Murat Kula - Anadolu Ajansı

Aldılar mı İfadeni?

Demirtaş ve arkadaşları ifade vermeye gitmeyeceklerini söyleyip meydan okumuşlardı. Böyle olunca da devlet, ifadesini almaya gitti.

Olacak iş mi? PKK Türkiye’ye karşı savaş açan kanlı bir terör örgütü. Sadece Türkiye devleti değil ABD de, AB de onu terör örgütü sayıyor.
ABD’nin ve AB’nin PKK’yı terör örgütü sayması ne anlama geliyor?
Tereddütsüz PKK’nın finans kaynaklarına müdahale etmeleri, kendi topraklarındaki faaliyetlerini durdurmaları anlamına geliyor. Öyle oluyor mu? Olmuyor, çünkü bunlar kâğıt üstünde yazan yalanlar.
PKK uzun yıllar ABD ve AB tarafından Türkiye’yi hizaya sokmak için kullanıldı. 1990’lar boyunca bunu açıkça gördük.
Ne var ki 2000’li yıllar bu desteğin sınırlı hale geldiği bir dönem oldu. 2014’ten sonra ABD’nin ve AB ülkelerinin PKK’ya verdikleri destek yeniden ve çok daha güçlü biçimde karşımıza çıktı. 2000’li yıllardaki fetretin nedeni neydi peki?
2000’li yıllarda Türkiye’de istikrarlı bir sosyo-politik ve sosyo-ekonomik yapı kuruluyordu. Ve dünya sistemi bu yapıdan istifade edebileceğini varsayıyordu. Yapmaları gerekenin bu istikrarlı yapıyı kuran siyasi iradeye ortak olmak, onu manipüle etmek olduğunu düşündüler.
Türkiye’yi istedikleri yöne çekmek için Erdoğan iktidarını bir yandan dengelemeyi, diğer yandan çevrelemeyi gerekli gördüler. Türkiye’yi böylelikle istedikleri yöne çevirebileceklerini varsayıyorlardı.
Dengeleme işini Kemalistler üstlendi. Çevreleme işini ise sol-liberaller ve FETÖ’cüler. PKK, bir süre devre dışında tutuldu.
Kemalistler çok çabalasalar da dengeleme işini beceremediler. Amerikalı neo-con dostlarından aldıkları destek de yetmedi. 2000’lerin sonuna gelindiğinde artık “Türkiye’nin en önemli denge unsuru olan Kemalist ordu devre dışında kaldı” yorumları yapılmaya başlandı. Bir vesayet odağı, demokratik denge- denetim sisteminin bir parçası gibi yansıtılıyordu.
Nihayetinde dengelenmesi gereken bir yeni iktidar odağı vardı. “İslami oryantasyonu olan bir siyasi parti!” “Değiştim dese de, güvenilmemesi gereken bir güç!” Kemalistlerden umut kesilince bu kez, sol-liberal unsurlara ve FETÖ yapılanmasına bel bağlandı. Onlar da başarıya ulaşamadılar. Erdoğan’a yaptıkları “oyu sen al, mührü bize ver” yönündeki ahlaksız teklifin karşılık bulamadığına kanaat getirdiklerinde yeni bir moda geçtiler.
Gezi kalkışması, Erdoğan iktidarına karşı sol-liberal unsurların “çevreleme siyaseti”nin iflası ve savaş ilanı olarak gündeme geldi. 17-25 Aralık bürokrasi darbesi ise FETÖ yapılanmasının “çevreleme siyaseti”nin iflası ve savaş ilanı olarak karşımıza çıktı.
Bu kez “tahrip siyaseti”ne geçildi. Ve hep beraber, bütün “düşman unsurlar” ittifak halinde Erdoğan’a ve milletin iradesine karşı harekete geçtiler. PKK bu süreçte yeniden devreye sokuldu. Suriye’nin kuzeyinde kendisine açılan imkânları Türkiye devleti aleyhine kullanması talimatı verildi.
“Terör örgütü PKK”, Batı’da meşru bir siyasi aktör gibi selamlanmaya başlandı. Onun siyasetteki uzantıları “Erdoğan’ın baş düşmanı” olarak kahramanlaştırıldı.
Oysa Türkiye devleti açısından mesele, terör örgütleri ve onların uzantılarıyla mücadele etmek, ülke güvenliğini temin etmek. PKK’nın siyasetteki doğrudan uzantısı olan HDP, “tahrip siyaseti”nin ana unsurlarından birine dönüştü. Teröre destek verdi. Halkı isyana teşvik ederek, PKK’nın iç savaş çıkarma stratejisine hizmet etti.
Dün itibariyle S. Demirtaş ve F. Yüksekdağ dahil olmak üzere bazı HDP milletvekilleri gözaltına alındı.
Yasal ve meşru bir çerçevede ilerleyen bir terörle mücadele süreci dolayısıyla. Hatırlanacağı üzere TBMM HDP’li vekillerin, teröre destek verdikleri gerekçesiyle dokunulmazlıklarını kaldırmış, yargılanmalarının önünü açmıştı.
Demirtaş ve arkadaşları ifade vermeye gitmeyeceklerini söyleyip meydan okumuşlardı. Böyle olunca da devlet, ifadesini almaya gitti.
Terör örgütü teröre cüret ediyorsa, devlet de terörle mücadeleyi bütün araçlarıyla yürütmeyi kendine vazife bilmek zorunda. Mesele bundan ibaret.

[Sabah, 5 Kasım 2016]

Etiketler: