Amerika Ortadoğu’yu Çin’e Bırakır mı?

ABD’nin Çin casus balonunu düşürmesini doğrudan eleştiren, Rusya’ya yakınlaşarak askeri yardım aşamasına gelen, Tayvan’a silah satışına karşı sert dil kullanan, Xi’nin 3. döneminde orduyu ‘çelikten bir duvar’ haline getirme sözü veren bir Çin var karşımızda. Ukrayna barış planı önerisinden iki hafta sonra Suudi Arabistan ve İran gibi karşıt güçleri bir araya getiren bir Çin. ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesini fırsata çevirmeye çalışan ancak bölge dengelerini iyi anladığı da şüpheli olan bir Çin. Karşısında ise Ortadoğu’da maliyet azaltmak isteyen ancak Çin’in bölge liderliği iddiasıyla mücadelenin de kaçınılmaz olduğunun farkında olan bir ABD.

Suudi Arabistan’la İran diplomatik ilişkilerini Çin arabuluculuğuyla normalleştirme kararı aldı. Çin’in arabulucu rolüne soyunmasının ABD’nin Ortadoğu’daki rolünü azaltma politikasının doğal bir sonucu olduğunu söylemek mümkün. Çin’in bu hamlesinin göstermelik bir adım mı yoksa bölgede oluşan boşluğu kalıcı olarak doldurması anlamına mı geldiği önümüzdeki dönemin önemli tartışma konularından biri olacak. Birbirine kesinlikle güvenmeyen ve bölgede vekalet savaşlarının tarafı bu iki ülkeyi bir araya getirmek önemli güvenlik garantileri vermeyi gerektiriyor. Washington’un olası bir İran saldırısı karşısında tam koruma sözü vermekten kaçındığı Riyad’a bu güvenceyi Pekin’in vermesi mümkün mü? Amerika Ortadoğu’ya liderlik rolünden feragat ettiğini söylerken bu rolü Çin’e kaptırma ihtimali karşısında sessiz kalır mı?

Biden yönetimi İran’la nükleer anlaşmayı yeniden diriltme çabasından fiilen vazgeçmiş görünüyor. Obama’nın nükleer anlaşması İran’la nihai normalleşmeyi amaçlamıştı ancak Trump’ın anlaşmadan çıkması bu ihtimali ortadan kaldırmıştı. Başkan olur olmaz anlaşmaya dönmekten çekinen Biden, İran’ın uranyum zenginleştirmede kaydettiği aşama dolayısıyla yeni koşulları gözeten bir anlaşma yapılması gerektiğini söyledi. Avrupalılar çok baskı yapsa da Amerikan tarafından yeterince bir teşvik gelmeyince zaten anlaşmaya çok da iştahlı olmayan İran süreci zamana yaymayı tercih etti.

Washington’un açıklamalarına bakıldığında uranyum zenginleştirmeden çok nükleer bombaya odaklanan bir dil kullandığı görülüyor. Biden yönetimi önceki yönetimlerin aksine İran’ın nükleer kabiliyetinden ziyade bombanın edinilmesini kırmızı çizgi olarak öne çıkarıyor. Böylelikle yeni bir nükleer anlaşmaya varılması konusundaki baskıyı azaltan yönetim, İsrail ve Kongre dengelerini de gözeterek İran’a önemli taviz verilmesini gerektirecek bir yoldan kaçınıyor. Bu şekilde İran’la nükleer anlaşma uğruna ağır bir siyasi taviz vermekten kaçınan Biden yönetimi, durumu idare ederek Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek bir hamleden de uzak duruyor.

Yönetimin İran meselesindeki stratejik hedef daraltma politikasının Ortadoğu politikasındaki stratejik geri çekilme politikasıyla uyumlu olduğu açık. Bölge güvenliğine yaptığı yatırımın yük olduğunu ve Çin’e yaradığını düşünen ABD, Ortadoğu’da liderlik rolünden uzaklaşma kararını epeydir uyguluyor. 2008 ekonomik kriziyle birlikte Afganistan ve Irak’ta ulus inşası projelerinde yaşanan hüsran bu politikayı ortaya çıkarmıştı. Obama İran’la normalleşerek bölgenin diğer sorunlarından uzak durmak istemişti. Trump İran’a baskı politikası ve İsrail-Arap normalleşmesiyle içerde Evanjelistleri memnun etmeye çalışıyordu. Biden Afganistan’dan çıkarak ve İran’la anlaşma için asgari çaba harcayarak maliyet azaltma politikasını devam ettiriyordu. Bu üç yönetim de Ortadoğu’ya liderlik etme iddiasından vazgeçen bir politikayı takip ediyordu.

Suudi Arabistan’la ilişkilerde Kaşıkçı cinayeti ve Yemen iç savaşı gibi önemli dönüm noktaları yaşandı. Biden’ın paryalıkla suçladığı Riyad’la derin bir güven krizi yaşanıyordu. Washington’un Suudileri İran’a karşı koruyacağından da herkes kuşkuluydu. Suudilerle güçlü ilişkilere rağmen Biden’ın Muhammed bin Selman’la yumruk tokuşturması petrol fiyatları konusunda istediğini almasına yetmemişti. Birçok bölge lideri gibi Muhammed bin Selman da ABD’nin bölgedeki ağırlığına rağmen maliyet üstlenmek istemediğini biliyordu. Riyad açısından İran’a karşı tam güvence vermeyi reddeden Washington’un mesajı açıktı ve farklı alternatifler aramanın vakti gelmişti.

ABD’nin bundan sonra Ortadoğu’nun maliyetli sorunlarıyla vakit kaybetmektense asıl rakip olan Çin’e odaklanma politikasının sonuçları olması doğaldı aslında. Bu sonuçların en önemlilerinden biri bölge ülkelerinin ABD’nin nizam vermesine gerek kalmadan ikili sorunlarını birbirleriyle konuşarak çözme gereğiydi. Diğer bir sonuç da Rusya ve Çin’in Batı’yla karşı karşıya geldiği bir dönemde iki taraf arasında bir denge arayışı oldu. Bölge ülkeleri arasında diplomasinin güçlenmesi ve küresel güç mücadelesinde denge arayışı, Ortadoğu için olumlu sonuç bile getirebilir. Ancak Çin’in Suudi-İran normalleşmesinde ilk defa arabulucu güç olarak kendini lanse etmesinin olumlu bir sonuç olup olmadığını sorgulamak gerekiyor.

Çin’in bu hamlesinin son haftalarda ABD’yi doğrudan eleştirme özgüvenini gösterdiği bir ortamda geldiğini de hatırlamak lazım. ABD’nin Çin casus balonunu düşürmesini doğrudan eleştiren, Rusya’ya yakınlaşarak askeri yardım aşamasına gelen, Tayvan’a silah satışına karşı sert dil kullanan, Xi’nin 3. döneminde orduyu ‘çelikten bir duvar’ haline getirme sözü veren bir Çin var karşımızda. Ukrayna barış planı önerisinden iki hafta sonra Suudi Arabistan ve İran gibi karşıt güçleri bir araya getiren bir Çin. ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesini fırsata çevirmeye çalışan ancak bölge dengelerini iyi anladığı da şüpheli olan bir Çin. Karşısında ise Ortadoğu’da maliyet azaltmak isteyen ancak Çin’in bölge liderliği iddiasıyla mücadelenin de kaçınılmaz olduğunun farkında olan bir ABD.

 [Yeni Şafak, 15 Mart 2023]

Etiketler: