5 Soru: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile Eşitsizlik Krizi

Son dönemde tartışmaların odağında olan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı nedir? Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında kadınların aile/özel ve çalışma hayatındaki rollerini nasıl değerlendirmek gerekmektedir? Mesleklerin cinsiyetlere göre kodlanması ya da aile hayatında kadının rolünün azaltılması eşitliği sağlamada etkili politikalar mıdır? Türkiye’de kadınların ekonomik ve sosyal yaşama katılımı için mevcut uygulamalar kadınların sosyoekonomik göstergelerini nasıl etkilemiştir? Eşitlik uygulamalarının kadınlar için yeniden eşitsizlik üretmesi sorununa karşılık neler yapılabilir?

  1. Son dönemde tartışmaların odağında olan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı nedir?

Toplumsal cinsiyet biyolojik anlamından farklı olarak sosyal doku ve kültürel özelliklerle şekillenen rolleri, davranışları ve konumu açıklamak için kullanılmaktadır. Bu terimin yanına eşitlik konulduğunda ise cinsiyetin belirlediği roller karşısında mevcut/olası eşitsiz uygulamalara yönelik bir anlayış ifade edilmektedir. Kadınların erkeklere göre eğitim, istihdam, siyasi temsil, idari ve yönetim pozisyonları açısından dezavantajlı olduğuna dair genel kabul bu terimin kadınlarla anılmasına ve kadınların haklarının korunması olarak algılanmasına neden olmuştur. Kadınların cinsiyetinden ya da üstlendiği roller açısından erkeklere göre bazı haklarından vazgeçmesi veya vazgeçmek zorunda kalmasına karşı geliştirilen bir terim olarak kullanılmaktadır.

Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği terimi toplumun kadın ve erkeğe yüklediği sorumluluk ya da roller açısından yeni bir dağılım yapılmasını ve bu dağılımın eşit olmasını savunmaktadır. Bu noktada cinsiyet özelliklerinin yok sayılarak eşit dağılım talebinde bulunulması yeni bir eşitsizlik üretmektedir. Kadınların annelik vasfının yok sayılması ya da değersizleştirilmesi aile içinde anne ve baba rollerinin karışmasına yol açacaktır. Eşitlik talebi kadının annelik ya da aile/özel yaşamındaki sorumluluklarının göz ardı edilerek kadın ve erkekten aynı görev ve yükümlülüklere sahip olmasını öngörmektedir. Bu noktada kadının iş yaşamına katılımının desteklenmesi eşitlik prensibinin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Oysaki eşitlik durumu her bireyin ihtiyaç ve taleplerine göre sağlanacak destek ve uygulamalarla gerçekleşir.

  1. Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında kadınların aile/özel ve çalışma hayatındaki rollerini nasıl değerlendirmek gerekmektedir?

Toplumsal cinsiyet eşitliği kadının aile veya özel yaşamı ile iş hayatı arasında doğrudan bir set çekmeyi zorunlu hale getirmektedir. Çünkü eşitlik kadınların eğitime erişim, iş arama/bulma/terfi süreci, idari ve yönetim mekanizmalarında yer alması, siyasi temsil gibi her alanda erkek ve kadınların eşit hak ve yükümlülüklere sahip olmasını gerektirmektedir. Bu noktada toplumsal cinsiyet eşitliğinin cinsiyetten kaynaklanan bir hak mahrumiyetine karşı duruşu ifade etmesi açısından savunulması rasyoneldir. Ancak kadın ve erkeğe atfedilen rollerin –özellikle aile yaşamındaki– yeniden tanımlanması ve bu rollerin eşit dağılımı teoride mümkün olsa dahi pratikte geçerliliği yoktur. Zira yalnızca Türkiye’de değil birçok ülkede kadınların annelik vasfı önemsenmektedir. Bundan dolayı kadınların annelik rolleri ve çocuk bakımı sebebiyle çalışma yaşamından uzaklaşmaması için ekonomik ve sosyal politikalar uygulanmaktadır. Kadının anne rolünün göz ardı edilerek anneliğin kadını birey olarak değersizleştiren bir terim şeklinde kullanılması aslında yeni bir eşitsizlik üretmektedir. Bu noktada annelik rolünün değeri takdir edilerek kadının üzerindeki aile sorumluluklarının paylaşımı ve dağılımı gerekmektedir. Rollerin fıtrata aykırı olarak yeniden tanımlanmasının ise rasyonalitesi yoktur.

Bireylerin cinsiyetinden dolayı herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamasına yönelik bir anlayışı temsil eden toplumsal cinsiyet eşitliği terimi cinsiyetin önemsizliği veya cinsiyetin getirdiği özelliklerin önemsenmemesi olarak anlaşılmamalıdır. Toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımı ve bu katılım sürecinde de cinsiyetin neden olduğu bir ihlalle karşılaşılmaması gerektiğini öngörmesi kavramın güçlü yanını oluşturmaktadır. Fakat toplumsal cinsiyet eşitliği terimi bu güçlü özelliğinden ziyade kadınların yalnızca iş piyasasında üretimle değerli/eşit olabileceği noktasına doğru gitmektedir. Bu durum kadının anne rolünü değersizleştirdiği gibi aile yapısında kadının olumlu, yapıcı ve güçlü konumunu da zayıflatmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’nde yer alan endekslerden biri olan Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde de üç boyut bağlamında ölçüm yapılmaktadır. Kadının güçlendirilmesi parlamentodaki kadın milletvekili sayısı ve kadın ile erkeklerin orta ve yükseköğrenim oranlarıyla, üreme sağlığı boyutu anne ölüm ve erkek doğurganlık oranıyla, ekonomik boyut ise kadın ve erkeğin iş gücüne katılım oranı ile ölçülmektedir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak uygulamalar bu üç boyuttaki olumlu gelişmeyi destekleyecek şekilde olmalıdır.

  1. Mesleklerin cinsiyetlere göre kodlanması ya da aile hayatında kadının rolünün azaltılması eşitliği sağlamada etkili politikalar mıdır?

Mesleklerde cinsiyet ayrımının yapılması, “kadın mesleği” ya da “erkek mesleği” şeklindeki kodlamalar eşitsizlikle birlikte adaletsizliği de beraberinde getirmektedir. Bu kodlama bazı mesleklerde erkeklerin, bazı mesleklerde ise kadınların ağırlığını artırmıştır. Hatta mesleklerin kendi içinde alanlarına göre de eşitsiz bir dağılım gözlemlenmektedir. Örneğin araba tamirciliği erkek mesleği olarak kabul görürken ev işi ya da bakım alanında kadınlar öne çıkmıştır. Diğer yandan “erkek mesleği” şeklinde kodlanan mühendislikte dahi gıda ve tekstil mühendisliklerinde kadınların sayısı erkeklere göre fazla iken bilgisayar, makine, gemi, uçak gibi alanlarda erkeklerin ağırlığı bulunmaktadır.

Bu kodlamalar kadın veya erkeklerin mesleki tercihlerini etkiliyor ve istemelerine rağmen hedeflerinden vazgeçmelerine sebep oluyorsa eşitsizlik söz konusudur ve bununla mücadele etmek gerekmektedir. Ayrıca bu mesleklerin gerektirdiği sorumlulukla aile veya özel yaşamdaki sorumlulukların çatışması da yine eşitsiz bir durum oluşturacaktır. Bu sorumlulukların paylaşılması ya da kolaylaşması için halihazırdaki uygulamaların amacı toplumun kadından beklentilerini pekiştirmek değil kadının iş ve aile yaşamında bölünmüşlüğüne bir çözüm getirmektir.

  1. Türkiye’de kadınların ekonomik ve sosyal yaşama katılımı için mevcut uygulamalar kadınların sosyoekonomik göstergelerini nasıl etkilemiştir?

Eğitime erişim, mezuniyet oranı, istihdam oranı, siyasi temsil ve yönetici pozisyonlarında olmak gibi göstergeler kadınların ekonomik, siyasi ve sosyal yaşamdaki yerini belirleyen temel göstergelerdir. Türkiye’de son on altı yılda kız çocuklarının eğitime erişimi, yükseköğretim mezun oranı, iş gücüne katılım ve istihdam oranında kayda değer bir gelişme yaşanmıştır. 2017-2018 döneminde kız çocuklarının ilkokul kademesinde net okullaşma oranı yüzde 91,68 iken erkekler için bu oran yüzde 91,42 olarak gerçekleşmiştir. Erkek ve kız çocukları arasında ilkokul kademesinde anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Eğitimde kademe arttıkça okullaşma oranı düşerken cinsiyete göre önemli bir farklılaşma yaşanmamaktadır. Ortaokul kademesinde kız çocuklarının okullaşma oranı yüzde 94,69, ortaöğretimde ise yüzde 83,39’dur. Yükseköğretimde ise bu oran yüzde 47,36 olarak gerçekleşmiştir. Ortaöğretim dışında diğer tüm kademelerde kız öğrencilerin net okullaşma oranı erkeklerden yüksektir.

Eğitimdeki bu olumlu gösterge iş gücüne katılımın artmasında da kendini göstermiştir. Her yıl görece bir artış sağlanmasına rağmen kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 30-35 bandında seyretmektedir. TÜİK İşgücü İstatistikleri verilerine göre Kasım 2018’de kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 34,1’dir. Bir önceki yıla göre artış yaşansa da kadınların toplam nüfusun yaklaşık yarısına karşılık gelmesi ve eğitim istatistiklerinde erkeklerle eşit bir dağılım göstermesine rağmen iş gücüne katılım oranının düşük olması eşitlik üretmek adına yapılan politikalarla birlikte toplumsal dinamiklerin ve kültürel birikime göre de uygulamaların revize edilmesi gerekliliğini göstermektedir.

  1. Eşitlik uygulamalarının kadınlar için yeniden eşitsizlik üretmesi sorununa karşılık neler yapılabilir?

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının tartışılmasının sebebi kadının ekonomik, sosyal ve siyasi yaşama katılımında farklı rollerinden kaynaklanan sorumluluklarının paylaşılmasından ziyade rollerin yeniden tanımlanma yoluna gidilmesidir. Annelik rolünün babaya devredilmesi mümkün olmadığı gibi babalık rolünün de anneye devri mümkün değildir. Dolayısıyla cinsiyetten kaynaklanan veya toplum içinde değerli görülmüş ve benimsenmiş sorumluluklara karşı bu rollerin önemsizliğine değil rollerin getirdiği sorumlulukların paylaşılmasına odaklanılması gerekmektedir. Eşitlik sağlama amaçlı uygulamalar baskı aracına dönüşmeden ve yeni bir eşitsizlik üretmeden adil bir sorumluluk dağılımı sağlayacak şekilde kurgulanmalıdır.

Diğer yandan eşitlik uygulamalarının oluşturduğu “iş gücü piyasasında olma zorunluğu” baskısıyla toplum merkezli “aile kurma zorunluluğu” baskısı aynı amaca hizmet etmektedir. Aile ve iş yaşamındaki rollerin birbirine karşı üstünlüğü ya da birbiriyle çatışması değil birbirini tamamlayıcı olması hem kadın ve aile hem de toplum açısından sosyoekonomik refah üretecektir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği ile kadını erkekleştirme, erkeği kadınlaştırma ya da cinsiyetin önemsizliği konusuna değil cinsiyet farklılıklarının göz önünde bulundurularak cinsiyetten kaynaklı ayrımcı uygulamalara karşı mücadele verilmesi daha yararlı olacaktır.

Etiketler: