Borç Limiti Krizi Amerika’nın İtibarını Tehdit Ediyor

ABD’nin 31,5 trilyon dolara yaklaşan borcunun dişe dokunur seviyede azaltılabilmesi için federal devletin sosyal güvenlik ve savunma harcamalarında önemli kesintilere gitmesi gerekiyor. Seçimlerde yüksek katılımla oy veren yaşlı ve emekli nüfusunun doğrudan etkileneceği için iki parti de sosyal güvenlik programlarından kesinti yapmayı göze alamıyor. Amerikan federal hükümetinin sosyal devlet olmamasına rağmen bu kesimlerin kazanılmış sosyal haklarına dokunmak siyasi intihar anlamına geliyor.

Başkan Biden’ın Hiroşima’daki G-7 zirvesi sonrasındaki seyahat programı, iç politikada yaşadığı sorunlar nedeniyle iptal edildi. Biden’ın programı orijinal olarak Papua Yeni Gine ve Avustralya’ya da bir ziyaret içeriyordu, ancak Cumhuriyetçilerle yürütülen zorlu borç tavanı müzakereleri, Başkan’ı bu bölümü iptal etmeye zorladı. Biden’ın ziyaretini iptal etmesi, Avustralya’nın ev sahipliği yapmayı planladığı Quad toplantısının tamamen iptal olmasına neden oldu. Bu durum, Biden ve Cumhuriyetçiler arasındaki bütçe ve borç limiti anlaşmazlıklarının ekonomik kriz ihtimaliyle birlikte Amerika’nın küresel itibarını da tehdit edebileceğini gösteriyor.

Her ne kadar bu tür müzakereler genellikle iç meseleler olarak görülse de, 1 Haziran itibariyle borçlarını ödeyememe ihtimaliyle karşı karşıya olan Amerika’nın küresel arenada nasıl algılandığını derinden etkileyebileceği görülüyor. İçerde bütçe önceliklerinden taviz vermek zorunda kalan ve borçlanma üst limiti konusunda Cumhuriyetçilerin baskısı altında kalan Biden’ın G-7 zirvesinde küresel ekonomiye ilişkin kararlara liderlik etmesi zorlaşıyor. Biden’ın bu durumla nasıl başa çıkacağı ve Amerika’nın uluslararası taahhütlerini yerine getirebilme kapasitesinin nasıl etkileneceği önümüzdeki günlerde dikkatle izlenecek.

ABD’nin 31,5 trilyon dolara yaklaşan borcunun dişe dokunur seviyede azaltılabilmesi için federal devletin sosyal güvenlik ve savunma harcamalarında önemli kesintilere gitmesi gerekiyor. Seçimlerde yüksek katılımla oy veren yaşlı ve emekli nüfusunun doğrudan etkileneceği için iki parti de sosyal güvenlik programlarından kesinti yapmayı göze alamıyor. Amerikan federal hükümetinin sosyal devlet olmamasına rağmen bu kesimlerin kazanılmış sosyal haklarına dokunmak siyasi intihar anlamına geliyor.

Savunma harcamalarında da benzer bir durum var aslında zira yıllık 800 milyar dolara yanaşan Pentagon bütçesinin büyük kısmı Amerika içindeki savunma sanayii ürünlerinin geliştirilmesine harcanıyor. Bu harcamalar birçok eyalette istihdam yaratmakla kalmayıp teknolojik gelişmenin de motoru haline geliyor. Rusya ve Çin’e karşı ileri silah teknolojilerinin geliştirilmesi yüksek maliyetler yaratmasına rağmen Amerika’nın ulusal güvenliği ve küresel üstünlüğü söz konusu olunca her iki partiden siyasilerin ekseriyeti bu harcama kalemlerinde tasarrufa gidilmesini savunamıyor.

Sosyal güvenlik ve savunmaya dokunulmadığında geriye her hükümetin öncelikleri doğrultusunda oluşturulan ekonomik teşvik ve destek programları kalıyor. Örneğin Obama ve Biden yenilenebilir enerjiyi destekleyen politikaları benimserken Trump büyük şirketlere ve bireylere vergi indirimini öncelemişti. Bu tür politikaların maliyetlerini eleştirip geriye döndürmeye çalışmak her iki partinin öncelikleri arasında yer alıyor. Bunların dışında ekonomik kriz ve pandemi dönemlerindeki borçlanmalarla finanse edilen harcamalar tartışma yaratsa da kapitalist sistemin bekası için elzem görülerek yönetimler arasında devamlılık gösteriyor.

Bugünlerde devam eden Biden-McCarthy müzakerelerinde Cumhuriyetçilerin yönetimi borç limitini artırmama tehdidiyle sıkıştırarak bütçe önceliklerinin değiştirilmesini sağlamaya çalıştıklarını gözlemliyoruz. ABD’nin yüksek miktarlardaki borçlanmasının asıl kaynaklarına çare bulacak adımları atamayan siyasetçilerin birbirlerinin politikalarını engellemeye çalıştığı görülüyor. Bu siyasi kavgaların sonunda bir anlaşmaya varılması ve Amerika’nın borçlarını ödemeye devam etmesi ihtimali yüksek ancak bu krizin ülkenin dış itibarını zedelediği açık. Dış ziyaretlerin yarıda kesilmesi sembolik ve sınırlı bir itibar kaybı yaratsa da Çin’e karşı Quad oluşumunun öncüsü olan ABD’nin bu toplantının iptaline sebep olması manidar.

Amerikan yönetiminin ‘kurallara dayalı uluslararası sistem’ ve küresel liderlik iddiasına rağmen içerde borç limiti krizini yönetmekte zorlanması ülkenin kredibilitesini aşındırıyor. Ülkenin borç yükünün hafifletilmesiyle ilgili önemli bir katkısı olmayacak bu siyasi kavganın Amerikan dış politikasına potansiyel olarak ne kadar büyük bir olumsuz etki yapabileceği ortada. Küresel sorunların çözümünde öncü olma iddiasındaki Biden’ın yabancı ülke ziyaretlerini iç politika dinamikleri yüzünden kısa kesmek zorunda kalması bunun canlı bir örneği.

Biden Amerika’nın borçlarını kesinlikle ödeyeceğini söylese de 1 Haziran’a yaklaştıkça piyasalar daha da tedirgin hale geliyor. Küresel ekonomik krize yol açabilecek bu süreçte çözümün son dakikaya kalması ABD’nin kredi notunun tekrar düşürülmesine ve küresel finans piyasalarında kriz havasının esmesine neden olabilir. Finansal kredibilite sorununa dış politikada güvenirlik sorunu eklendiğinde, ABD’nin G7, BM ve NATO gibi uluslararası forumlarda itibar ve etkinliğinin zarar görmesi söz konusu olacaktır. Mevcut durumda çok kutupluluğa doğru giden küresel sistemin halihazırdaki ana aktörü olan ABD’nin kredibilite ve itibar krizine girmesi, uluslararası piyasalar ve küresel güç dengeleri açısından daha fazla istikrarsızlık ve öngörülemezlik anlamına gelecektir.

[Yeni Şafak, 19 Mayıs 2023]

Etiketler: