Batı’nın İdlib “Heyecanının” Nedenleri

Batılı ülkelerin İdlib’e yönelik ilgilerini açıklamak için gerçekten insani gerekçeler yeterli mi?

İdlib krizi bir anda gerek Suriye sorununun gerekse uluslararası siyasetin en önemli meselesi hâline geldi.

Burada sadece Şam rejimi ile muhalifler ve HTŞ değil, şimdi Rusya ve İran’la Türkiye karşı karşıya geliyor ve gelişmelerin seyrine göre ABD ve diğer bazı Batılı ülkelerin de Tahran-Şam-Moskova blokuna karşı İdlib’de de devreye girme ihtimali oldukça kuvvetli. Bu ülkelerden gelen “kimyasal silah saldırısı olursa müdahale ederiz” şeklindeki açıklamalar bunun açık göstergesi.

Aslında ABD ve Fransa gibi Batılı ülkelerin kimyasal silah kullanımı konusunda yaptığı bu açıklamalar üzerinden Batı’nın genel olarak İdlib politikasını analiz edebiliriz. Söz konusu açıklamalar bu ülkelerin soruna insan hakları duyarlılığıyla yaklaştıklarının işareti gibi duruyor. Washington ve Paris’in nisan ayında Londra ile birlikte, Suriye’nin Doğu Guta bölgesinde gerçekleşen bir kimyasal silah saldırısının ardından bu ülkedeki bazı hedefleri vurması da, ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda bu ülkelerin müdahale ettiklerine dair yorumları beraberinde getirmişti.

Peki, bu Batılı ülkelerin İdlib’e yönelik ilgilerini açıklamak için gerçekten insani gerekçeler yeterli mi? Ya da insani nedenler ABD ve Fransa’nın İdlib konusunda son dönemde artan ilgisinin temel nedeni midir?

İdlib’e yönelik bir kimyasal silah saldırısı söz konusu olursa müdahale edeceklerini söyleyen ABD ve Fransa’nın, beklenen saldırının kimyasal değil de konvansiyonel silahlarla gerçekleşmesi durumunda müdahale etmeyecekleri sonucunu çıkarabilir miyiz?

Bu soruya cevap vermek için, “kimyasal saldırı olursa müdahale ederiz” ifadesindeki “kimyasal saldırı” ile “müdahale ederiz” kısımlarının hangisinin Washington ve Paris için daha çok öne çıktığına bakmak gerekir. Ya da “müdahale etmek için kimyasal saldırı olması mı gerekir” sorusunu sormak gerekir.

Eğer kitlesel sivil ölümleri müdahale gerekçesi olacaksa, bu tür ölümleri Halep’te, Doğu Guta’da ve Suriye’nin başka birçok şehrinde yaşadık. Esad yönetimi Rusya hava kuvvetlerinin desteğiyle bu şehirleri yerle bir edip binlerce sivili katletti.

Bu ağır insan hakları ihlalleri sırasında müdahale etmeyi düşünmeyen Washington ve Paris’in müdahale için kimyasal silah kullanımını ileri sürmeleri, aslında kitlesel sivil ölümlerini sorun etmekten çok kendi müdahalelerini meşrulaştırma arayışında olduklarını gösteriyor. Suriye’deki pozisyonlarını daha fazla güçlendirmek için her an müdahale edebilecekleri tehdidiyle Rusya-İran-Esad blokundan daha fazla taviz istedikleri mesajı vermekten başka gayeleri olmadığı açık bir şekilde görülüyor. Yani daha açık ifade etmek gerekirse, ABD ve Fransa’dan gelen müdahale tehditleri sivillerin kitlesel bir şekilde öldürülmesinin önüne geçmekten ziyade “biz de masada yer almak istiyoruz, bizi ihmal ederek Suriye meselesini çözemezsiniz” mesajı içeriyor.

Bu açıdan bakıldığında ABD ve Fransa’nın İdlib meselesindeki “enerjik” pozisyonları, bu krizi Suriye’nin batısında da etkin olmaları ve kuzeydoğusundaki varlıklarını ise perçinlemeleri açısından uygun bir fırsat olarak görmelerinin doğal bir sonucudur. İdlib’e operasyon yapma konusunda istekli olan Moskova ve Şam yönetimine, “bu konuda gözümüzü kapatırsak biz ne elde edeceğiz” mesajı vererek Suriye sorununda sona yaklaşırken bu ülke konusunda ortaya çıkacak son resimde daha fazla nüfuz elde etmek ve Rusya ile İran’ın nüfuzunu biraz olsun sınırlandırmak istiyorlar.

Bu temel hedefin yanında Batı’nın İdlib krizi nedeniyle son dönemde Suriye meselesinde artan heyecanının arkasında başka bazı nedenlerden de bahsedilebilir. ABD’de kasım ayında yapılacak olan parlamento ara seçimlerini Donald Trump’ın çok önemsediği ve Temsilciler Meclisindeki Cumhuriyetçi çoğunluğu kaybetmek istemediği biliniyor. Suriye’ye karşı gerçekleştirilecek olan başarılı bir askerî operasyonun bu konuda kendisine yardımcı olacağını ve iç politikada giderek sıkışan pozisyonunu biraz olsun rahatlatacak bir işlev göreceğini düşündüğünü tahmin etmek de zor değil.

Buna karşılık Avrupa ülkelerinin yeni bir mülteci kriziyle karşılaşmamak için de İdlib sorununun Rusya-Esad-İran blokunun istediği gibi askerî yollarla çözümüne karşı çıktıkları tespitini yapmak doğru olacaktır. Bu yönüyle, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin İdlib krizine bakışında Orta Doğu’ya yönelik nüfuz siyasetinin yanında, Avrupa’daki siyasi fay hatlarını derinden etkileyecek yeni bir mülteci dalgasının önlenmesi kaygısının da etkili olduğu görülüyor.

[Türkiye, 8 Eylül 2018]

Etiketler: