Yeni Sistem Arayışı ve Başkanlık Tartışmaları

Türkiye, her siyasal tartışmanın rejim bekasıyla ilişkilendirilerek anlamlandırıldığı kesif siyasal geleneği geride bıraktığının bir işareti olarak, bugün, siyasal sistem arayışını, rejim kaygısı parantezine mahkûm etmeden sürdürmek zorunda.

Bundan yaklaşık iki hafta önce, Meclis Anayasa Komisyonu’nun yeni anayasa yazımına başladığı günlerde, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Başkanlık sistemi lehine görüş bildirmesiyle, başkanlık sistemi tartışmaları yeniden başladı. Başta Başbakan olmak üzere AK Partili aktörler Başkanlık sistemi lehine demeçler verirken, muhalefet partileri hızlıca ve öfkeli bir üslupla başkanlık tartışmalarına kapıyı kapattılar. Türkiye başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilk defa tanışmıyor. 

Türkiye’de tek başına hükümet kurma gücüne kavuşmuş bütün güçlü başbakanlar, ya iktidar dönemlerinde ya da sonrasında, başkanlık lehinde görüş bildirdiler. 1980’lerden başlayarak, neredeyse on yıl arayla, Özal (1987), Demirel (1997) ve Erdoğan (2010), başkanlık sistemini tartışmaya açtılar. Bu tartışmalar, dönemin muhalif siyasi aktörleri tarafından başbakanların kişisel kariyer planları bağlamında değerlendirilirken, kamuoyunda da anlamlı bir karşılık bulmadı. 

ESKİ TARTIŞMANIN YENİ BAĞLAMI

Ancak, vesayetle sürdürülen mücadele ertesinde yeni Anayasa yazımı ve yeni Türkiye inşası bağlamında, bugünlerde gündeme gelen başkanlık tartışmasını önceki tartışmalardan ayrıştırarak ele almakta fayda var. Öncelikle, daha önceki tartışmalar, yürürlükte olan anayasal sisteme yönelik köklü bir değişiklik öngörmeden sadece siyasal sistem değişikliğine dair bir arayışı içeriyordu. 1982 Anayasası’nın yürürlükte olduğu bir ortamda sürdürülen başkanlık sistemi tartışmalarından farklı olarak, Türkiye bugün, yeni bir Anayasa yapımı sürecinden geçiyor. Dolayısıyla, yeni anayasa yapımı öncesinde, mevcut siyasal sistemin barındırdığı handikapları tartışmaya açıp yeni bir siyasal sistem arayışını dillendirmek için uygun bir zaman dilimi mevcut. 

İkinci olarak, daha önceki tartışmalarda başkanlık sistemi, yürütme erkini vesayet rejiminin denetiminden kurtarmanın bir kod adı olarak gündeme getiriliyordu. Türkiye, başkanlık sistemini, daha güçlü bir yürütme talebi parantezinde konuşuyordu. Güçlü başbakanların başkanlık sistemi talebi, bürokratik vesayetten kurtulma arayışının bir sonucuydu. Bugün ise, Türkiye, vesayet sistemini geriletmiş olmanın özgüveniyle, zaten daha güçlü bir yürütmenin fiili imkânlarına sahipken, daha iyi bir siyasal sistem arayışıyla başkanlık sistemini gündeme getiriyor. Bugünkü tartışmalarda başkanlık sistemi, vesayetten kurtulmanın veya daha güçlü bir yürütme arzusunun kod adı değil, fren ve denge mekanizmaları iyi kurgulanmış daha iyi yönetim arayışının bir sonucu olarak gündeme taşınıyor. 

YENİ BİR SİSTEM İHTİYACI

Türkiye’de siyasal sistem arayışları, bugüne kadar, vesayetçi rejimi koruma kaygısıyla gerçekleştirildi. Türkiye, 1961 Anayasasıyla parlamenter sistemi ihdas ettiğinde de, 1982 Anayasasıyla Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini arttırarak parlamenter sistemi restore ettiğinde de, masada duran temel kaygı, milli iradeye güvensizliğin tetiklediği rejim kaygısıydı. Siyasal sistemimizdeki revizyonların ana motivasyonunu, rejimin daha güçlü bir şekilde korunması, vesayetçi aktörlerin siyasal merkezde daha muhkem pozisyonlar edinmesi teşkil ediyordu. Bu kaygılar dolayısıyla, 1982 Anayasası, yarı başkanlık ile parlamenter sistemi arasında ‘bize özgü’ bir alaşımla siyasal sistemi kurguladı. 

Türkiye, son on yıldır, vesayetle sürdürdüğü mücadele neticesinde, siyasal faaliyetin cari enstrüman ve gerekçelerini köklü değişikliklere uğrattı. Yapım süreci devam eden yeni Anayasa’nın en önemli hareket noktasını da, bu mücadeledeki kazanımların anayasal bir güvenceye alınarak kurumsallaştırılması teşkil ediyor. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasal sistem arayışının, bugüne kadar, rejim kaygısıyla ve vesayetçi aktörlerin öncelikleri göz önüne alınarak geliştirilmiş olması,vesayetle sürdürülen mücadelenin bugün yeni bir siyasal sistem arayışıyla taçlandırılmasını zorunlu kılıyor. Bu zorunluluğa, vesayet sistemiyle sürdürülen mücadele neticesinde siyasal karar alma süreçlerinin topyekün değişmiş olması, Türkiye’nin son yıllarda yapısal değişikliklere uğrayan bölgesel ve küresel vizyonu ve radikal müdahaleler gerektiren kronik siyasal sorunları eklendiğinde, siyasal sistem arayışının siyaset gündeminin merkezine oturmasını doğal hatta kaçınılmaz görmek gerekir. 

SİYASAL SİSTEM ARAYIŞINI REJİM KAYGISINA KURBAN ET(ME)ME

Bu çerçevede, Türkiye, her siyasal tartışmanın rejim bekasıyla ilişkilendirilerek anlamlandırıldığı kesif siyasal geleneği geride bıraktığının bir işareti olarak, bugün, siyasal sistem arayışını, rejim kaygısı parantezine mahkûm etmeden sürdürmek zorunda. Rejim kaygısına kurban edilmemiş bir muhakemenin çıkış noktası, hiçbir siyasal sisteme teolojik bir değer atfetmeden, her siyasal sistemin güçlü ve zayıf unsurlar barındırdığını kabullenmek olabilir. Bu kabul, siyasal sistem arayışını, her türlü siyasal, ideolojik veya kişisel bagajdan kurtararak, Türkiye’nin mevcut zaman dilimindeki ihtiyaç ve öncelikleri üzerinden sürdürmeyi mümkün kılabilir.

1982 Anayasasının Cumhurbaşkanı lehine parlamenter sisteme yaptığı müdahaleler ve 2007’deki referandumla Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini sağlayan anayasal düzenleme, siyasal geleneğimiz ve yürütmenin güçlü olmasını gerektiren siyasal sorunlarımızla birleştiğinde, şimdilik ağırlık kazanan sistem, yarı-başkanlık gibi gözüküyor. Ancak, tartışma ve arayışlar, pekâlâ, başkanlık veya parlamenter sistemle de noktalanabilir. Tartışma ve arayışların sağlıklı bir zeminde yürümesi için, şimdilik, yeni bir siyasal sistemin gerekliliği ve her siyasal sistemin eşit ölçüde demokratik olduğu noktalarında uzlaşmamız yeter.

Sabah (19.05.2012)

Etiketler: