40 Yıllık Bir Banka 36 Saatte Nasıl Batar?

Bugün yaşadığımız Credit Suisse, Deutsche Bank, SVB, Signature ve Silvergate krizleri de bunun yeni halkaları. Kaliforniya'daki 40 yıllık SVB de regülatörler tarafından kapatıldı. Banka, gelen yoğun bankaya/mevduata hücuma cevap veremeyerek 36 saatte battı. Örneğin, sadece 9 Mart'ta bankadan 42 milyar dolar mevduat çekilmişti.

Bankalar, doğaları gereği kırılgandır. Temel fonksiyonları, kısa vadeli borçlanıp, uzun vadeli borç vermektir. Bu süreçte de iki işlem arası faiz (vade) farklarından kâr elde ederler. Bu işlemler sırasındaki hatalar ise, ulusal ve küresel ekonomileri zaman zaman krizlere sokar. Dolayısıyla da tarihi tecrübeler, yapıları gereği bir noktada da bu bankaların battıklarını göstermektedir.

Bugün yaşadığımız Credit Suisse, Deutsche Bank, SVB, Signature ve Silvergate krizleri de bunun yeni halkaları. Kaliforniya’daki 40 yıllık SVB de regülatörler tarafından kapatıldı. Banka, gelen yoğun bankaya/mevduata hücuma cevap veremeyerek 36 saatte battı. Örneğin, sadece 9 Mart’ta bankadan 42 milyar dolar mevduat çekilmişti.

Bundan 15 yıl kadar önce de konut piyasası ve bağlantılı riskli kâğıtlar kaynaklı bir bankacılık krizi söz konusuydu. Mortgage‘lara dayalı kâğıtlar üzerinden yeni değerleme ve risk algısı, bankaları zorlamıştı. Krediler ve bağlantılı finansal kâğıtlar birbiri ardına batıyordu. 15 yıl sonra, 2023’te ise bu defa, yeni yatırım çekemeyen teknoloji sektörünün bankalarda bekleyen mevduatları sorun oldu.

Bu mevduatların, pandemi döneminde yatırım için değerlendirilmesi sürecindeki tercih yanlışları, Fed’in agresif faiz artışları ile birleşti. Sonuçta da varlık değer kaybı kaynaklı ciddi kayıplar, faiz riski, kredi notu ve devamında da bankaya hücumlar, işleri içinden çıkılmaz bir hale soktu (Şekil 1).

Bankacılık Kaynaklı Riskler Artıyor

Bugün yaşadığımız bankacılık krizi bir anlamda şunun da açık bir ifadesidir aslında. Teknolojideki dönüşüm ile beraber, cherry on the cake olarak tabir edilen basit, standart bankacılık pek değişmezken, bankacılığın maruz kaldığı riskler ise artmaktadır. Örneğin, bankalardan para çekmek veya olumsuz bir haberin, hatta yanlış bir bilginin yayılması çok hızlı ve kolaylaşmış durumdadır.

Bankacılık krizleri ile mücadele amacıyla, özellikle de 1907’deki bankacılık krizinden çıkarılan dersler ile, (bir son kredi mercii olarak da görev yapacak) yeni tip merkez bankacılığın temelleri Fed öncülüğünde 1913’te atıldı. Bugün ise, bankalar için bir son kredi mercii olmasından daha fazlasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bankalardaki tüm mevduatlara güvence sağlayacak yeni mekanizmalara da ciddi ihtiyaç bulunmaktadır.

Bu anlamda, bankalardaki mevduatlara ilk güvence de 1900’lü yıllardan itibaren merkez bankalarından sağlanan fonlar ile gelmişti. Ardından, ABD’de 1930’larda, Türkiye’de de 1980’lerden itibaren FDIC ve TMSF gibi tasarrufa kamu güvenceleri geldi. Ancak, bunların da bir limiti var elbette. 2008’deki krizden sonra ise daha doğrudan ve her kriz durumunda devlet destekleri, kurtarma ve müdahaleleri bankacılık sisteminin arkasında durmaya başladı.

Bankalar, batmasına izin verilemeyecek kadar büyük (TBTF) veya sistemik önemli bankalar (SIB) gibi sınıflandırmalarla, artık, kamu faydası gören kurumlar gibi tam destek bulmaya başladılar. 2020’deki pandemide de aynı durum gözlendi. Bunun karşılığında da bankalara daha sıkı regülasyonlar, sermaye ve likidite yeterliliği, stres testleri gibi sıkı kontroller getirildi.

Ancak, bu regülasyonlar ile de çok fazla oynanmaktadır. Bir önceki (2008’e doğru götüren) de-regülasyonlar, riskli varlıklara yatırımları kolaylaştırırken; 2018’deki yeni dalganın de-regülasyonları ise likidite yönetimi ve yumurtaların çoğunun aynı uzun vadeli ve düşük faizli sepete konması sorununu doğurdu.

SVB ve Signature gibi bankaların (ki bunlara yeni eklemeler de bekleniyor) batışı, piyasada gerginlik ve bankacılığa yönelik olumsuz algıyı pekiştirirken; özellikle de bölgesel bankalar bugün daha sıkı gözetim altında. Mart’ın ikinci hafta sonundan itibaren (Avrupa’da da üçüncü hafta içi) alınan önlemler ise, bu bankacılık krizinin genele yayılmasına (şimdilik) engel oldu.

Banka Hücumları Tam Bir Tutsak İkilemi

Tüm bu krizin bizi bugün getirdiği süreci daha iyi anlamak için şöyle bir oyun teorisi senaryosu düşünelim.

Birbiri ile doğrudan iletişimi olmayan, ancak karşılaşacakları olası sonları iyi bilen iki banka müşterisinin tercih ve karar ikilemini (tıpkı RAND’ın meşhur strateji oyunu prisoner’s dilemma veya tutsak ikilemi gibi) düşünelim. İlk ihtimal olarak, kriz anında bu mudiler iş birliği yapsalar ve sabırlı olsalar, sonuç belli. Banka kurtulacak. Ama, içlerinde de bir kurt var. Sosyal medya ve finansal piyasalarda dolaşan bilgiler ve haberler, içlerine kurt düşürmüş durumda.

Ya bankalar batarsa? Tüm mevduatları giderse? Nitekim, (ikinci bir ihtimal olarak) hiç aksiyon almadan bekleseler, her şeylerini kaybetme ihtimalleri de var (mevduat güvenceleri verilmeden önce). Parasını almak için hamle yapan ise, kârlı çıkabilir. Nitekim 9 Mart’taki ilk şok dalgasında bankadan 40 milyar doların üzerinde mevduat çekilmiş.

Buna karşın, (üçüncü ihtimal olarak) herkes aynı olumsuz fikirde olsa ve bankaya hücum etse; bu durumda da sonuç, herkesin sabırlı olmasından daha kötü olacak. Banka batacak. Bazı sigortalar devreye girecek. Ancak, varlıkların ve mevduatın tamamının alınması yine mümkün olmayacak (mevduat güvenceleri verilmeden önce).

Genelde kriz durumunda bu son ihtimal gerçekleşir (baskın strateji). Herkes bankaya hücum eder. Ve de herkes biraz kaybeder. Normalde, sabırlı olunsa, herkes çok az zarar görecek iken; nihayetinde, kimse sabredemez ve herkes bankaya hücum eder; herkes kaybeder. Nitekim, özellikle de risk sermayesi şirketleri, ilk andan itibaren bankaya hücumun da öncüsü oldular. Asıl ikilemi yaşayanlar ise genelde ortalama hesap sahipleridir.

Dolayısıyla da normalde birbirleri ile iletişimi kötü olmayan ve en iyi opsiyonları dayanışma ve sabırlı olmak olan müşteriler, kirli bilgi akışı ve teknolojinin kolaylaştırdığı para çekme özgürlüğü nedeniyle en kötü tercihe, banka hücumlarına zorlanmaktalar. Böylelikle, kendi kişisel çıkarları yerine, toplumun faydasını gözeterek daha kârlı çıkabilecek mevduat sahipleri; kişisel çıkar kaygıları ile çok daha büyük zararlara uğramaktadır.

Krizler Yaygınlaşıyor

Altı ay önce, 2022’nin Ekonomi Nobel’i için, pek hayra alamet görünmüyor demiştim. Finansal tarihi ilgilendiren bankacılık krizleri, yeniden çok fazla önemli bir konu olarak öne çıkmıştı. Nitekim, 1907 veya 2008 gibi bankacılık krizleri bir süredir yeniden kapıda gibi görünüyor.

Credit Suisse ve Deutsche Bank gibi örneklerin ardından, bu defa da ABD’de Silvergate, SVB ve Signature (muhtemelen First Republic gibi yeni küçük eklemeler de olabilir) krizleri ortaya çıktı. Kripto piyasalardaki diğer finansal çalkantılarla birleşince, bu krizler bankacılık sistemini ciddi anlamda zorluyor.

2023’ün resesyonun yılı olabileceği konuşuluyordu. Ancak, Credit Suisse ve Deutsche Bank’taki sorunlara rağmen, 2008’dekine benzer yeni bir bankacılık krizi ise görece uzak bir ihtimal gibi duruyordu. Goldman Sachs ise ABD’nin resesyona girme ihtimalini, bankacılık kaynaklı sorunlar nedeniyle, yüzde 25’ten yüzde 35’e çıkarmış durumda.

Yüzde 0’lara yakın tarihi dip seviyelerini bulan faizlerin son bulmasının, Fed’in son dönemdeki faiz artış dalgasının, bazı finansal sorunlar yarabileceği uzun zamandır konuşuluyordu. Finansal kuruluşlara uyarılar da artıyordu. Ancak, bankalar da bugün, 2008 öncesinden çok daha güçlü, daha sağlıklı sermaye yapılarına sahipler.

Yine de, 2008’deki gibi sistematik bir bankacılık şoku veya krizi olmasa da bankaların maruz kaldıkları riskler yüksek. Şekil 1’in de gösterdiği gibi, ABD’de bankacılığın varlık değer kaybı kaynaklı kayıpları 620 milyar doları buluyor. Bununla ilgili yapılabilecek bir yığın düzenleme ve alınabilecek birçok önlem ise bir sonraki yazının konusu.

 [Sabah, 18 Mart 2023]

Etiketler: