Bu Vahşetle Mücadele Edeceksek…

Kamu otoritesinin ayrıntılı biçimde"hayata karşı suçlar" ve "vücudun dokunulmazlığına karşı suçlar" bağlamlarında sağlıklı ve detaylı bir envanter çıkarması şart.

Bir süredir bir masumun maruz kaldığı akılalmaz vahşeti konuşuyoruz. Genç bir kadının, Özgecan Aslan’ın canice katledilişi Türkiye toplumunda haklı bir infial uyandırdı. Bu cinayet üzerinden “kadın cinayetleri”, “kadına karşı şiddet” ve “kadına yönelik taciz”konuları yine gündeme geldi. Yaşanan olay çok elim ve ateş düştüğü yeri yakar sözü tam da bu zamanlar için. Bununla birlikte bu elim olay üzerinden toplumda konuşulamayan birçok şeyin konuşulması ve kamu otoritesini temsil eden figürlerin ortak mücadele çağrısı yapması üzerinde durulması gereken bir konu. 

Önce şunu belirteyim. “Niçin kadın diyoruz, erkekleri de öldürüyorlar” gibi noktadan konuşanların en iyi ihtimalle kolaycılık batağına saplandığını düşünüyorum. Sosyolojik olarak, eğer bir yerde bir öbeklenme varsa ona doğru yönelmek ve onu karakterize eden birincil yönü üzerinden onu adlandırmak zorundayız. Eğer ki, toplumda belirli sayıda erkek, aile içi şiddet sonucu yahut taciz vb. gerekçelerle kadınlar tarafından öldürülürse o takdirde “erkek cinayetleri”nden bahsedebiliriz. Fakat şu anda önümüzdeki sorunun adı”kadın cinayetleri” ve “kadına yönelik şiddet.” 

Eğer muhalefete ve muhalefete destek veren medyaya bakılacak olursa, kadın cinayetlerinde yaşanan artışın arkasında muhafazakâr AK Parti iktidarı var. Bir CHP’li akademisyenin ifadesiyle “10 yılda 12 kat artan kadın cinayetlerinin faili AKP.” Sorunun kaynağı onlara göre net. Dolayısıyla çözümü de. AK Parti iktidarı giderse sorun çözülür. Aşırı politize olmuş bir zihnin toplumsal bir meseleye bakışına bir örnek. 

Bir başka husus da şu. Kadın cinayetleri gerçekten 10 yılda nereden nereye geldi sorusunun elimizde sağlıklı bir cevabı var mı? Ne yazık ki yok. Bir sosyolog olarak hayatımda hiçbir konuda bu denli birbiriyle çelişen ulusal ve uluslararası veriyi bir arada görmedim. Misal BM Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) verilerine göre 2002’de 1399 kadın öldürülmüşken 2013’te öldürülen kadın sayısı 1038. (http://w3.unece. org/pxweb/) Buna mukabil 2009’da Adalet Bakanlığı’nca, bir soru önergesi vesilesiyle paylaşılan bir istatistik bambaşka bir manzara sunuyor. Buna göre 2002’de “cinayet nedeniyle ölen kadın sayısı” 66 iken, 2009’da 953. (Bu rakam, BM verilerine göre 691). Sadullah Ergin’in bakanlığı döneminde verilen bu istatistik “AKP iktidarında kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı” propagandasına da kaynak teşkil ediyor. 

Bu karmaşanın sorumlusu öncelikle kamu otoritesi. Kamu otoritesinin ayrıntılı biçimde”hayata karşı suçlar” ve “vücudun dokunulmazlığına karşı suçlar” bağlamlarında sağlıklı ve detaylı bir envanter çıkarması şart. Fakat yükseköğretim alanından biliyorum ki, kamu otoritesinin geçmişe yönelik veri toplamada ciddi sorunları var. Oysa envanter olmadan politika üretilmez. Ve devletin bu konudaki ataleti bugünün meselesi değil, on yılların birikimi. Hükümete bu noktada gerçekten çok iş düşüyor.

Bütün bunları bir kenara bırakalım. Önümüzde net bir sorun var. Kadına karşı işlenen suçlar ve kadın cinayetleri. Bütün politik aktörlerin bu konuda ortak bir sorumluluk duygusu ile hareket etmesi gerekiyor. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri üzerinden AK Parti karşıtlığı yapmanın beraberinde getirdiği siyasi konforu da anlıyorum. Ama geçici bir konfor bu. Ve sorunu konuşmamız için ihtiyaç duyduğumuz zemini sarsmaktan başka bir işe yaramıyor. Sembolik şiddeti bırakın da iyi toplum fikri üzerine d&u

Etiketler: