Diplomasi Çözüldü, Siyasi Sorun Devam Ediyor

ABD, Fransa ve Almanya'nın da aralarında bulunduğu 10 ülkenin büyükelçileri, Türkiye'de yargı süreci devam eden Osman Kavala davasına yönelik bir bildiri yayınladı. Bildiri üzerine çıkan kriz, diplomatik yollarla kısa sürede çözüldü.

ABD, Fransa ve Almanya’nın da aralarında bulunduğu 10 ülkenin büyükelçileri, Türkiye’de yargı süreci devam eden Osman Kavala davasına yönelik bir bildiri yayınladı. Bildiri üzerine çıkan kriz, diplomatik yollarla kısa sürede çözüldü.

 

Büyükelçiler, 18 Ekim’de yayınladıkları bildiride, Türkiye’de yargı süreci devam eden Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını istemişlerdi.

Alman Süddeutsche Zeitung gazetesinde yer alan bir ifadeye göre 10 diplomatın ortaklaşa yaptığı açıklama “alışıldık değil.” Nitekim Türkiye de en üst düzeyde diplomatik temayülleri hiçe sayan bu alışılmadık çıkışa, diplomatik bir adımla, hukuki çizgide ancak siyasi mesajı açık bir tepki verdi: Türkiye, ilgili ülkelerin büyükelçileri üzerinden içişlerine müdahaleyi kabul etmeyeceğini güçlü şekilde vurguladı.

“İstenmeyen adam” tepkisi

Diplomatik tepki araçlarından biri olan “persona non grata” uygulaması ülkelerin milli çıkarları, kırmızı çizgilerini ihlal ve egemenliklerine müdahale edildiğini düşündükleri durumlarda yabancı kişilere karşı uygulanıyor. Bu mekanizma daha çok bir ülkede ikamet eden diplomatik temsilciler için geçerli olsa da ülke dışındaki sivil kişilere karşı da kullanıldığı oluyor. Nitekim 2002 yılında “Söylenmesi Gereken” şiirinde İran’la İsrail’i mukayese ettiği için Nobel ödüllü Alman yazar Günter Grass, İsrail tarafından istenmeyen adam ilan edilmişti.

İç ve dış kamuoyundan farklı tepkiler

Türk medyasında büyükelçiler meselesi kimilerince cesur, kimilerince iç siyasete yönelik bir hamle, kimilerince ise “Kavala’nın diplomatik oyunlara alet edilmesi” şeklinde yorumlandı. Ancak genel olarak büyükelçiler üzerinden siyasi mesaj verilmesinin diplomatik geleneklerin dışında olduğu konusunda bir tartışma yok.

Bu hamleyle seçimden evvel Türkiye’yi yalnızlaştıran bir görüntünün verilmesinin hedeflendiğini düşünenlere göre uzun süredir kendi çıkarlarını önceleyen bir dış siyaset izleyen Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buna sessiz kalmayacağı biliniyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, büyükelçilerin Türk yargısına talimat veremeyecekleri yönündeki uyarısı ve istenmeyen adam ilan edileceklerini açıklamasından sonra yeni bir süreç başladı. Türkiye’ye dair eski alışkanlıklardan vazgeçilmesi gerektiği, eşit, göz hizasında bir ilişkinin sürdürülmesi gerektiğinin altı çizilmiş oldu.

Türkiye’nin büyükelçilere diplomatik sorumluluk ve sınırlarını göstermesinden ve hukuka uymaları çağrısından sonra elçiler de ülkeler de diplomatik ilişkileri düzenleyen Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine atıf yaparak hukuka bağlı kalacaklarını teyit ettiler.

Diplomatik sorun çözüldü, siyasi sorun devam ediyor

Türkiye ve elçiliklerin bağlı olduğu ülkelerle yapılan müzakerelerle uzlaşıya bağlandığı görülüyor. Diplomatik bir krizin müzakereler yoluyla çözülmesi şaşılacak bir durum değil. Elbette ne elçilerin ne de bağlı bulundukları ülkelerin siyasi tutumunda bir değişiklik olduğunu düşünmek naiflik olur. Ancak bildiriyle gelen siyasi ama sembolik değeri yüksek bir hamleye aynı araçlarla tepki verildi. Bu tepkinin verilmesi Türkiye’nin ulusal itibarının ve egemenlik haklarının korunması açısından büyük değer taşıyordu.

Hukuk ve diplomasi ihlaline; Türk yargısına dışarıdan müdahalenin kabul edilemeyeceği ve Anayasa’nın, yargının bağımsızlığını teminat altına alan maddesine atıf verilerek hukuka ve diplomatik sınırlara işaret eden bir açıklamayla karşılık verildi. Nitekim elçiler de son kertede hukuka ve diplomatik teamüllere bağlı olduklarını açıklayarak “Türkiye’nin içişlerine müdahale” etmeyeceklerini belirttiler.

Öte yandan başta ABD olmak üzere bildiri sahibi ülkelerin gerek kendi kamuoyları gerekse Türkiye içindeki taraflarına “geri adım atıldı” izlenimini vermemek için konuyu muğlak açıklamalara boğdukları görülüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, büyükelçilerin 41. maddeye bağlılık açıklamalarını ilk bildirinin bir teyidi olarak yaptıklarını iddia eden bir açıklama yaptı. Ancak Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesinin diplomatik misyonların sınırlarına dikkat çektiği ve ev sahibi ülkenin içişlerine müdahale etmemeyi taahhüt ettiği düşünüldüğünde, bunun sadece siyasi ve tutarsız bir yorum olduğu görülüyor.

Siyasi olarak taraflarca farklı yorumlansa da büyükelçilerin neden olduğu diplomatik kriz, Türkiye’nin tepkisi üzerine yine onların yaptığı bir açıklamayla sona erdi. Fakat bu durumu doğuran siyasi sorunlara bakıldığında, Türkiye’nin ulusal egemenliğini ve kendi çıkarlarını önceleyen dış siyasetinin kabul edilmemesi başta olmak üzere, siyasi sorunların devam ettiği görülüyor.

***

AA Analiz olarak son diplomatik krizi Türk ve yabancı akademisyenlere sorduk:

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, Nişantaşı Üniversitesi:

“Diplomatik misyonların ulusal yargı süreçlerine müdahale olarak görülebilecek bu hareketleri muhtemel siyasi saiklidir ve uluslararası hukuka aykırıdır. Bugün 10 Büyükelçilikten diplomatik misyonların ev-sahibi ülkeye karşı sorumluluklarını tanımlayan 41. maddeye bağlılıklarını teyit etmeleri, yaptıkları önceki açıklamanın uluslararası hukuk açısından kusurlu olduğunu bildiklerini ve bunun sonucunda ortaya çıkabilecek Türkiye’nin haklı tepkisinden çekindiklerini göstermektedir. İşin siyasi ve psikolojik yönü değerlendirildiğinde Türkiye’yi yıpratarak ehlileştirme politikasının Batılı aktörleri kendi değerlerini ve normlarını çiğnemeye götürdüğü görülmektedir. Ayrıca söz konusu politikada başarılı da olunmamış aksine Türkiye’nin kaybedilmesinin göze alınamadığı görülmüştür. Kısaca bu siyasi krizde Türkiye’nin caydırıcı gücü işlemiş ve egemenliği korunmuştur.”

Prof. Dr. Burhanettin Duran, SETA Genel Koordinatörü:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu büyükelçileri ‘istenmeyen adam’ ilan etme resti söz konusu ülkelerin ‘Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine riayet etmeyi teyit etmeleri’ ile sonuçlandı. Böylece Erdoğan, hiçbir ülkenin Türk yargısına talimat veremeyeceğini ve Türkiye’nin egemenliğine karışamayacağını tüm dünyaya gösterdi.

2023 seçimlerine giderken Erdoğan’ın bu restinin önleyici bir diplomatik hamle olduğu görüşündeyim. Gri liste, Halkbank davası ve 10 büyükelçinin ortak açıklaması birlikte okunduğunda Türkiye’yi baskılamak isteyen bazı çevrelerin harekete geçtiği algısı güçlenmektedir. Erdoğan bu net tepkisiyle önümüzdeki iki yılda benzer şekilde ‘insan hakları ve demokrasi’ söylemiyle Türk iç siyasetine müdahil olacak adımların atılmasını engelleyen bir yerde konumlanmıştır.

Bu tür adımları iç kamuoyunda mahkûm edecek bir siyasi gündem oluşturmuştur. Ülkemizin yeniden 2013 dönemi gibi bir türbülansa sürüklenemeyeceğine dair güçlü bir mesaj vermiştir. Seçimlerdeki demokratik rekabeti örseleyecek dış müdahalelerin iktidar ve muhalefet tarafından ortaklaşa reddedilmesi gerekmektedir. Türk siyaseti kendi demokratik dinamikleri ile belirlenir. Batı ittifakı içerisindeki yerine önem veren Türkiye, egemenliği konusunda hassas bir ülkedir, diğer demokrasiler gibi dış müdahalelere kapalıdır.”

Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi:

“Böylesine koordineli bir çıkış; hukuki iç süreçlere müdahale anlamı taşıyor. Türkiye’nin sıkışık bir anında böyle toplu bir çıkışa sessiz kalacağı tahmin edilmiş olabilir. Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir çıkışa, böyle bir vesayet hamlesine sessiz kalamazdı. Cumhurbaşkanı bu on ülkenin Ekonomik İşbirliği ve Kaklınma Örgütü (OECD) üyesi olması; bu ülkelerin birçoğu ile NATO’da aynı savunma paktında olmamız ve bir kısmıyla AB’de büyük ticaret ortağı olmamız nedeniyle bu adımı, Türkiye’nin uluslararası itibarına yapılmış bir hamle olarak algıladı ve tepkisini ifade etti. İlerleyen süreçte Türkiye’nin tutumu değişmedi; nihayetinde de yanlıştan dönüldü. 10 ülkenin bir araya gelerek bir ülkedeki hukuki sürece ilişkin yapılan bu türden bir açıklamanın sanırım diplomasi tarihinde pek bir örneği yok.”

Dr. Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı duruşu ve Osman Kavala ile ilgili açıklamayı yapan 10 büyükelçinin sınır dışı edilebileceğini söylemesi buradaki temel faktör olsa da kapalı kapılar ardından neler döndüğü spekülasyona açık.

Büyükelçilerin açıklaması diplomatik protokolleri açıkça ihlal ediyordu ve herkese bir kez daha Viyana Sözleşmesi’nin Diplomatik İlişkiler hakkındaki maddesi hatırlatıldı. Ancak bu sözleşme, ABD ve diğer Batılı devletleri geçmişte benzer şekilde davranmaktan alıkoymamıştı. Ve maalesef öyle zannediyorum ki gelecekte de benzer şeyler olacak.

Son yıllarda ABD dış politikasında sıklıkla görüldüğü gibi bu aslında ‘dediğimi yap, yaptığımı yapma’ politikası. Bu tür tutumlar mevcut uluslararası düzenin neden bu kadar çok türbülans yaşadığının bir nedeni: Leviathan’ın kendisi kurallara uymuyorsa, neden diğerleri uysun ki?”

Prof. Dr. Ferhat Pirinçci, Uludağ Üniversitesi:

“Siyasi açıdan 10 devletin kendi içlerinde koordine olup birlikte Türkiye’ye siyasi bir uyarı yaparak Türkiye’nin içişlerine ve devam eden yargı sürecine müdahalesi söz konusu. Normal şartlarda sadece içişlerine müdahale olarak tanımlanabilecek bu durum, müdahalenin 10 devletin Türkiye’deki büyükelçilikleri üzerinden yapılması ise işin diplomatik boyutunu oluşturuyor.

Durumun ciddiyeti ve istenmeyen kişi ilanının ortaya çıkaracağı sonuçlar dikkate alındığında, söz konusu 10 devlet bir fayda-maliyet hesabı yaptı ve geri adım atmanın daha az maliyetli olduğuna karar verdi.

Türkiye’nin bu müdahale karşısında gösterdiği tavır, Türk diplomasi tarihi ve dünya diplomasi tarihi açısından önemli bir olay olarak kayda geçti. Bu bağlamda Türkiye’nin diplomatik kararlılığı ve caydırıcılığının bir kez daha teyit edildiği söylenebilir.”

Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, Yıldız Teknik Üniversitesi:

“Türkiye’nin 19. yüzyıla uzanan diplomatik hafızası, önü alınamamış bu türden müdahalelerin ve belirli kesimler üzerinde himaye kurulmasının engellenemeyişinin maddi ve manevi açılardan yıkıcı sonuçlarıyla doludur. Büyükelçilerin deklarasyonu, Türkiye’nin acı tarihi tecrübeler üzerine kurulu egemenlik hassasiyetlerini harekete geçirmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki, büyükelçileriyle toplu müdahaleyi deneyen başkentler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘persona non grata’ kararını ilan ederek verdiği ‘bıçak kemiğe dayandı’ mesajının bir blöf olmadığı kanaatine vardılar. Batı’yla ilişkilerindeki krizler zincirinden ve çözümsüz gerilimlerden bunalan Ankara’yı kopuş yönünde nihai bir stratejik karara yöneltebilecek süreci tetiklemeyi çıkarlarına uygun bulmadılar. Ekonomik ve jeopolitik sıkıntıların Türkiye’nin egemenlik hassasiyetlerini gevşeteceği varsayımına dayalı direnç testi, umdukları sonucu vermedi.

Özellikle geri çekilen taraf, krizde stratejisinden çok attığı taktik adımın başarısız olduğunu düşünüyorsa kapsamlı bir yumuşamanın değil, sıradaki hamlenin planlarını tasarlamaya koyulacaktır. Önümüzdeki günler, ABD/Batı’nın kriz sonrasındaki tercih ve yönelimlerinin netleşmesi bakımından önemli olacak. Hakim beklenti, Türkiye’nin başka bağlamlarda yeni hamlelerle yüz yüze gelebileceği yönünde.”

Prof. Dr. Ramazan Erdağ, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi:

“Uluslararası alanda aktörlerin Türkiye ile ilişkilerinde her daim ‘eşit egemenlik ilkesine’ uygun olarak hareket etmesi gerekmektedir. Türkiye, ABD ile uzun soluklu stratejik iş birliğine sahiptir. NATO müttefikidir. Ancak yakın dönemde ABD bu stratejik iş birliğine uygun olmayan adımlar atmakta, en yakın örneğindeki Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden PKK/YPG/PYD terör örgütüne destek sağlamaktadır. Terörle mücadele Türkiye’nin beklediği iş birliğini göstermemekte örneğin FETÖ terör örgütü elebaşı ve üyelerini Türkiye’ye iade etmeye yanaşmamaktadır. Bölgesel ve küresel sorunların çözümünde kolektif iş birliği gerekirken ABD tarafından iş birliğine yönelik adımlar atılmaması müttefiklik ilişkisine de zarar vermektedir. ABD’nin bu süreçte geri adım atması iki ülke arasında iş birliği alanlarının gelişmesine katkı sağlayabilir.”

Dr. Valeria Giannotta, CeSPI Observatory on Turkey:

“Son dönemde yaşananların eşi benzeri yok; 10 Büyükelçi tarafından imzalanan dilekçe ‘sıradan’ bir diplomatik hareket değildi. Böyle bir krizin yaşanmasının nedeni, Batı’da ve tüm uluslararası arenada Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı konusunda derin endişeler bulunmasından kaynaklanıyor. AİHM’nin Osman Kavala hakkındaki hükmü dolayısıyla bazı ülkeler Kavala’nın serbest bırakılması için bu kararın harekete geçirilmesi için çabaladı. Ayrıca, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi konularda Ankara’nın geriye gittiğini vurgulayan son Türkiye-AB İlerleme Raporu düşünüldüğünde bu bildirinin zamanlaması da ilginç.

Birçoğu NATO, G7, Avrupa Birliği üyesi olan bu ülkelerle olan ikili ilişkiler bazında hem de bu ülkelerin ikili ticaret, yatırım ve ekonomi alanlarında önemli aktörler olmaları bakımından bu krizin tırmanması iyi olmayacaktı. Öte yandan Türkiye de güvenilirliğini kaybeden liberal bir ortak olarak uluslararası arenada daha da izole edilmenin bedelini ödeyecekti. Nihayetinde diplomasi galip geldi ve daha fazla gerilimden kaçınmalarının Türkiye’nin ne kadar önemli bir muhatap olduğunu gösterdiğine inanıyorum.”

Doç. Dr. Faik Tanrıkulu, Medipol Üniversitesi:

“Her ülke için geçerli olan bağımsız mahkemeler siyasi aktörlerin ve kamu mercilerin müdahalesi söz konusu olamaz. Hele ki yabancı misyon temsilcileri bir ülkede devam eden yargı süreçlerine müdahale etmesi veya yönlendirmeye çalışması düşünülemez. Buna rağmen, ülkelerin kolektif olarak hareket etmesi bazı ülkelerin uluslararası diplomatik ilişkilerde tek taraflı bakış açısının tezahürüdür. Türkiye’nin bu konudaki tavrı net oldu. Bu denli sert bir tepkiyi ülkelerin beklemediğini düşünüyorum.”

[AA, 27 Ekim 2021]

Etiketler: