Bir veri merkezi (data center) salonunda bulunan koridorlardan biri. Sadece bu dar yerde dahi on binlerce sunucu bulunmaktadır.

Dijital Egemenlik ya da Dijital Faşizm

Dijitalleşmenin güvenlik sorunu olarak algılandığı günümüz dünyasında özgürlük-güvenlik dengesine ilişkin kadim tartışmalar burada da yerini almaktadır.

Son çeyrek asırda, bilginin merkezde olduğu bir toplumsal düzenin varlığı, sosyal bilimlerin en önemli tartışma konularındandır. Bilgi toplumu, enformasyon toplumu, ağ toplumu ve risk toplumu gibi birçok teori, değişen sosyo-politik dünyada bilginin ve yeni internet teknolojilerinin rolünü sorgulamaktadır. Değişime neden olan teknolojik yenilikler ve internet ile ortaya çıkan yeni dünya düzeninin birtakım imkanların yanında riskleri de beraberinde getirdiği bu tartışmalarda öne çıkan temalardır. Tıkanan demokratik kanalların açılması ve toplumsal muhalefetin örgütlenmesi açısından önemli olanaklar sağlayan dijital ağlar siber zorbalık, dijital kapitalizm, siber terör ve fake news gibi kavramlarla ifade eden farklı tehdit alanlarını da gündemimize sokmuştur. İran’da nükleer alanının etkili isimlerinden olan Fahrizade suikastındaki siber espiyonaj iddiaları, 2011’de Citigroup’a yapılan devasa büyüklükteki siber saldırı, ABD’nin NSA (National Security Agency) üzerinden yürüttüğü gözetleme (surveilence) ve espiyonaj faaliyetleri, Rusya ve Çin’in özellikle Doğu Avrupa ve dünyanın farklı yerlerindeki benzer siber saldırı iddiaları ve son olarak Cambridge Analytica ile gündem olan dijital platformlar üzerinden seçimlere müdahale konusu. Tüm bu örnekler, dijital alanların suistimal edilmesi ile gündemimize giren risk alanlarının boyutlarını göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Kullanıcı sayıları ile paralel olarak ortaya çıkan milyarlarca verinin (big data) kontrolünün birkaç şirketin elinde bulunması “tekelleşme”ye yol açtığı gibi denetimsiz yayılımı da önemli ölçüde artırmaktadır.Günümüzde bu durum devletler için bir yandan güvenlik sorununa işaret ederken diğer yandan da ekonomik rekabeti tehdit eden bir hal almaktadır. Dijital faşizm eleştirileri ile gündeme gelen ekonomik ve güvenlik eksenli bu yaklaşımlar, dünyanın sınırlı sayıdaki şirket tarafından kontrol edilmesinin yarattığı tehdit ortamını tartışmaya açmaktadır. Tüm bu örnekler, dijital alanlar ile ortaya çıkan yeni risk alanlarının ne denli gerçekçi olduğunu ortaya koymakta ve söz konusu tehditlerin nasıl bertaraf edileceğine ilişkin bir muhasebeye de kapı aralamaktadır. Bu nedenle günümüzdeki en önemli tartışma konuları, siber tehditlere cevap verebilecek kapasite gelişimi amacıyla yapılan çalışmalar (AR-GE, inovasyon ve ulusal siber uzay alanların inşa edilmesi) ve denetime sıcak bakmayan dijital platformların regüle edilmesidir.

Korumacı ve regülatif yaklaşımlar

Dijitalleşmenin güvenlik sorunu olarak algılandığı günümüz dünyasında özgürlük-güvenlik dengesine ilişkin kadim tartışmalar burada da yerini almaktadır. Kimi yaklaşımlarda bireylerin özgürlüğü diğer bütün konuların üstünde ele alınırken daha korumacı perspektiflerde güvenlik kaygıları ön plana çıkmaktadır. Bir yanda siber espiyonaj ile tehdit edilen küresel düzen diğer yanda iş birliğine mesafeli durarak denetimi reddeden tekelci küresel dijital ağlar. Son dönemde korumacı yaklaşımların baskın bir pratik olması ve kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı biçimlerde sosyal ağlar üzerinde etki oluşturulması bu nedenle sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Nitekim Hindistan Haziran ayında, ulusal güvenliği ve Hindistan’ın bütünlüğünü tehdit ettiği gerekçesiyle bir egemenlik sorunu olarak gördüğü Çin menşeli WeChat, Weibo ve Tiktok başta olmak üzere onlarca uygulamayı yasakladı. Benzer biçimde Trump, Başkanlık kararnamesi ile yıl içerisinde Tiktok’u yasaklamayı denerken diğer şirketleri de içerisine alan geniş uygulamaları gündeme getirmiştir. Avrupa Birliği ise “AB Dijital Hizmetler Kanunu” ile birlik içerisinde dijital faaliyet gösterecek şirketlerin AB içerisinde temsilci atamalarını mecburi kılmış ve sınır kavramına ilişkin yapılan tartışmalara nokta koyarak Avrupa sathını ilgilendiren bir düzenleme yapmıştır. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa ülkeleri de gelişen şartlara göre dinamik kanunlar ihdas etmişler ve regülasyon alanında müstakil örnekler ortaya koymuşlardır.

Türkiye Örneği

Türkiye, 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”da bir değişikliğe gitmiş ve 7253 sayılı Kanun ile sosyal ağ sağlayıcılardan belirli taleplerde bulunmuştur. Türkçe yapılan başvuruların Türkçe cevaplanması, kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğini ihlal durumlarında yapılan şikayetlere kırk sekiz saat içerisinde cevap verilmesi, kişi başvurularına ilişkin altı ayda bir raporlama yapılması ve en önemlisi de Türkiye’deki kullanıcıların verilerini Türkiye’de tutma zorunluluğu kanunla birlikte söz konusu olmuştur. Benzer biçimde sosyal ağ sağlayıcılarının Türkiye’de temsilci bulundurmasının zorunlu hale getirilmesi de bu yasa ile mümkün olmuştur. Yasa ile belirlenen taleplerin karşılanmaması durumunda ise idari para cezaları ile başlayan, reklam verilmesinin yasaklanması ve internet trafiği bant genişliğinin daraltılması ile sonuçlanan aşamalı bir prosedür hedeflenmiştir. Son kertede Türkiye bu yasal değişiklik ile dünyadaki trende bir ölçüde ayak uydurmuş ve dijital alanların regüle edilmesini bir egemenlik meselesi olarak gördüğünü ortaya koymuştur. Netflix, Amazon Prime ve Spotify gibi şirketlerin RTÜK’e başvurarak lisanslama sürecine dahil olmaları (sosyal medya yasasından bağımsız olarak) bu anlamda önemli bir gelişmedir. Facebook, Twitter, Instagram ve Youtube gibi günlük erişimi bir milyonun üzerinde olan küresel şirketlerin kendilerinden istenen taleplere karşılık vermemesi ise cari bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Küresel alanda biriken verinin çok önemli bir kısmına sahip olan bu şirketlerin yasal mevzuata uymamaları,idari para cezası ile başlayan sürecin işletilmesine neden olmuş ve kendilerine yasada çizilen sınırlar gözetilerek gereklilikleri yerine getirmeleri amacıyla süre tanınmıştır. İlk evrede on milyon lira ceza kesilen şirketlere, söz konusu talepleri yerine getirmeleri amacıyla bir aylık süre tanınmış ve bu süre içerisinde herhangi bir işlem yapmamaları nedeniyle otuz milyon liralık cezanın söz konusu olduğu ikinci aşama hayata geçirilmiştir. İstenilen taleplerin karşılanmaması durumunda reklam yasağının uygulanacağı üçüncü aşama söz konusu olacak ve yasanın uygun gördüğü aşamalar takip edilecektir. Küresel ve bölgesel pratiklerin yanı sıra Türkiye örneği de bizlere şu gerçeği göstermektedir. Bir yanda devasa şirketlerin yayılmacı ve işbirliğinden uzak tutumları diğer yandan da devletlerin egemenlik mücadelesi olarak gördükleri internet ortamının regülasyonu konusu. Hiç kuşkusuz bu konu gelecek on yılın en netameli tartışma başlıklarından biri olacaktır.

  [Sabah, 5 Aralık 2020]

Etiketler: