Zeytin Dalı Harekatı ve Milli Güvenlik

Türkiye’nin terör ile mücadele alanı genişledikçe savunma kapasitesini artırması ve özellikle yerli imkanlarla bu mücadeleyi yürütmesi hayati derecede mühimdir. Zeytin Dalı Harekatı yerli ve milli silahların kıymetini ortaya koydu. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin Suriye’de oyun kurucu bir aktör olarak kalmasında savunma kapasitesinin rolü belirleyici olacaktır.

Türkiye terörle mücadele kararlılığını Zeytin Dalı Harekatıyla bir kez daha ortaya koydu. Uluslararası baskılara rağmen meşru haklarını kullanmaktan imtina etmeyeceğini tüm taraflara üstüne basa basa deklare etti. Türkiye’nin varlığı, etkinliği ve yürüttüğü operasyonun başarısı sahadaki birçok aktörün de rahatsız olmasına sebebiyet verdi. Coğrafi şartlar itibariyle belki de Suriye’nin en çetin noktalarından biri olan Afrin bölgesine yönelik bir operasyon gerçekleştirmek ve bunda başarı sağlamak elbette bazı kesimlerde endişe uyandıracaktır. Çünkü Suriye denkleminde arzu edilen, askeri olarak sahaya inen aktörlerin uzun döneme yayılan kaosun içine çekilmesi ve içeride kendisine sürekli maliyetler üretilmesidir. Fırat Kalkanı bölgesinde istikrarı sağlayan Türkiye’nin, benzer şekilde Afrin’de düzeni tesis edecek olması Suriye mücadelesinde elini oldukça güçlendirecektir.

Bununla birlikte Türkiye, bir taraftan Afrin’de operasyon yürütürken diğer taraftan İdlib bölgesinde askeri gözlem noktaları oluşturmaya devam ediyor. İdlib’te çatışmasızlık bölgesi kurulması ve Türkiye’nin askeri olarak ilk defa bu kadar güneye inmesi elbette rejim ve yanlılarının istemediği bir tablo. Özellikle İran her ne kadar Astana sürecinin önemli bir aktörü olsa da Türkiye’nin sahadaki varlığından oldukça tedirgin. Son günlerde Tahran’dan yükselen Afrin mesajları bunun açık bir göstergesi. Bu açıdan İstanbul’da yapılacağı açıklanan Rusya, Türkiye ve İran Cumhurbaşkanlarının katılacağı zirvenin oldukça önemli olduğunu belirtmekte fayda var. Rusya ile eşgüdüm içerisinde olmaya özen gösteren Türkiye, NATO müttefiki ABD ile her geçen gün yeni bir kriz yaşıyor. ABD’nin YPG’ye verdiği destekle ilgili yaptığı her açıklama ve attığı her adım, Ankara nezdinde güven zedelenmesinin artarak devam etmesine neden oluyor.

Tünelin ucu nereye çıkar?

Başkan Obama döneminde başlayan dış politika yaklaşımı ABD’nin tek tek bütün geleneksel müttefikleriyle sorun yaşamasına sebep oldu. Körfez ülkeleri ve Japonya’nın güvenlik endişelerine kulağını açan Trump yönetimi ise Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almamakta selefi ile benzer düşüncelere sahip. Türkiye’nin elinde ABD’yi ikna edecek Körfez sermayesi gibi bir varlığı olsa bakış açısı değişir mi bilinmez. Ancak Ortadoğu’da düzen ve istikrarın tesis edilmesi, terörün tamamen temizlenmesi ve milli güvenliğinin korunması hedefini taşıyan Türkiye açısından inisiyatif alıp uygulamaya koymak zor değil. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ile bu ispatlandı. Münbiç ve Fırat’ın doğusu için benzer kararlılığın sergileneceği açık. Elbette burada Suriye özelinden başlayarak bölgesel dengenin ve ittifak ilişkilerinin nasıl seyrettiğine dikkatlice odaklanmak gerekir. Özellikle Suriye sahasında kurulacak ilişkilerin uzun vadeli sonuçlar doğuracağı muhakkak.

Hafta içerisinde ABD’li üst düzey komutanların Münbiç’e gelerek yanlarındaki basın ordusuna poz vermeleri ve Türkiye’ye açıktan mesaj iletmeleri iki şekilde okunabilir. Birincisi, Münbiç’e yönelik Türkiye’nin olası müdahalesine pek de sıcak bakılmadığı görüntüsünü vermek, ikincisi ise Türkiye’nin sinir uçlarına dokunarak PYD’ye Afrin’de kaybettiği özgüveni yeniden kazandırmak. Öte yandan gelecek hafta ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ve Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı McMaster’ın Ankara’da temaslarda bulanacak. ABD yönetimindeki kafa karışıklığının belirgin bir şekilde hissedildiği bir dönemde farklı kurumlardan bu ziyaretlerin aynı anda yapılması, aslında belirsizlik sarmalındaki ABD dış politikasının da ispatıdır. Zira ikili ilişkilere yönelik her kurumdan farklı mesajların verildiği bir ABD yönetimi Türkiye’yi oldukça rahatsız etmektedir. Türkiye’nin terör ile sınırlandırılmaya ve munis bir müttefik olarak kenarda konumlandırılmaya çalışılması belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

ABD yönetimi tarafından PYD’nin silahlandırılması ve DEAŞ ile mücadelede ortak olarak kabul edilmesine Türkiye’nin karşı çıkışı, Washington yönetimi tarafından bir türlü anlaşılmıyor.

Anlaşılmama sebebi, NATO müttefiki olarak Türkiye’nin DEAŞ mücadelesine odaklanmadığı ve askeri kapasitesini bu mücadeleye ket vuracak şekilde kullandığı iddiasıdır. Fırat Kalkanı ile Suriye’de DEAŞ’a en ciddi darbeyi vuran Türkiye’ye yöneltilen itham bu! Yani Türkiye PYD’yi değil, Rejimi değil, sınırlarının içine düşen yüzlerce roketi değil, şehirlerinde patlayan bombalı saldırı eylemlerini değil, yani kısaca milli güvenliğini değil yalnızca ABD’nin belirlediği öncelikleri göz önünde bulundurmalı ve bu çerçevede hareket etmeli. ABD yönetiminin beklentisi tamamen bu yöndedir. Aslında önümüzdeki hafta Ankara’ya gelecek olan ABD’li yetkililere Afrin’de PYD-PKK teröründen temizlenen tünelleri göstermek gerekir. DEAŞ ile mücadele ettiği iddia edilen bu terör örgütü, Afrin’in kuzeyinde uzun yıllar boyunca çok sistematik ve kapsamlı bir şekilde hazırladığı anlaşılan bu tünelleri DEAŞ tehdidine istinaden mi hazırlamıştır? Yoksa doğrudan Türkiye’nin sınırlarını tehdit etmek ve olası bir operasyonda Türkiye’nin önünü kesmek için mi? Aslında niçin, nasıl ve kimlerin desteği ile hazırlandığı çok net. Herhalde bugünlerde anlaşılmayan, bu hazırlığın Türkiye tarafından nasıl bu kadar hızlı bertaraf edildiğidir. Onu da seve seve anlatmaktan memnuniyet duyarız.

Yakın tehditler

Türkiye’nin yakın coğrafyasında yaşanan kaos ciddi bir tecrübe birikimi oluşmasını da sağladı. Suriye ve Irak kaynaklı terörizm ve konvansiyonel güvenlik tehditlerinin önümüzdeki dönemde varlıklarını daha fazla hissettirmesi muhtemeldir. Bu çerçevede Türkiye’nin geniş ve kapsamlı bir savunma stratejisine sahip olması elzemdir. Taktiksel ve operasyonel adımların sürüklediği bir siyasetin içerisine düşmek Türkiye’nin önümüzdeki yüzyılını etkileyecek potansiyele sahiptir. Türkiye’nin küresel bir aktör olmasını sağlayacak altyapının oluşturulması için başta askeri ve savunma stratejileri olmak üzere milli güvenliğinin her bir maddesini sağlam temellere dayandırması gerekmektedir. Hedef, yöntem ve araçların Türkiye’nin her geçen gün genişleyen kapasitesine uyumlu hale getirilmesi bu açıdan önem arz etmektedir. Türkiye’nin güneyinde yakın vadede bitmeyecek olan bir güvenlik tehdidi var. Suriye’de şekillenecek olan ittifak ilişkileri küresel sistemin yapısını dönüştürme potansiyeline sahip. Belki de bölgesel ölçekte Fırat nehri yeni demir perde olarak karşımıza çıkacak. ABD ile stratejik düzlemde ortak bir vizyona sahip olunması, PYD’ye verilen destek sürdüğü müddetçe mümkün görünmemektedir. Rusya ile sağlanan koordinasyon çerçevesinde Suriye özelinde bu ilişkiye daha fazla yatırım yapıldığında karşılığının alındığı görülmektedir. Dolayısıyla Rusya’nın somut imkanlar oluşturmasına karşılık ABD’nin müphem vaatlerinin tercih edilmesi söz konusu olamaz. Bununla birlikte Afrin operasyonunun başlamasından itibaren İran’ın agresif bir şekilde hareket ettiği rahatlıkla söylenebilir: Suriye’de ödediği maliyete rağmen Rusya’ya kaptırdığı hamilik pozisyonuna bir de Türkiye’nin sahadaki varlığının eklenmesi tedirgin etmektedir.

1980’li yıllardan itibaren yıllarca baba ve oğul Esed rejimi tarafından desteklenen terör örgütünün Suriye’de ciddi bir yaşam alanı vardı. Rejim ile görüşülmesi telkinleri bu bagajın göz ardı edilmesi demektir. Afrin’e giren sivil konvoyun yanında özellikle silah geçişlerine de Rejim tarafından izin verildiği sahada açık bir şekilde görülmektedir. Türkiye’nin terör ile mücadele alanı genişledikçe savunma kapasitesini artırması ve özellikle yerli imkanlarla bu mücadeleyi yürütmesi hayati derecede mühimdir. Ülkenin terörle mücadelede herhangi bir silah ve mühimmat sıkıntısı yaşamaması gerekmektedir. Dolayısıyla savunma sanayiinde bürokratik hantallığın tamamen önüne geçilmesi, bu kaotik ortamda, verilen mücadele kadar değerlidir. Zeytin Dalı Harekatı yerli ve milli silahların kıymetini ortaya koydu. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin Suriye’de oyun kurucu bir aktör olarak kalmasında savunma kapasitesinin rolü belirleyici olacaktır.

[Star Açık görüş, 10 Şubat 2018]

Etiketler: