Galiba TÜBA Haklı: Akademi Sona Ermiştir!

TÜBA'nın kendisine ilişkin her uluslararası haberi, Türkiye gündemine çekmeye çalışması da şimdilik pek etkili olmuş gibi görünmüyor.

Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜ- BA) ilişkin yeni yasal düzenleme, mevcut Akademi üyelerinin yanında artık hükümet ve Yükseköğretim Kuruluna da yeni üye belirleme yetkisi veriyor. TÜBA üyeleri, yeni düzenlemeyle “TÜBA’nın bir Akademi olarak sona erdirildiği” kanaatine vardıklarını açıkladılar. TÜBA yönetimi, yeni düzenlemenin bilimsel özerkliğe aykırı olduğunu belirterek, geri çekilmesini talep etmekte ve toplu istifayı gündeme getirmektedir. Bu tür tepkilerin gündemde yer bulabildiğini ve güçlü bir sese dönüştüğünü söylemek zor. Aslında benzer bir yasal düzenleme başka bir ülkede olsa, tepkiler Türkiye’deki kadar sönük olmazdı. Ulusal sınırlar içinde gördüğü desteği yeterli bulmayan TÜBA, uluslararası medya ve kuruluşlardan yardım talep etti. TÜBA’nın kendisine ilişkin her uluslararası haberi, Türkiye gündemine çekmeye çalışması da şimdilik pek etkili olmuş gibi görünmüyor.

TÜ- BA’nın “yurtdışı tepkiler” diye web sayfasına koyduğu Nature ve Science gibi dergilerde çıkan haberler, ya yeni düzenlemeyi aktarmaktan ibaret ya da hükümete dönük kısık sesli eleştiriler içeriyor. Hele, adeta özerkliğin ne olduğunu belirleyen bir otoriteymiş gibi sunulan ve yardıma çağırdıkları Bilim Akademileri Küresel Ağı (IAP) türü organizasyonların Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a yazdıkları mektup, yurtdışındaki akademilerin de konunun özünü bilmediklerini ve ellerine tutuşturulan mektuptan bir şeyler yazdıklarını ortaya koyuyor. Bütün uluslararası medyada yer alan haber ve metinler tek elden çıkmış gibi, benzer ifadelerle, özerkliğe vurgu yapıyor; fakat bu haber ve metinler, ne özerkliğin ne olduğunu ne de düzenlemenin içeriğini tartışıyor. 

Akademinin bitimi 

Peki, yeni düzenleme, Akademi’nin bilimsel özerkliğini gerçekten de sona erdiriyorsa, tepkiler neden alabildiğine sönük? Bu sorunun çok basit bir cevabı var: Akademi, çok daha önce zaten sona ermişti. TÜBA yönetiminin şimdi gördüğü bu hususu, kamuoyu çok daha önce görmüştü. TÜBA kuruluşundan itibaren belli bir grubun etkisi altında kalmıştı ve tamamen ideolojik nedenlerden ötürü, bilim adamlarının tamamını kucaklamayı ısrarla reddetmişti.Bundan dolayı, TÜBA, bilimsel özerkliğe sahip ve bilimsel gerekçelerle hareket eden bir kurum olarak asla görülmedi toplum gözünde. Mevcut haliyle TÜBA’nın bitimi için illa bir tarih verilmesi gerekiyorsa, bu tarih, TÜBA yönetiminin şimdi iddia ettiği gibi, Ağustos 2011 değil, dünyaca ünlü bilim adamı Şerif Mardin‘in, Said Nursi hakkındaki sosyolojik araştırması yüzünden TÜBA üyeliğinin iki kez veto edildiğini açıkladığı Aralık 2004’tür. O dönemde yaptığı bir konuşmada Mardin, “Benim işim toplumu belirleyen olguların arkasındaki dünyayı incelemek. Din de bu olguların en önemlisi. Hedef olacağımı düşünmüştüm, ama üniversite çevresinden bunu ummazdım” demişti. 

Kapalı devre

 Şayet TÜBA, üye belirlerken bugüne kadar sadece bilimsel ölçütleri gözetmiş olsa, bugün hükümet düzenlemesine karşı çıkma konusunda meşruiyeti olur ve toplumdan daha fazla destek görürdü. Maalesef, TÜBA üye yapısında heterojenliği sağlayamamıştır. Bu içe kapanıklık TÜBA’nın toplumdan yabancılaşmasına yol açmıştır. TÜBA, örneğin, yeni üniversitelerin kurulması gibi toplumsal talepleri görmezden gelmiş ve konuyu basitçe bir “politik karar” olarak değerlendirmiştir. Tuhaftır, TÜBA üyeleri arasından hiçbir zaman ciddi bir “çatlak bir ses” çıkmamıştır. TÜBA kendini bir “camia” olarak ilan etmiş ve dolayısıyla herhangi bir konuda görüş bildirdiğinde veya rapor yayınladığında, nedense bu görüş, bütün üyelerin “ortak görüşü” olmuştur. Şunu sormadan edemiyoruz: TÜBA, nasıl bir akademidir ki eleştirel düşüncenin beşiği olması gereken bir konumdaki bütün üyeleri hemen her konuda aynı düşünüyor? 

Heterojen bir üye yapısı 

TÜBA, bundan sonra üye yapısı heterojen bir hal alacağı için, özerkliğinin sona ereceğini iddia ediyor. Şunu açıkça söylemek gerekir ki, kurumsal özerklik, kurum üyelerinin belirlenmesi ve atamasıyla ilgili bir mesele olmaktan çok, kurumsal işlem, süreç ve kararların bağımsızlığıyla ilgilidir. Esas mesele, üyelerin farklılıklara tahammül edip, nesnel ve bilimsel bir tutum geliştirip bağımsız karar verebilmeleridir. Bu yapılabilirse, Akademi, -ilk modern üniversite olan Berlin Üniversitesi’ne gidilen yolda yapılan eleştiriler gibi- bilim üretmeyen yaşlı ve emektar üyelerinin bir topluluğu olmaktan (corpus mysticum et mortuum) ziyade, bilimin gelişmesine ve seçkin bilim adamlarının yetişmesine hizmet edebilir. Dünyadaki bütün özerk bilimsel kuruluşlar, özerkliğin getirdiği sorumluluğa riayet ettikleri ölçüde özerkliklerini sağlamlaştırmış ve toplumdaki saygınlık ve güvenirliklerini arttırmışlardır. Aksi durumda, alternatif görüşlere kapalı bir bilim “camiası”, özerkliğin tanımı ve doğasından kaynaklanan “öz”ü yok eder. Kurumsal özerkliğin doğası, öznel fikirlerin açık bir şekilde tartışılarak hakikati arama istencinin canlı kalmasını garanti altına almayı gerektirir.

Sabah/Perspektif – 18.09.2011

Etiketler: