Biz Ne Seçimler Gördük, Ne Vaatler Duyduk!

Her seçim heyecanlıdır, adrenalin doludur eğlencelidir de... Seçimlerin olmazsa olmazı vaatler havada uçuşur... Çoğu unutulur ama bazılarını unutmak imkansızdır. Değişen siyaset iletişimini ve unutulmaz siyasi vaatleri konusunu uzmanlarıyla konuştuk

Siyaset tüm gerilimine ve ağırlığına rağmen bir yandan da eğlencelidir Türkiye’de. Geçmişten bugüne hayatımıza giren siyasilerin birçoğu bizi gülümseten anılar bırakmıştır hafızalarımızda. Özellikle seçim dönemleri havada uçuşan vaatler, hedefler, kampanyalar her zaman ilgiyle izlenmiştir. Yaşı yetenler 1984’ten itibaren yaşadığımız seçimleri şöyle bir aklından geçirse, hafızalarının bir köşesinde gülümseten bir anı bulabilir… Düşünün o yıllarda sularımız akmıyor, çöplerimiz toplanmıyor, Haliç kokuyordu! Bir başkan adayı kalkıp “Suyunuzu akıtacağım, çöpünüzü toplayacağım” ya da “Haliç’i gözlerim gibi mavi yapacağım” dediğinde kitleleri peşinden sürükleyebiliyordu. Bunun üzerine kampanya yürütülebiliyordu. Türkiye’de kömürün yakıldığı yıllardan söz ediyorum. Hava kirliliğinden dolayı sokağa çıkma konusunda uyarıların yapıldığı zamanlardan… Vaat temiz hava! Bugün baktığımızda komik gelen, gerçeklikten uzak görünen şeyler üzerinden yürütülüyordu kampanyalar o dönem. Elektrik, su, asfalt, yol… Artık neyse ki temel sorunlar çözüldü ülkemizde. Artık metro güzergahını, üçüncü tüp geçiti konuşuyoruz. Belediye başkan adayları kültür sanata, eğitime, engelli haklarına, parka bahçeye, halka açık alanda WiFi’yi konuşuyor… Epey yol kattettik. Siyasetin gülümseten yüzünü konuşmak, geçmişten günümüze seçim süreçlerinin nasıl yollardan geçtiğini analiz etmek için SETA’nın kapısın çaldım. Medya ve toplum araştırmacalara Ali Aslan ve İsmail Çağlar ile konuştum. SETA medya ve toplum araştırmacısı Ali Aslan, “2002 öncesinde siyaset kurumu iktidar mücadelesinde bir tiyatro sahnesi olmanın ötesine geçemiyordu. Bu sebeple içi boş ve abartılı popülist ekonomik ve siyasi vaatler siyasete damgasını vuruyordu” diyerek başladı sohbetimize;

– Geçmişin tozlu sayfalarını karıştırdığınızda ilk aklınıza gelen seçim vaatleri neler?
– Süleyman Demirel’in 1991 seçimlerinde “Kim ne veriyorsa 5 lira fazlasını vereceğim,”, Cem Uzan’ın 2002 seçimlerinde “Vallahi mazot 1 lira olacak” ve 1991-1995 yılları arasında kurulan DYP-SHP koalisyon hükümetinde ekonomi bakanı ve başbakan olarak görev alan Tansu Çiller’in “Herkese iki anahtar” ve “Her mahallede yüz trilyoner olacak” vaatleri unutulmazlar arasında.

– Hangi noktadan sonra üslup daha gerçeğe uygun hale geldi?
– İkinci yapısal değişimi, 1980’lerden itibaren devletçi bir ekonomik ve siyasi modelden serbest piyasa ekonomisine ve liberal bir siyasi modele geçiş oluşturdu. Bu değişime şehirlileşme ve bireyselleşme gibi sosyolojik değişimler eşlik etti. Eski Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Besim Tibuk’un “Futboldan ofsaytı kaldıracağım” vaadi uçuk bir vaat gibi gözükse de bu yeni, sınır tanımaz toplumsal psikolojiyi yansıtıyor. Çiller’in 1990’lardaki “iki anahtar” vaadi bu Amerikanvari Türkiye hayalini yansıtıyor. AK Parti hükümetleri bu yeni ekonomi-politik ve sosyolojik gerçekliği en iyi yakalayan ve iktidarını bunun üzerine inşa eden bir performans sergiledi. ‘Adalet’ ve ‘kalkınma’ kavramları siyaseti belirledi.

– Peki yeni nesil, siyasetin dilini nasıl etkiledi?
– Üçüncü değişime denk geliyor bu, toplumun dilinin gençleşmesi ve poplaşması. Devletin toplum ve medya üzerindeki kontrolünün zayıflamasıyla siyaset alanı devlet adamı perspektifinden değil de sokaktaki vatandaşın ve gençlerin perspektifi üzerinden belirlenir hale geldi. Bu durum siyasi partileri daha eğlenceli, mizahi, gündelik ve genç bir siyasal iletişim dili kullanmaya zorladı. Bunu partilerin kullandığı seçim şarkılarındaki söz ve sound dönüşümünden okumak mümkün. 1970’lerin gariban edebiyatı yapan ve kurban psikolojisine sahip seçim şarkılarının yerini çok daha pozitif ve güçlü olmaya vurgu yapan şarkı sözleri aldı. Mesela lirik bir hava taşıyan Dombra parçası… 1990’larda pop, 2000’lerde ise rap tarzı müzikler seçim propagandalarında kullanılmaya başlandı. Bunlardan ilk akla gelen Ceza’ya ait Fark var parçası.

– Ve teknoloji, bu da epey önemli bir dönüm noktası sanırım…
– Kesinlikle. Siyasi partiler halen geleneksel medya enstrümanlarını kullanmaya devam etse de sosyal medya mecraları daha belirgin bir rol oynamaya başladı. Seçim arabaları, parti broşür ve flamaların kullanımı ise her geçen gün önemini kaybediyor ve peyderpey ortadan kalkıyor.

Vaatlerden vaat beğen
3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde konser eşliğinde döner-ayranlı mitingler düzenleyen Genç Parti’nin kurucusu Cem Uzan’ın akılda kalan belli başlı vaatleri şöyleydi: Her işsize 350 TL maaş verilecek. Mazot 1 TL olacak. Fındık 8 TL olacak. Üniversite sınavı kalkacak.Üniversite sayısı 4 katına çıkarılacak…
 Türk siyasi tarihinde pek çok kez meydanlara çıkmış Süleyman Demirel, unutulmaz vaatlerde bulunmuş bir isim. En akılda kalanı ise, 1991 seçimlerindeki vaadi ise unutulmazlar arasında: “Ne verirlerse benden 5 fazlası!” Bu vaat işe yaramış ve Demirel vatandaştan yüzde 27 oy alarak iktidara gelmiş.
 1991 seçimleri öncesinde, DYP’de Süleyman Demirel’in ekonomi kurmayı olarak siyasete adım atan Çiller’in vaat performansı Demirel’i aratmadı. DYP-SHP hükümetinde ekonomiden sorumlu devlet bakanı olan Çiller herkese biri ev, biri araba olmak üzere iki anahtar vaat etti. “Her mahallede yüz trilyoner olacak” dedi bunu “Her köylüye traktör” sözü takip etti. Demirel sonrası başbakanlık koltuğuna oturdu ama verdiği sözleri yerine getirmedi…
 Necmettin Erbakan ise vaat yarışında rakiplerinden geri kalmadı. Seçmene 5 bin tank üreteceğiz deyip her ile bir havaalanı ve hızlı tren vaad etti.
 CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Murat Karayalçın, “Bilmem kaçıncı Murat içkiyi yasaklamış, ben de yoksulluğu yasaklıyorum” demişti hatta hemşehrilik maaşı adı altında 90 bin aileye 600 TL maaş bağlama sözü vermişti.
 Ordu’da bir belediye başkan adayının “Umumi tuvalet ve en ucuzundan hamam” sözü akıllardan hâlâ çıkmıyor.
 İzmir Konak’ta daha sonra adaylığı YSK tarafından iptal edilen CHP’li Kemal Karataş, tarihi Konak Meydanı’nı yıkıp Kızıl Meydan’a benzeyen yeni bir alan inşa edeceğini söylemişti. Saat Kulesi’nin yerini beğenmediğini de açıklamıştı.
 Bir dönemin DSP Esenler adayı Zekeriya Beyaz, İstanbul’un kalabalığına çözüm olarak, yerli yabancı marketleri, alışveriş merkezlerini kentin dışına taşıyacağını söylüyordu.

Camiye de gitsen, meyhaneye de gitsen bu çamura maruz kalacaksın!

İSMAIL ÇAĞLAR

SETA Toplum ve Medya Araştırmaları Direktörü
– 1984 siyasetin dilinin değiştiği yıl. Bu tarih neden önemli? 

– 1980 darbesi sonrasıydı, akabinde Turgut Özal gibi bir figür karşımıza çıkacaktı. Türkiye ile dünya arasındaki etkileşimi arttırmasının yanı sıra kendi şahsı da renkliydi. Türkiye’nin ilk kitle partisi Anavatan’dır Batılı anlamda. Kampanya da kitle partilerinin işidir zaten. Sert ideolojik bir partiyseniz, oyunu alacağınız ve asla alamayacağınız kitle bellidir. Özal siyasetteki dört eylemi birleştirmekten bahsediyordu. Bunun için kampanya yapmak gerek. Bu nedenle 1984 önemli bir tarih. Daha öncesinde siyasal kampanya yoktu diyemeyiz ama böyle değildi.

– Geçmiş yerel seçimlere baktığımızda siyasal iletişim anlamında dönüm noktaları var mı? 
– Birincisi Tayyip Erdoğan’ın, 1989’da Refah Partisi’nden Beyoğlu Belediye Başkan Adayı olduğu yıl. Refah Partisi o yıllarda ideolojik olarak köşeli bir parti ama Tayyip Erdoğan kitlesel bir kampanya yapıyor. Beyoğlu’nda bir meyhaneye girmesi hâlâ hafızalarda. Orada insanlarla oturuyor, konuşuyor, dertlerini dinliyor. Bunun yanı sıra seks işçileriyle oturuyor, onların sorunlarını dinliyor. Bu buluşmalar sonrası, oyları yüzde 3’ten, yüzde 20’lere çıkıyor. Mitingte konuşmak bir temastır ama karşılıklı oturmak sahici temastır. Bunu yapıyor. Diyor ki vatandaşa, “Bu sokak çamurlu, burada belediye hizmeti yok. Meyhaneye giderken de bu sokaktan geçeceksin, camiye giderken de…” Bunun sonucunda Hacıhüsrev’de dehşet bir sıçrama yaşıyor. Bir elin parmağı kadar oy aldığı mahallelerden inanılmaz oylar alıyor. Üniversitede okuyan kızları kullanarak anket yaptırıyor. Bir başka dönüm noktası da, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olması, 1994’te… Kendisine hiç şans verilmiyor. Bir tarafta Zülfü Livaneli, diğer tarafta Bedrettin Dalan, öbür yanda Nurettin Sözen. Çok güçlü adaylar Tayyip Erdoğan’a hiç şans verilmiyor. Ama aynı metodu uyguluyor. Televizyon, gazete, reklamlarla çok görünürlüğü yok çünkü bütçesi kısıtlı. Ama camide, kahvede, sokakta, okulda insanlara temas ediyor. Bu nedenle 1989 ve 1994 çok kritik yerel seçimlerdir.

– Yeni kampanyalar nasıl? 
– Türkiye’de kampanyalar daralıyor ve kısalıyor. Seçime aşağı yukarı bir ay var. Bundan 10 yıl önce olsaydı, her yerde bu seçim havasını hissederdiniz. Sokağa baktığınızda seçim otobüsü, bayrakları geçtim, öyle bir atmosfer de yok. İnsanların siyasetle kurduğu ilişkinin tabiatı değişti. Büyük vaatler değil, daha detay ve mikro söylemler önemli. Bunları yayacağınız mecralar zaten makro mecralar olamaz.

[Sabah, Röportaj: Sonat Bahar, 3 Mart 2019]

Etiketler: