Yerel ve Bölgesel Siyaset Bağlamında Erdoğan’ın Kosova Ziyareti

Başbakan Erdoğan'ın Kosova ziyareti, Kosova'da 3 Kasım tarihinde gerçekleşecek kritik yerel seçimlerin hemen öncesine denk gelmesi ayrı bir önem taşıyor.

Başbakan Erdoğan, 23 Ekim’de bir günlüğüne Kosova’daydı. Her ne kadar ziyaret sebebi Limak-Aéroport de Lyon ortaklığınca yenilenen Priştine Adem Yaşari Havalimanı’nın açılışı olsa da, bu ziyaretin Kosova’da 3 Kasım tarihinde gerçekleşecek kritik yerel seçimlerin hemen öncesine denk gelmesi ayrı bir önem taşımaktaydı. Zira Başbakan Erdoğan ve Arnavutluk’un yeni seçilmiş Başbakan’ı Edi Rama’yla bir arada gerçekleştirdiği açılış, seçimlerde ne yapacağı merak konusu olan iktidar partisi PDK’nın Genel Başkanı ve Başbakan Haşim Taçi için adeta bir gövde gösterisi oldu. Priştine’deki açılış töreninin yanı sıra bu üç lider Prizren’de de halka hitap ettiler; şehirde okulların tatil edilmesi ve halkın gösterdiği yoğun ilgi bunu büyük katılımlı bir miting havasına dönüştürdü. Bütün bunların yerel seçimlerde Taçi lehine etkisinin olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.

Erdoğan’ın Kosova’yı ziyaret tarihinin yerel seçimlere yakın oluşunu, dolayısıyla Taçi’nin bunu bir seçim malzemesi olarak kullanabileceğini fark edemediği düşünülemeyeceğinden bu durum, Erdoğan’ın yerel seçimlerde Taçi’ye üstü kapalı destek vermesi olarak okunabilir. Bugüne değin iki lider arasındaki yakın ilişki zaten biliniyordu. Bununla beraber, Erdoğan’ın verdiği destek Türkiye devletinin olduğu kadar Kosova Türklerinin de iradesini yansıtıyor. Zira Taçi’nin Kosova’daki Türk toplumuyla ilişkileri çok iyi düzeyde. Türk partilerinden büyük olanı KDTP ile zaten iktidar ortağı durumunda. KDTP’den ayrılanların kurduğu ve ilk kez seçimlere girecek olan KTAP’ı da geçtiğimiz günlerde ziyaret ederek onlarla da görüştü. Hatta henüz birbirlerinden yeni ayrışmış olan bu iki partiyle Prizren Belediye Başkanlığı için ortak adaylık anlaşması yaptı. Bu ittifaklarla ülkedeki Türk toplumunun büyük ölçüde desteğini almış oldu.

KOSOVA’DA TÜRKİYE’YE BAKIŞ

Kosova küçük bir ülke olsa da, Balkanlar coğrafyasının merkezinde olması bakımından önemli bir konuma sahip. Aynı zamanda bu ülke birçok çekim alanına maruz durumda. ABD’nin özellikle NATO müdahalesi sayesinde fazlasıyla popüler olduğu ülke üzerinde, son yıllarda Avrupalılaşma adı altında Avrupa kültür ve siyasetinin büyük nüfuzu var. Arnavutluk’la zaten “bir millet iki devlet” ilişkisi söz konusu. Potansiyel çekim alanlarından Sırbistan’ın etkisi 1990’larda başlayan süreçle büyük ölçüde kırılmış durumda. Buna karşılık bazı Körfez ülkeleri bölgede İslam’ı desteklemek ve aynı zamanda şekillendirmek için önemli ölçekte maddi destek sağlıyorlar. Bütün bunların ötesinde Kosova’da Türkiye’ye yönelik özel bir bakış mevcut. Bu durumun sebepleri arasında ortak tarihi ve kültürel bağlar, ülkede sayıca az da olsa Osmanlı bakiyesi Türklerin yaşaması, Türkiye’nin savaş sırasında Kosovalı Arnavutlar’a vermiş olduğu destek, NATO müdahalesinde bilfiil yer almış olması, Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerden oluşu ve son yıllarda bu ülkeye en çok yatırım yapan birkaç ülke arasında yer alması sayılabilir. Bunlara bir de Başbakan Erdoğan’a duyulan kişisel sempati eklenince, bugün Kosova toplumunun nazarında Türkiye müstesna bir yere sahip.

Öte yandan, Kosova’da Türkiye ile ilişkilerin gelişmesine şüpheyle bakanlar da var. Bu şüpheyi körükleyen en önemli unsurlar ise aşırı milliyetçilik ve aşırı Avrupa taraftarlığı. 20. yüzyılın başlarında adeta Osmanlı’ya ve Türklere karşı bir antitez olarak kurgulanan Arnavut milliyetçiliği hâlâ birçok insanın zihninde ve bilinçaltında varlığını koruyor. Yüzünü Avrupa’ya çevirmiş liberaller ise Türkiye ile bağlar kuvvetlendikçe toplumun yüzünü Doğu’ya çevireceği ve Avrupa’nın değerlerini benimseyemeyeceği gibi bir endişeyle Türkiye ile ilişkilerin daha çok ekonomik alanda kalmasını, kültürel ve dini bağların ise sınırlı kalmasını arzuluyorlar. Bugün iktidara yakın olarak bilinen gazetelerde dahi Türkiye’deki Gezi olayları, gazeteci tutuklamaları gibi örneklerden dem vurularak Taçi’nin Erdoğan’ı örnek almaması isteniyor; Türkiye’nin ders kitaplarını değiştirmesine yönelik çağrılarından yakınılarak da iki ülke arasındaki ilişkilerin Türkiye’nin güdümünde olmaması gerektiği tekrar ediliyor. Uzun yıllardır milliyetçilik ve Avrupalılık fikirleriyle yoğrulmuş aydın tabakadan bu tür tepkilerin gelmesi şaşırtıcı bir durum değil. Burada asıl önemli olan, Türkiye’ye dair gerek Kosova, gerekse Arnavutluk’taki olumsuz yargıların bundan 10 yıl öncesine nazaran gözle görülür ölçüde gerilemiş olmasıdır. Nitekim basında çıkan haber ve görüşlerin büyük bir çoğunluğu Erdoğan’ın Kosova’ya gelişini ve yaptığı konuşmaları olumlu değerlendirmektedir.

ARNAVUTLUK’TA YENİ HÜKÜMET

Erdoğan’ın katıldığı törenlerde Arnavutluk’un yeni Başbakan’ı Rama’nın da bulunması, görevi henüz bir ay kadar önce devralan Sosyalist Parti hükümetinin Türkiye’ye yönelik yaklaşımını da iyice netleştirdi. Bugüne değin Arnavutluk-Türkiye ilişkileri her ne kadar stratejik partnerlik olarak adlandırılmış olsa da, Arnavutluk’un çevre ülkelerle kurduğu siyasi, ekonomik ve sosyal bağların yanında nispeten zayıf kalıyordu. Yeni iktidara gelen Sosyalist Parti her ne kadar mazisi itibarıyla Yunanistan ve Rusya ile doğal yakınlığa sahip olsa da, Başbakan Rama’nın tutum ve ifadeleri Türkiye’ye özel önem vereceğini açıkça ortaya koyuyor. Rama, ülkesindeki genel seçimlerden kısa bir süre önce Türkiye’ye gelmekle kalmamış, aldığı zaferin ardından Türkiye’yi bir kez daha ziyaret etmişti. Dış politikada İtalya, Yunanistan ve Türkiye’den oluşan “stratejik üçgen”e önem vereceğini birçok kez vurgulayan Rama, Prizren’de halka yaptığı konuşmada da Erdoğan için “iyi ve kötü günde yanımızda olan kardeşimiz” ifadelerini kullandı. Bütün bunlar Sali Berişa döneminde gelişme gösteren Arnavutluk-Türkiye ilişkilerinin yeni dönemde de ilerleyeceğininin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda, her iki ülkeyle tabii müttefik konumunda olan Kosova, Arnavutluk ve Türkiye’yi Balkanlarda birleştirici bir unsur olmaya devam edecektir.

YENİ FIRSATLAR / YENİ POLEMİKLER

Hali hazırda Kosova ve Arnavutluk hükümetlerinin Türkiye’ye yönelik olumlu tavrı ve iki ülkede Türkiye’yle ticari ilişkilerin ilerletilmesine dair artan talepler Türkiye için büyük bir şanstır. Bu ortamda bir taraftan sosyal ve kültürel projeler yürütülürken, diğer taraftan buralarda yapılacak uzun vadeli, üretime yönelik ve karşılıklı bağımlılığı kuvvetlendirecek yatırımlarla ülkeler arasında daha kalıcı bağlar kurulabilir ve Türkiye bu iki ülkenin ekonomik kalkınmasında ve dünyayla entegrasyonunda önemli bir rol oynayabilir.

Bununla beraber, Balkanlarda halen toplumlar arasındaki sorunların ve milliyetçi kırılganlıkların devam etmesi sebebiyle Türkiye’nin kullanacağı retoriğe azami ölçüde dikkat göstermesi yerinde olacaktır. Nitekim Erdoğan’ın Prizren konuşmasında kullandığı “Kosova Türkiye’dir, Türkiye Kosova’dır” sözleri iki gündür Kosova, Arnavutluk ve Sırp basınında tartışılıyor. Başbakan Erdoğan’ın yüzyıllardır Kosova’da Türklerin, Türkiye’de ise Kosovalıların yaşaması, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy gibi Türkiye için birçok sembol şahsiyetin Kosovalı oluşu, Kosova’nın kurtuluş ve bağımsızlık süreçlerine Türkiye’nin verdiği destek gibi somut örnekler verdikten sonra iki toplum arasındaki yakınlık ve gönül bağını ifade etmek için kullandığı bu sözler, Kosova üzerinde hak iddia eden Arnavut ve Sırplarca uzun yıllardır kullanılan “Kosova Arnavutluk’tur! / Kosova Sırbistan’dır!” sloganlarını anımsatması yüzünden bazı çevrelerde farklı anlamda değerlendiriliyor. Arnavutluk ve Kosova’da Erdoğan’ın sözlerini olumlu karşılayanlar olduğu gibi bazı yazar ve analistler ile Batı Avrupa’ya endeksli Kosova Katolik Kilisesi gibi çevreler Kosova’nın Türkiye olmadığını, Türkiye ile yakın ilişkileri olan bağımsız bir devlet olduğunu dile getirdiler. Kosova’yı tanımayan ve resmi olarak kendi toprakları kabul eden Sırbistan’da (ve tabii Sırp Cumhuriyeti’nde) ise Erdoğan’ın sözleri daha sert tepki gördü. Sırp siyasetçi ve yorumcular arasında Türkiye’nin yayılmacı amaçları olduğu gibi yorumlar yapılırken, Başbakan Yardımcısı Aleksandar Vuçiç bu konuda Türkiye’den bir özür beklediklerini dile getirdi. Her ne kadar Başbakan Erdoğan konuşmasında Türkiye’nin Balkanlarda bütün ülkelere eşit mesafede yaklaştığına ve bölgede barış ve istikrarın devamını arzuladığına ısrarla vurgu yapmışsa da, kullandığı tek bir cümle, polemiklere son derece müsait olan bu coğrafyada “yeni Osmanlıcılık” iddialarını kaşımak isteyenler için yeni bir fırsat doğurdu.

BALKANLARDA YENİ BİR İŞBİRLİĞİ ARAYIŞI MI?

Konuşmasında Balkanlarda huzur için birlikte hareket edilmesini de öneren Erdoğan’ın bu süreçte Bosna-Hersek ve Makedonya’nın da rol oynaması gerektiğini söylemesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir nokta. Bu sözlerden Erdoğan’ın Türkiye, Kosova, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Makedonya arasında özel bir işbirliği sürecinin gerçekleşmesini istediği gibi bir anlam çıkarmak mümkün. Böyle bir sürece özellikle bölgedeki Arnavutların olumlu yaklaşacakları tahmin edilebilir. Nitekim bundan birkaç ay evvel Karadağ Dışişleri Bakanı İgor Lukşiç’in ortaya attığı, henüz AB’ye üye olmayan eski Yugoslavya devletleri ve Arnavutluk’tan müteşekkil bir “Balkan Altılısı” fikrine bazı Arnavutlar “Yugoslavya yeniden kuruluyor” gerekçesiyle karşı çıkıyorlar. Belgrad’ın önemli rol oynayacağı bir bölgesel işbirliğine sıcak bakmayan Arnavutların, Türkiye’nin pivot rol oynadığı bir işbirliği sürecini desteklemeleri muhtemeldir.

Balkan Altılısı ve -gerçekleşirse- Erdoğan’ın konuşmasında ima ettiği girişim benzeri bölgesel işbirliği mekanizmaları, gerek ülke ve toplumlar arasındaki bağların kuvvetlenmesi, gerekse yerel aktörlerin güçlenmesi bakımından faydalı adımlar olacaktır. Zira 19. yüzyıldan bu yana Balkanlar siyaseti üzerinde bölge dışı güçlerin fazlasıyla etkili oluşu yüzünden yerel aktörler arasında ortak bir siyasi irade ve anlayış meydana gelmekte gecikmiştir. 1990’larda başlatılan Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci ise bünyesinde siyasi, toplumsal ve ekonomik yapıları bakımından farklı özellikler gösteren ve dolayısıyla farklı gündem ve öncelikleri bulunan devletleri barındırdığından yeterince ilerleme kaydedememiştir. Bu durumda belli ortak yanlara sahip ülke ve toplumların bu ortaklıklar temelinde atacakları adımlarla Balkanlarda daha verimli işbirliği süreçleri meydana getirilebilir. Nitekim Lukşiç, Balkan Altılısı’nın AB üyeliği öncesinde Batı Balkanlardaki ortak sorunlara ortak çözümler aramayı amaçladığını ifade etmektedir. Erdoğan’ın sözünü ettiği ülkeler de dini ve kültürel yakınlıkları sayesinde ortak meselelerine ortak çözümler geliştirebilir, bölgenin daha çabuk ve kalıcı biçimde kalkınmasını sağlayabilirler. Bu ve benzeri adımlar Balkanların kendi ayakları üzerinde durmasını hızlandıracaktır. Elbette burada önemli olan, Erdoğan’ın tarihteki acılara takılıp kalınmamasına dair çağrısında da altını çizdiği üzere, ülkeler ve toplumlar arası ilişkilerin geçmiş tecrübelere, husumet ve önyargılara göre değil, ortak bir gelecek düşünülerek kurgulanmasıdır.

Etiketler: