Biden ve Putin El Yükseltiyor

Amerikan yardımlarının kayıtsız şartsız gerçekleşmesine karşı itirazlarını dillendirmeye başlayan Cumhuriyetçiler Biden’ın stratejisini zora sokabilir. İçerde yaşanacak zorluklar Biden’ın Avrupalı müttefikler üzerindeki baskı gücünü azaltacaktır. Biden içeride sorun yaşarsa Ukrayna’ya ‘sonuna kadar’ desteğin her iki parti tarafından paylaşılmadığı görüntüsü oluşabilir. Böyle bir durumda Biden’ın Avrupa üzerindeki etkisi zayıflayabilir ve Putin’le girdiği sert retorik savaşı Batı ittifakını diri tutmaktan ziyade el yükseltmenin ötesine geçmeyen bir hamle olarak kalabilir.

Başkan Biden’ın tarihi Kiev gezisi Rus işgalinin birinci yıl dönümünde Amerikan desteğinin devamı ve kararlılığını gösterme amacı taşıyordu. Polonya’dan 10 saatlik tren yolculuğu gerektiren ve Rusya’nın saldırı ihtimaline rağmen gerçekleştirilen gizli ziyaret, Amerikan Başkanı’nın aktif savaş bölgesine gitmesi itibariyle cesaret gösterisi olarak da sunuldu. Biden Putin’e meydan okuma anlamına gelen ziyaretiyle, Rusya’nın ‘stratejik yenilgisini’ sağlamak için Ukrayna’ya ‘sonuna kadar destek’ politikasında kararlı olduğunu göstermiş oldu.

Biden beş saat süren ziyareti sırasında şimdiye kadar 25 milyar doları bulan askeri yardımlara ek olarak 500 milyon dolarlık yeni askeri yardım paketi ve Rusya’ya karşı yaptırımları da açıkladı. ABD’nin en çok yardım eden ülke olmasına karşın Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya GSMH’ya oranla en fazla yardım eden ülkeler olarak öne çıkıyor. Biden Kiev sonrasında bu ülkelerin de içinde olduğu Varşova 9’lusu zirvesine katıldı. NATO’nun en yeni üyelerine 5. madde güvencesinin altını çizen Biden, Ukrayna’ya yardımın ittifakın ortak savunması ve demokrasiler açısından önemine vurgu yaptı.

Biden’ın geçen sene mart ayında işgalden hemen sonra Varşova’da yaptığı konuşmada, ‘Bu adam (Putin) iktidarda kalamaz’ sözleri Moskova’da rejim değişikliği istediği tartışmalarına yol açmıştı. Bu sene ise Ukrayna’nın Rusya için bir zafer olmayacağı, demokrasilerin otokrasiler karşısında galip geleceği ve Putin’in yanlış hesap yaptığı şeklindeki sözleri öne çıktı. Biden Putin’i Ukrayna’ya girerken NATO’nun cevap vermeyeceğini düşünen bir diktatör ve otokrat olarak niteledi. Müzakereden bahsetmeyen Biden, Putin’e karşı sert mesajlarla el yükseltti.

Putin ise yıllık konuşmasında Batı’yla savaş halinde olduklarını ve Rusya’nın hedefte olduğunu savundu. Her şeyin planlandığı gibi gittiğini iddia eden Putin’in verdiği birlik mesajının Rus halkı arasında ne kadar karşılık bulduğunu anlamak zor. Putin Moskova Stadyumu’nu dolduran 200 bin kişiye savaşın Rusya için varoluşsal bir mücadele olduğunu söyledi. Ardından Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’yi kabul eden Putin’in Çin lideri Xi’yle ilgili sıcak mesajları Batı’ya karşı yalnız olmadığını gösterme amacı taşıyordu.

Putin Rusya’nın yazdan beri gereklerini yerine getirmediği nükleer silahları sınırlandıran Yeni START anlaşmasından çekildiklerini ilan etti. Altı binden fazla nükleer silaha sahip Rusya’nın önümüzdeki dönemde silah sınırlandırma anlaşmalarına dönmesi çok zayıf bir ihtimal artık. Putin’in bu kararının uluslararası sisteme daha fazla istikrarsızlık getireceği açık. İki gücün nükleer silahlanmada konjonktürden bağımsız ve öngörülebilir ilişki kurmasını imkânsız kılan bir karar olması itibariyle Rusya’nın anlaşmadan çekilmesi dünya için tehlikeli bir risk alanı yaratıyor.

Ukrayna savaşında bahar aylarında çatışmaların şiddetlenmesi beklenirken müzakere ve diplomasi yoluyla çözümden bahseden pek kimse kalmadı. Biden ve Putin’in karşılıklı sert retorikleri de bunu gösteriyor. İşgal girişiminin birinci yıldönümünde her iki taraf da güçlü oldukları, dost ülkelerin kendilerini yalnız bırakmadıkları ve savaşı ‘sonuna kadar’ devam ettirebilecekleri mesajlarını vermek niyetindeydi. Biden ve Putin’in söz düellosunun şimdilik kontrolden çıkmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte savaşın kısa sürede bitmeyeceği de açık zira diplomatik çözüm için bastıran bir ABD veya müzakereye hazır olduğunu söyleyen bir Ukrayna veya Rusya yok ortada.

Biden yönetiminin Ukrayna’ya desteği stratejik ve ideolojik bir mücadelenin parçası olarak görmesi müzakere yoluyla çözüm ihtimalini de azaltıyor. Otokrasilere karşı demokrasilerin mücadelesini öne çıkarmak Ukrayna’nın egemenlik mücadelesini daha geniş bir çerçeveye oturtuyor. Kiev’in yenilmesinin Avrupa’nın geleceğini tehlikeye atmak ve çatışmanın yayılması anlamına geleceği de açık. Ukrayna’daki ABD kararlılığı bir yandan da kalkışabileceği askeri hamlelere karşı Çin’e gözdağı vermeyi amaçlıyor. Batı ittifakını diri tutarak ABD’nin küresel liderliğinin devamı, Washington’un öncelikler listesinin başlarında yer alıyor.

Ukrayna savaşına böyle bir çerçeveden bakıldığında, ABD’nin müzakereden önce yukarıda saydığımız stratejik hedeflerini öncelediği görülüyor. Rusya’nın uzun sürecek bir savaşta kan kaybetmeye devam etmesi ve Çin’in Batı’nın birlikteliğinden çekinerek temkinli davranması Washington’un çıkarlarına hizmet ediyor. Rusya ve Ukrayna’nın müzakere masasına oturmasının şartları oluşmasa da Biden yönetiminin müzakere, barış ve çözüm gibi kelimeleri kullanmaması Rusya’nın stratejik yenilgisine öncelik verdiğine işaret ediyor.

Amerikan yardımlarının kayıtsız şartsız gerçekleşmesine karşı itirazlarını dillendirmeye başlayan Cumhuriyetçiler Biden’ın stratejisini zora sokabilir. İçerde yaşanacak zorluklar Biden’ın Avrupalı müttefikler üzerindeki baskı gücünü azaltacaktır. Biden içeride sorun yaşarsa Ukrayna’ya ‘sonuna kadar’ desteğin her iki parti tarafından paylaşılmadığı görüntüsü oluşabilir. Böyle bir durumda Biden’ın Avrupa üzerindeki etkisi zayıflayabilir ve Putin’le girdiği sert retorik savaşı Batı ittifakını diri tutmaktan ziyade el yükseltmenin ötesine geçmeyen bir hamle olarak kalabilir.

[Yeni Şafak, 24 Şubat 2023]

Etiketler: