerekse alınacak polisiye tedbirlerin ölçüsü ve şekli konusunda yeni muhalefete kendini uyarlaması ve hazırlaması gerekiyor. Bununla birlikte, hükümet meşru otoritesiyle bazı reformları yapar, kendisine dikte ettirildiğinin aksine ve muhafazakâr demokrat parti kimliğinin gereği olarak ‘içeride liberal dışarıda ulusalcı ve izolasyoncu politikalar’ izlemeyi reddederken, bu karar ve politikaları rasyonel zemine oturtmaya çalışmalıdır. Bunun yolu ise yatıştırıcı ve ikna etmeye yönelik bir retoriği alet çantasından çıkarmaktan geçmektedir. Bu bakımdan alkol düzenlemesi tartışması pekâlâ rasyonel bir düzlemde götürülebilir, bu zeminde bugün birçok AB ülkesinin yaşamakta oldukları problemler ve özellikle de İngiltere örneğiyle siyasilerin önlem alma vaatleri ön plana çıkartılarak, yapılmak istenen düzenleme daha ikna edici bir şekilde kamuoyu tartışmasına sunulabilir.

DEMOKRASİ VE EYLEM

Yeni muhalefet yönteminin demokrasilerin ruhuna uygun olduğu iddiası ve sokağa dökülen herkesin taleplerinin hükümetler tarafından yerine getirilmek zorunda olduğu şeklindeki algı ise yanlış demokrasi anlayışının sonuçlarıdır. Demokrasilerde bu tür eylemlerin nasıl yapılması gerektiği gayet açıktır. Yasalara uygun ve şiddet içermeyecek şekilde herkes demokratik hakkını kullanma, hakkına, hukukuna sahiptir. Farklı sesler ve renklerin ortaya çıkması, farklı talep ve değerlerin hükümete ve toplumun bu taleplere ilk etapta katılmıyor gözüken kesimlerine duyurulması amaçlı barışçıl miting ve protestoların yasal şekilde yapılmasına izin verilmesi noktasında Türkiye’de herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. Ancak demokrasi, hükümetlerin, kendi politika ve doğrularından ayrışan talep ve beklentilere kulak vermelerini gerektiren bir siyasi rejim olmakla birlikte, onları bu taleplere uymakla mükellef kılan bir rejim değildir. Bu noktada ileri demokrasi olarak gösterilen ülkelerden birkaç örnek vermek mümkün.

Mevcut Fransız Hükümeti’nin eşcinsel evliliklere izin vermek istemesi nedeniyle birkaç hafta öncesine kadar Fransa’da büyük bir tartışma yaşandı. Yapılan kimi kamuoyu anketleri Fransa halkının tasarıya destek verme noktasında ortadan ikiye ayrıldığını, bazı anketler ise tasarıya destek veren kesimlerin oranının karşı çıkanlardan daha fazla olduğunu gösterdi. Bu toplumsal bölünme hali sokaklara da yansıdı ve yüzbinlerce insan tasarıyı veto ederken, yüzbinlerce insan da yasa teklifini destekledi. Karşı çıkanların bir kısmı polisle çatıştı ve yüzlerce gösterici tutuklandı.1 Başkan François Hollande ise seçim kampanyasında “evliliği herkes için bir rüya olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürme” sözü doğrultusunda, bu tasarının savunduğu ve Fransa toplumu nezdinde karşılık da bulan değer ve doğruyu, yüzbinlerin itirazına rağmen resmen hayata geçirdi.

Benzer şekilde, Irak’ın işgali arifesinde ABD’nin farklı eyaletlerinde yüz binlerce insan işgale karşı çıkan gösteriler yaptı, farklı değer ve doğrularını seslendirdiler. Ancak Amerikan demokrasisi, yönetimine ciddi toplumsal muhalefete rağmen farklı bir karar almasına olanak tanımıştı. Her ne kadar verilebilen karar en başta Iraklılar ve Müslüman dünyası için büyük bir yıkımla sonuçlanmış olsa da, hiç kimse yüz binlere varan kitlenin muhalefetini gerekçe göstererek Başkan Bush’un istifa etmesini gerçekçi biçimde beklemedi. Ne Fransız ne de Amerikan Başkanları, kendilerine muhalif kesimleri ikna etmeye çalışırken, kendi fikirlerinin tartışılmasına izin verir ve karşıt fikirlerini dinlemeye gönüllü olurken, kendilerini muhalefetin doğru düşünce ve değerlerini uygulamak zorunda hissetmediler.

Demokrasilerde farklı doğru ve değerleri temsil eden birden çok siyasi partinin adil seçimlerde yarışması beklenmektedir. Demokrasilerde hükümetler, bu güce erişen siyasal partilerin seçilmeden önce siyasette temsil etmeye söz verdikleri değer ve doğrular ışığında, muhalif sesleri de kesinlikle susturmadan, ülkeyi yönetsinler diye seçilmektedir. Yani hükümetleri alternatif doğru ve değerlerin seslendirilmesine, duyurulmasına ve savunulmasına izin vermek, bu değer ve doğruları dinlemek ve göz önünde bulundurmakla yükümlü tutar. Buna izin vermeyen yönetimleri ise otoriter olarak adlandırırken, onları bu alternatif değer ve doğrulara mutlaka uymak ve katılmaktan sorumlu tutmaz. Zira bir hükümet, toplumun gerçeklerinden kopmuşsa, bu alternatif değer ve doğruları kendisine duyurulduğu anda dikkate almamakla zaten hata etmiş olacak, bunu da seçimlerde aldığı sonuçla anlayacaktır. Ama Gezi Parkı eylemlerinde denildiği gibi, “senin politikalarının ve değerlerinin ciddi oranda destekçisi olsa da, biz karşı çıkıyoruz, sen de bizim dediğimize geleceksin” tavrına demokrasi haritasında yer yoktur. Demokrasi muhalefet için sabır isteyen, hükümet için ikna yöntemini gerektiren bir rejimdir. Alternatif doğru ve değerlerin de var olduğu kendilerine muhalefet tarafından barışçıl ve en güçlü şekilde anlatıldıktan sonra, hükümetlerin bunları göz önünde bulundurma veya bulundurmamaları demokrasilerde kendiinisiyatiflerindedir. Bunun aksini iddia etmek, 28 Şubat’ta vesayetçi MGK’da alınan kararları milli iradenin tecelli ettiği yer olarak kabul ettiğimiz TBMM’de tartışmaya açamazsınız demekle2 eş değerdir. O döneme damga vuran bu tavrın bugünkü muadili, Taksim Dayanışma Platformu’nun Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşmelerinde dile getirdiği “Gezi Parkı için referandum yapılamaz”, 3. köprü, 3. havaalanı, Kanal İstanbul vb. hükümet projeleri de dâhil “her şeye karşıyız” tutumudur. Nasıl ki ‘telefon iki taraflı çalışır’sa, bugünlerde sıkça dillendirilen ‘empati’ de iki taraflı çalışmalıdır; çoğunluğun değerlerinin dikte edilmesine karşı çıkılırken, azınlık tahakkümü aranmamalıdır.

Protestoların toptancı bir yaklaşımla “halk devrimi”, “Türkiye’nin Uyanışı”, ya da“baskıcı rejime karşı özgürlük, eşitlik, demokrasi mücadelesi” etiketleriyle sunulması ise şaşkın bir analojinin sonucudur. On gündür Türkiye’de yaşananlar bir “bahar” ise, Fransa’dan ABD’ye, Yunanistan’dan İspanya’ya kadar bu tür bir baharı yaşamamış ülke yoktur.Ve barışçıl kaldıkları sürece bu baharlar demokrasinin gereği, sağlık belirtileridir. Ancakeylemlerin ‘Türk Baharı’ denilerek Hüsnü Mübarek’in Mısır’ı, Baba Oğul Esedler’in Suriye’si, Salih’in Yemen’inden ilham alınarak Arap Baharı ile eş tutulması, ancak, Suriye’de bir trafik kazası olduğunda, kazanın taraflarının “karakola götürürlerse bir daha oradan çıkamayız” diye düşünerek polis gelmeden olay mahallinden kaçtıklarını bilmeyenlerin veya bilmek istemeyenlerin benimseyebileceği bir tavırdır.

Meydana gelen olaylar hem yeni muhalefet hem de hükümetçe sağlıklı biçimde değerlendirilir, kronik sorunların çözümü sürecinde yeni muhalefete uygun araçlar ve söylemler geliştirilir ve tartışmalara yeterli zaman ve rasyonel zemin iade edilirse, bahar diye nitelendirilen bu eylemlere bir süre sonra dönüp “yeni Türkiye’nin doğum sancıları” olarak bakmak mümkün olabilecektir.

  1.  “France: riots erupt in Paris at rally against marriage,”http://metro.co.uk/2013/05/27/france-riots-erupt-in-paris-at-rally-against-gay-marriage-3810281/
  2. Dönemin TBMM Başkanı Mustafa Kalemli bu noktayı anılarında itiraf etmektedir, bkz. Mustafa Kalemli, Kalemli’nin Kaleminden (İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2002); 28 Şubat sürecinin ilk Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı bu itirazını dönemin Başbakan Yardımcısı ve koalisyon ortağı DYP’nin Genel Başkanı Tansu Çiller’e sert biçimde aktarmıştır, Mehmet Bican, 28 Şubat’ta Devrilmek (Truva Yayınları, 2013).
Etiketler: