5 Soru: Türk Ticaret Gemisine Müdahale ve Uluslararası Hukuk

Açık denizlerde ticaret gemilerine hangi şartlarda müdahale edilebilir ve müdahalenin kapsamı nedir? Türk bayraklı ticaret gemisine açık denizde müdahalenin hukuki gerekçeleri neler olabilir? BM Güvenlik Konseyi silah ambargosu kararının kapsamı nedir? Müdahale gerekçesi oluşturabilir mi? IRINI Operasyonu’nun ve gerçekleştirdiği müdahalelerin hukuki zemini var mı? Türkiye bandıralı gemilere müdahale durumunda Türkiye’nin karşılık verme hakkı var mıdır? Sonrasında Türkiye hukuken ne gibi adımlar atabilir?

Avrupa Birliği’nin (AB) Libya’ya uygulanan askeri ambargoya uyumu denetlemek için Akdeniz’de yürüttüğü IRINI misyon gücünde bulunan bir Alman savaş gemisi 22 Haziran günü bir Türk ticaret gemisine fiili bir müdahalede bulundu. Gemiye çıkan askerlerin hem personeli sorguladıkları hem de yük konteynerlerini açarak detaylı incelemelerde bulundukları ifade edildi.

Türk Dışişleri Bakanlığı müdahale için ne Türkiye’den ne de gemi kaptanından önceden bir izin alındığını, müdahale sırasında da gemi personelinin ilettiği bilgi dışında Türk yetkililere bir bildirimde de bulunulmadığını açıkladı. Türkiye’nin ortaya koyduğu resmi itirazlar ve meselenin yarattığı ciddi gerginlik müdahaleye dair bazı hususların incelenmesini gerekli kılmaktadır.

  1. Açık denizlerde ticaret gemilerine hangi şartlarda müdahale edilebilir ve müdahalenin kapsamı nedir?

Açık denizlerde bulunan gemlilerin hangi kurallara göre hareket edeceği ve bu gemiler üzerinde hangi yetkilerin kimler tarafından kullanılacağı, 1982 Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili hükümlerince yazılı olarak düzenlenmiştir. Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin bu konuya dair kuralları aynı zamanda uluslararası yapılageliş hukuku kuralları olduğundan, bütün ülkelere yönelik haklar ve sorumluluklar doğurmaktadır.

Açık denizler, denize kıyısı olan ülkelerin karasuları (en fazla 12 deniz mili genişliğinde) dışında kalan bütün deniz alanlarını ifade eder. Açık denizlerin hukuki statüsüne hakim olan prensip “açık denizlerin serbestliği” ilkesidir. Bu prensip gereği, açık denizler, hiçbir devletin egemenliği altında olmayan, denize kıyısı olsun ya da olmasın bütün devletlerin serbestçe kullanabileceği deniz alanlarıdır. Bu serbestlik, ulaşım, açık deniz üzerinde uçma, denizaltı kabloları ve petrol boruları yerleştirme, yapay adalar ve uluslararası hukukun izin verdiği diğer tesisleri inşa etme, balık avlanma, bilimsel araştırma yapma gibi serbestlikleri içerir.

Kural olarak açık denizlerdeki her bir gemi (sivil ya da askeri, şahıs ya da devlet) kayıtlı olduğu, yani bayrağını taşıdığı bayrak devletinin yasama, yürütme ve yargı yetkisi altındadır. Bir başka deyişle başka hiçbir devlet kural olarak bu gemiler üzerinde yasama, yürütme ya da yargısal yetki kullanamazlar. Bu kural hem gemi hem de gemi içerisindeki yük ve personeli kapsamaktadır.

Ancak tanımlanmış bazı durumlarda, bir devletin savaş ya da güvenlik gemileri, bir başka devletin sivil-ticaret gemilerine müdahale hakkına sahiptirler. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi bu durumları, bir geminin deniz haydutluğunda kullanıldığına, köle ticaretinde kullanıldığına, izinsiz radyo yayını yaptığına, tabiiyetsiz (hiçbir devlete kayıtlı olmadan, yani bayraksız bir şekilde) seyahat ettiğine, yabancı bir bayrak çekmiş olmasına veya bayrağını göstermekten kaçınmasına rağmen, geminin gerçekte müdahale etmek durumunda olan savaş gemisiyle aynı tabiiyette olduğuna dair “ciddi şüphe” (reasonable ground for suspecting) bulunduğu durumlar olarak sıralamıştır.

Sayılan durumlarda gerçekleşen müdahaleye “ziyaret hakkı” denir ve gemiyi durdurup, yeterli askeri personel ile gemiye çıkılıp denetlenmesini ifade eder. Gemiye çıkıldıktan sonra sadece şüphe çerçevesinde ilgili evrakın kontrol edilmesine imkan tanınmaktadır. Evrakların incelenmesi neticesinde şayet gerekli görülürse daha detaylı inceleme yapılabilir ve gemi yükü kontrol edilebilir. Bütün bu incelemelerden sonra şayet şüphenin doğruluğu kanıtlanamaz ise geminin uğradığı zararların giderilmesi gerekir. Şüpheler doğrulanır ise gemi ve personeli üzerinde idari ya da yargısal yetkiler kullanılabilir mi sorusunun cevabı açık olmamakla birlikte, kullanıldığı örnekler bulunmaktadır.

  1. Türk bayraklı ticaret gemisine açık denizde müdahalenin hukuki gerekçeleri neler olabilir?

Açık denizlerde seyahat eden ve Türk bayrağı taşıyan özel bir firmaya ait MV Roseline adlı bir sivil-ticaret gemisine gerçekleşen müdahale, yukarıda özetlenen hukuki çerçevede değerlendirildiğinde, ele alınması gereken ilk husus bir “ciddi şüphe”nin mevcut olup olmadığıdır. Ciddi şüphenin varlığı, her bir olayın kendi şartları çerçevesinde değerlendirilir. Bu bağlamda Türk ticaret gemisine müdahalede, geminin yasa dışı bir eylem gerçekleştirdiğine dair ciddi bir şüphenin bulunup bulunmadığına yakından bakılması gerekir. Türk Dışişleri Bakanlığının yaptığı resmi açıklamada “muğlak bir şüphe üzerine başlatılan” ifadesine yer verilmiştir. Bu ifade, müdahale eden birimlerin, şüphenin ciddiyetine dair Türkiye’ye hiçbir bilgi vermediklerini ya da verdikleri bilginin tatmin edici olmadığını göstermektedir.

Alman kaynaklara göre, IRINI Misyonu’nun Roma’daki komuta karargahından gelen bir ihbar üzerine müdahale edilmiştir. Ancak yapılan incelemede silah bulunamaması, gemiye, özel bir şüphe unsuru üzerine değil de genel bir şüphe üzerine müdahale edildiğini göstermektedir. Bu durum yukarıda bahsettiğimiz “ciddi şüphe” kriterini karşılamaktan uzak gözükmektedir.

Ciddi şüphe dışında, Türk ticaret gemisine müdahalenin 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde sayılan durumlardan birisinde yapılması da gerekmektedir. Yukarıda belirttiğimiz bu durumlar dışında başka hiçbir gerekçeyle açık denizlerde gemilere müdahale edilmemesi gerekir. Türk ticaret gemileri ile köle ticareti ve deniz haydutluğu gibi durumların mevcut olduğuna dair herhangi bir açıklama ya da bilgi veya iddia bulunmamaktadır.

Ancak yukarıda belirttiğimiz durumlar dışında istisnai bir durum olarak, BM Güvenlik Konseyi kararı ile açık denizlerde ticaret gemilerine müdahale imkanı tanınabilir. Güvenlik Konseyinin, BM Antlaşması’nın VII. Bölüm çerçevesinde aldığı kararlar, bütün devletler için bağlayıcıdır. Bu nedenle AB IRINI misyon gücünün bu temelde bir müdahale hakkının bulunup bulunmadığına ayrıca bakılması gerekir.

  1. BM Güvenlik Konseyi silah ambargosu kararının kapsamı nedir? Müdahale gerekçesi oluşturabilir mi?

26 Şubat 2011 tarihinde BM Güvenlik Konseyi, 1970 sayılı kararla Libya’ya silah ve askeri teçhizat temini için açık uçlu (süresi belirli olmayan) bir ambargo uygulanmasını kararlaştırdı. Bu karar o zamanki Libya hükümetinin barışçıl göstericilerin bastırılması da dahil olmak üzere, insan haklarının ağır ve sistematik ihlali niteliği taşıyan eylemlerine karşı bir tepki olarak ve bu tür eylemlerin önlenmesi için alınmıştı. Oy çokluğu ile kabul edilen 17 Mart 2011 tarihli ve 1973 sayılı Güvenlik Konseyi kararı ise bu süreçte ikinci kararı oluşturmaktadır. Bu karar Libya üzerindeki hava sahasını uçuşa yasak bölge ilan etmiş, ayrıca BM üyesi bütün devletlere açık denizlerdeki şüpheli kargoları inceleme yetkisi vermiştir. Bu ambargonun uygulanmasını izlemesi için bir “Uzmanlar Komitesi” de oluşturulmuştur.

Bu süreçte üçüncü karar olan BM Güvenlik Konseyinin 2009 sayılı kararı (2011) ile de Yaptırım Komitesine önceden bildirilmesi ve onayı ile silahların yeni Libya makamlarına ulaştırılmasına imkan tanındı. Ayrıca BM personeli, medya çalışanları ve insani yardım ve kalkınma görevlileri ve ilgili personelin korunması için Komiteye önceden bildirilerek ve olumsuz bir karar alınmaması durumunda, hafif silahların ve ilgili materyallerin Libya’ya geçici olarak ihraç edilmesine izin vermiştir. Güvenlik Konseyi 2095 (2013) sayılı kararı ile Libya’da insancıl koruma ve Libya hükümetine eğitim verilmesi maksatları için ölümcül olmayan askeri teçhizatın temin edilmesi veya teknik ve mali yardım sağlanması durumlarında, Yaptırımlar Komitesine bildirim zorunluluğunu kaldırdı.

Ağustos 2014’te, Libya’da yeni bir şiddet süreci başladıktan sonra, 2174 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, Libya’ya yapılacak herhangi bir silah ve ilgili malzemenin Yaptırım Komitesi tarafından önceden onaylanması şartını getirdi. Haziran 2016’da Güvenlik Konseyi, 2292 sayılı karar ile, Libya kıyılarının açık deniz kesimlerinde, Libya’ya uygulanan silah ambargosunu ihlal ettiği düşünülen gemileri denetlemek için bütün devletlere yetki verdi.

  1. IRINI Operasyonu’nun ve gerçekleştirdiği müdahalelerin hukuki zemini var mı?

Libya’daki iç savaşın sona erdirilmesi için BM çerçevesinde yürütülen çalışmalardan birisi de yukarıda bahsedilen Libya’ya yönelik silah ambargosu kararları olmuştur. AB ise bu silah ambargosunun “etkili uygulanmasının sağlanması” maksadı ile Akdeniz’de yeni bir Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (Common Security and Defence Policy, CSDP) kararı almıştır. Bu bağlamda Sophia Opersyonu’nu sonlandırılarak 31 Mart 2020 tarihinde EUNAVFOR MED IRINI Operasyonu (IRINI Yunancada barış anlamına gelmektedir) başlatılmıştır. Operasyonun esas amacı olarak “hava, uydu ve deniz unsurlarını kullanarak BM’nin Libya’ya silah ambargosu kararını uygulamak” olarak ifade edilmiştir. Bu bağlamda Misyon, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2292 (2016) Sayılı Kararı uyarınca Libya’ya ve Libya’dan silah veya ilgili malzeme taşıdığından şüphelenilen açık denizlerdeki gemilerin teftişini yapmakla” görevlendirilmiştir. Ancak petrol kaçakçılığı, Libya Sahil Güvenlik Güçleri’nin eğitimi ve insan kaçakçılığının önlenmesi gibi hususlar da dahil edilerek bu misyonun görevi çok daha geniş tanımlanmıştır.

Faaliyetlerine fiilen 4 Mayıs 2020 tarihinde başlayan ve ilk gemi denetimini 20 Eylül 2020 tarihinde yapan IRINI Operasyonu Komutanlığını AB adına İtalyan donanmasından Fabio Agustini yapmakta ve operasyonun komuta merkezi ise Roma’da bulunmaktadır. Komutan yardımcılığını ise Fransa donanmasından Jean-Michel Martinet yaparken IRINI Güç Komutanlığını ise Yunanistan donanmasından Theodoros Mikropoulos yapmaktadır. 31 Mayıs 2021 tarihine kadar oluşturulmuş bu operasyonun görevi, gerektiğinde bu tarihte uzatılabilecektir.

Türk Dışişleri Bakanlığının yaptığı resmi açıklamada vurgulanan hususlardan birisi IRINI Operasyonu’nun, “amacının ve faydasının tartışmaya açık” olduğudur. Bir diğer ise Libya hükümeti, Türkiye ve NATO ile istişare edilmeden başlatılan “tarafsızlığı tartışmalı” hatta “taraflı” bir operasyon olduğudur. Hatta bu operasyonun “Darbeci Hafter’e gelen silah desteklerini denetlemeyen, keyfi uygulamalarda bulunan, meşru Libya hükümetini cezalandırmaya yönelik bir harekat” olduğu da ifade edilmiştir.

Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından ortaya konan başka hususlar da bulunmaktadır. Bunlardan birisi Libya’ya silah ambargosu uygulansa dahi, BM Güvenlik Konseyi kararları uyarınca ticari gemilere askeri müdahalede bulunulamayacağıdır. Türk Dışişleri Bakanlığına göre uluslararası sularda ticari gemilere müdahale edilebilmesi için bayrak devletinin rızasının alınması esastır. Libya silah ambargosuna dair BMGK kararları bu yükümlülüğü ortadan kaldırmamaktadır.

Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından ortaya konan bir başka husus da “AB’nin askeri harekatının, Libya’daki meşru hükümetin bilgisi dahilinde yapılmadığı” ve bu nedenle de hukuki olmadığı hususudur. Türk savunma otoriteleri de IRINI Operasyonu’nun BM’nin Libya’ya yönelik silah ambargosunun denetlenmesi için başlatılmasına rağmen 2292 Nolu BM Güvenlik Konseyi kararında meşru hükümet olarak kabul edilen Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare şartına uymadığını dile getirmekteler.

Görüldüğü gibi IRINI Operasyonu ile ilgili dikkate değer bazı hususlar mevcuttur. Öncelikle bu operasyon BM Güvenlik Konseyi kararı ile kurulmuş bir operasyon değildir. AB’nin kendi inisiyatifi ile Akdeniz’deki güvenlik ve savunma çıkarlarını koruma anlayışı çerçevesinde oluşturulmuş bir operasyondur. İkinci önemli hususu ise IRINI Operasyonu’nun tek ve esas görevinin silah ambargosunu denetlemek ve uygulamak olmadığıdır. Operasyon AB’nin kendi açısından önemli gördüğü insan kaçakçılığının önlenmesi, petrol kaçakçılığının önlenmesi ve Libya Sahil Güvenlik Güçleri’nin eğitilmesi gibi çok geniş bir faaliyet alanı ile uğraşacak şekilde kurulmuştur. AB’nin kendi çıkarlarının korunması bağlamında kurulduğu açık olan bu gücün, BM gözetiminde ya da komutasında ve tarafsız bir güç olarak faaliyet göstermediği görülmektedir.

Hukuki anlamda değerlendirildiğinde böylesine tek taraflı ve hukuki zeminden yoksun bir gücün, açık denizlerde diğer devletlerin gemilerine müdahale etmesi, uluslararası deniz hukukun en eski ve en temel kurallarından olan “açık denizlerin serbestliği” ilkesinin ve “bayrak devleti yasası” ilkesinin açık ihlallerini oluşturmaktadır. Öte yandan IRINI Operasyonu’nun meşru bir zemini olsa dahi, uygulamaların taraflı olması ve iyi niyetten yoksun yapılması, operasyonun, uluslararası hukukun da temel bir ilkesi olan “iyi niyet” ilişkisini ihlal ettiği, bu nedenle de meşruiyetini yitirdiği görülmektedir. IRINI Operasyonu’nun kurumsal yönetiminin çoğunluğunun, Türkiye ile son zamanlara ciddi siyasi sürtüşmeler yaşayan Fransa ve Yunanistan’dan seçilmiş olması, iyi niyet ilkesinin ihlalinin bir başka kanıtı olarak görülmelidir.

Yukarıda BM Güvenlik Konseyi kararlarına değinilirken görüldüğü gibi, silah ambargosunun Libya meşru hükümetini de kapsayıp kapsamadığı açık değildir. Bazı kararlarda Libya’da istikrarın sağlanması için meşru hükümetin ağır olmayan türden silahları temin edebilmesinden bahsedilmektedir. Bu temelde Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti silah ambargosunun yasal hükümet olarak diğer devletlerle güvenlik işbirliği antlaşmaları yapmasına ve bu kapsamda ülkeye diğer devletlerin silahlı unsurlarının gelmesine engel olmadığını, sadece yasa dışı silah transferine engel oluğunu ifade etmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye ile Libya arasında 28 Kasım 2019 tarihinde imzalanan savuna-güvenlik işbirliği antlaşması temelinde Türk gemilerine uygulanabilecek bir denetim yasal olmayacaktır.

  1. Türkiye bandıralı gemilere müdahale durumunda Türkiye’nin karşılık verme hakkı var mıdır? Sonrasında Türkiye hukuken ne gibi adımlar atabilir?

22 Kasım 2020 tarihinde yaşanan ve yukarıda görüldüğü gibi meşruiyeti oldukça şüpheli müdahaleye benzer müdahalelerin önlenmesi için Türkiye, bayrağını taşıyan gemileri korumak için gerekli tedbirleri alma hakkına sahiptir. Açık denizlerde bulunan gemilerin bayrağını taşıdığı devletin yetkisi altında olması ve bir nevi ülkesinin bir parçası kabul edilmesi nedeniyle bu gemilere yapılan askeri müdahaleler, meşru müdafaa hakkı kapsamında değerlendirilerek karşılığında gerekli askeri tedbirler alınabilir.

Şayet gayrimeşru bir müdahale gerçekleşmiş ise ve gemi üzerinde ya da müdahaleden kaynaklı bir maddi zarar oluşmuşsa, zararın müdahale eden devletten tazmini için o devlet mahkemelerinde gerekli yasal süreçleri başlatma hakkı mevcuttur. Bir başka deyişle 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde belirtildiği gibi “şüpheler gerçekleşmezse, durdurulan geminin şüpheleri haklı gösterecek hiçbir eylem yapmaması şartıyla, maruz kaldığı her türlü zarar ve kayıp tazmin edilecektir.” Nitekim Türk Dışişleri Bakanlığı açıklamasında son yaşanan eylemden doğabilecek zarar ve kayıplara karşı ilgili gerçek ve tüzel kişiler olarak gemi personeli ve şirketinin her türlü tazminat hakkının saklı olduğuna işaret edilmiştir.

Ceza hukuku açısından değerlendirildiğinde bu müdahalenin gayrimeşru maksatlarla yapıldığına dair deliller mevcutsa müdahale yapan personele karşı cezai yargısal süreç başlatılması da mümkün gözükmektedir. Bir başka deyişle sadece zarar vermek için müdahalenin gerçekleştirildiği söz konusu ise bunu gerçekleştiren personel cezai soruşturmaya maruz kalabilecektir. Bu ceza soruşturması Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri gereği, söz konusu yabancı personele karşı Türk mahkemelerinde de yürütülebilir. Zira söz konusu eylem, Türk bayrağı taşıyan bir gemide, yani Türkiye sınırları içerisinde gerçekleşmiş sayılır ve Türk kanunlarının ve mahkemelerinin yetki alanına, yani yasama ve yargı alanına dahil olur.

Etiketler: