Büyük Güçlerin Özeleştirisi

Birinci Dünya Savaşı öncesi, Avrupalı devletler kısır bir döngü içinde kaynaklarını ve enerjilerini güvenlik ikilemine feda ederlerken ABD'nin Avrupa içi mücadelelerden uzak duran izolasyoncu politikası ile kendi içinde kaynak ve güç maksimizasyonu, onu savaş sonrasında dünyanın başat gücü konumuna yerleştirmiştir. Benzer bir senaryo, önümüzdeki on yıllar içerisinde bu defa Çin için çalışabilir. Eğer şahitlik ettiğimiz süreç gerçekten böyle bir süreçse, Çin'in zaten herhangi bir özeleştiri içerisinde olmasına gerek yok demektir.

Vladimir Putin, Moskova’nın Ukrayna’da Rus ayrılıkçılarının kısmi kontrolündeki Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını tanıdığını ilan ettiği uzun konuşmada, Ukrayna’dan daha fazlasını ilgilendiren ve Ukrayna’nın çok ötesinde mesajlar verdi. Putin, konuşmasının büyük bölümünde “Ukrayna’nın başına gelecekleri neden ve nasıl hak ettiği”ne dair argümanlarını sıraladı. Ukrayna’ya bugünlerde şahitlik ettiğimiz Rus askeri saldırısının ‘meşruiyeti’, izahı, gerekçelendirmesi, halkla ilişkiler ve iletişim ayağı Putin’in konuşmasıyla icra edilmiş oldu. Ancak Putin, bu uzun konuşmada Ukrayna’yı merkeze alarak Rusya’nın daha büyük hedeflerini ve taleplerini de ilan etti. Kendi gözünden alternatif bir tarih okuması sunan Putin, Ukrayna başta olmak üzere pek çok uluslararası mesele için Batıyı sorumlu tuttu ki burada alışılmadık bir durum yoktu, zira ‘Batı eleştirisi’ Putin dönemi Rus dış politikasının sabitelerinden biri olageldi. Ancak Putin, kendi devletinin selefi için de bir özeleştiride bulundu ve “SSCB’nin dağılma sürecinde devletlere bağımsızlık verilmesi yanlış bir karardı” dedi.

Anlaşıldığı kadarıyla Putin’in gözünde, Rusya’nın bugün ‘uğraşmak zorunda kaldığı’ sorunların büyük kısmı, bu ülkeler hala Rusya’nın hâkimiyetinde olsaydı çözülmüş olacaktı. Bu özeleştiri ve Rusya’nın Ukrayna’ya askeri saldırısını birlikte düşündüğümüzde Rusya’nın pekâlâ henüz NATO üyesi olmamış eski Sovyet ülkelerini yeniden kendi yörüngesine sokmaya matuf farklı hamlelere teşebbüs edeceğini bekleyebiliriz. Rusya zaten bir süredir hem Belarus hem Kazakistan’daki karışıklıklardan bilistifade bu ülke yönetimleri üzerindeki nüfuzunu yoğunlaştırmış durumda. O kadar ki Belarus, Rusya’nın Ukrayna saldırısının payandalarından biri olarak işlev görüyor. Rusya’nın Ukrayna saldırısından bir gün önce Azerbaycan ile ‘ittifak tazelemesi’ de eski nüfuz bölgelerini teker teker konsolide ettiğinin bir başka göstergesi. Bu saf sıklaştırmanın ardından Rusya, bütün enerji ve dikkatini Avrupa’daki nüfuz alanları dağılımının ABD ve Batı ile yeniden müzakere edilmesini zorlamak için kullanacaktır. Şayet Rusya Ukrayna’yı arzu ettiği şekilde ‘çözebilirse’, ikinci aşamada NATO üyesi olan eski Sovyet ülkelerinde –önce Baltık ülkeleri, ardından Romanya ve Polonya- nüfuz mücadelesini başlatacaktır. Elbette bu ülkeler NATO üyesi olduğu için Ukrayna’daki gibi askeri yöntemler kullanılamayacak, fakat Rusya’nın mahir olduğu hibrit yöntemlerle bu ülkelerde istikrarsızlık yaratma ve Batı/NATO karşıtı hareketleri destekleme hamleleri yapılacaktır. Rusya bir büyük güç olarak iddiasını ve profilini yükseltti, Soğuk Savaş bitimindeki dizaynın revizyonunu istiyor.

Başka bir özeleştiri, bir süredir diğer büyük güç, ABD’de gözlemleniyor. Kissinger’ın şahsında, Soğuk Savaş döneminin en büyük diplomatik ve stratejik başarılarından biri olarak kabul edilen Komünist Çin’in ABD’ye karşı SSCB ile ittifak kurmasının engellenmesi, Amerikan elitleri arasında bir süredir yeniden yorumlanıyor. ABD, Çin-SSCB ittifakını engelleyebilmek için Çin’le çeşitli angajmanlara girmiş, Çin’in diplomasi ve uluslararası toplumun bir parçası olmasının önünü açmış ve nihayet Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’ne girmesine de olumlu yaklaşmıştır. ABD bu adımları atarken Çin’in bu şekilde ‘daha ehil’, ‘daha kontrol edilebilir’ bir aktör olacağına dair bir öngörü ve beklentiye sahipti. Bugün ise sahip olduğu kapasitesiyle Çin, ABD’nin en büyük endişe kaynağına dönüştü. ABD ise -iç tartışmalara bakarsak- Çin’in bugün sahip olduğu kapasitesinde yıllar boyu bir strateji çerçevesinde yürüttüğü kendi politikalarının büyük bir katkısı olduğunu düşünerek, bunun vahim bir hata olduğu yönünde özeleştiri yapıyor. Putin, yaptığı özeleştirinin sonucunda eleştirdiği süreci tersine döndürmeye yönelik bir tercih yapmış bulunuyor. ABD’nin ise eleştirdiği sürece nasıl bir karşılık vereceği belirsiz. ABD, Çin’in önünü açan, onu uluslararası toplumun ‘sorumlu’ bir üyesine dönüştüren, dünya ticaret sisteminin parçası yapan süreci tersine çevirmeye çalışacak mı? Ya da ABD bu kararı alsa bile Çin’i uluslararası toplumdan ve dünya ticaretinden dışlamaya gücü yetecek mi? Bu soruların cevabını zaman gösterecek.

İki büyük güç farklı şekillerde özeleştiri sürecinden geçerken diğer bir büyük güç, Çin’in herhangi bir özeleştiri içinde olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve bu saldırının da ötesinde Rusya’nın Batı ittifakıyla uzun soluklu olacağı anlaşılan bir mücadele sürecini başlatması, Çin’in son derece arzu edeceği bir gelişme. Çin zaten pandemi sonrasında gücünü ve enerjisini içeride muhafaza etmeye yönelik kısmen izolasyoncu bir yola girmişken -ekonomik üretimini iç pazarına yönelik yapma kararı vs.- diğer iki büyük gücün birbirlerini yıpratacakları, kaynaklarını tüketecekleri uzun süreli bir mücadeleye tutuşmaları, her ikisini de Çin’e odaklanmaktan alıkoyacak, Çin’i büyük güç mücadelesinde çok avantajlı bir konuma getirecektir.

Birinci Dünya Savaşı öncesi, Avrupalı devletler kısır bir döngü içinde kaynaklarını ve enerjilerini güvenlik ikilemine feda ederlerken ABD’nin Avrupa içi mücadelelerden uzak duran izolasyoncu politikası ile kendi içinde kaynak ve güç maksimizasyonu, onu savaş sonrasında dünyanın başat gücü konumuna yerleştirmiştir. Benzer bir senaryo, önümüzdeki on yıllar içerisinde bu defa Çin için çalışabilir. Eğer şahitlik ettiğimiz süreç gerçekten böyle bir süreçse, Çin’in zaten herhangi bir özeleştiri içerisinde olmasına gerek yok demektir.

[Sabah, 26 Şubat 2022]

Etiketler: