Yeni Çözüm Süreci ve İki Farklı Ülkücülük

MHP'nin çözüm sürecine yönelik resmi “çözümsüzlük politikası”nın tonu son gülerde epey sertleşti. Ancak MHP'nin bu politikasının aksine, yeni çözüm sürecini müzakere ve diyalog ekseninde okuyan “Bağımsız Ülkücüler” gibi gruplar da yok değil.

2013 yılı ile birlikte başlayan ve 21 Mart’ta Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mesajıyla kritik bir eşiğin geride bırakıldığı yeni çözüm süreci, farklı toplumsal ve siyasal kesimler tarafından barışın gelmesi adına benimsenmiş görünürken, sürece en sert tepki sürpriz olmayacak şekilde MHP’den geldi. MHP lideri Devlet Bahçeli, tabanının “sokağa ineriz” veya “vur de vuralım öl de ölelim” gibi paramiliter söylemlerine mesafeli durarak, tabanını soğukkanlı bir pozisyona çekmek yerine, “onun da zamanı var” cevabını vererek, bu paramiliter dile destek olma yolunu seçti. Böylece MHP’nin çözüm sürecine yönelik resmi “çözümsüzlük politikası”nın tonu bu destekle epey sertleşti. Ancak MHP’nin bu politikasının aksine, yeni çözüm sürecini müzakere ve diyalog ekseninde okuyan “Bağımsız Ülkücüler”, “Eski Ülkücüler” veya “Yusufiyeli Ülkücüler” olarak lanse edilen farklı ülkücü kesimlerin süreci desteklediklerine yönelik düşünceleri geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıdı.

MHP ÇEVRELERİNDEN ESKİ ÜLKÜCÜLERE ESKİMEYEN BİR SUÇLAMA: “TAŞERONLUK”

Yeni çözüm süreci ve Kürt meselesinin geneline ılımlı bakan ve kullandıkları terminoloji ve ideolojik bagaj dikkate alındığında, bu ülkücü kesimlerin geçmiş siyasi formasyonlarının ağırlıklı bir şekilde Türk-İslam Ülkücülüğü ekseninde geliştiği rahatça anlaşılabilir. Çözüm sürecindeki bu pozisyonlarına karşı Türk-İslam ülkücülerine en sert tepkiyi MHP ve “resmi ülkücü” söylemden aldığını belirtmek gerekir. Resmi Ülkücü söyleme göre, çözüm sürecini destekleyen “öteki ülkücüler” sürecin meşrulaşmasındaki birer “taşeron”durlar ve çözüm sürecine destek vermelerinin temelinde ‘şöhret merakı, ekonomik menfaat, siyasi beklenti” gibi unsurlar vardır. Bu bakış açısı, resmi ülkücü söylemin ideolojik körlüğünün sadece ülke meselelerini anlama ve yorumlamayla sınırlı kalmadığını; ayrıca kendi tarihsel geçmişindeki siyasi kırılma ve kopuşların fay hatlarını da ıskalamasına yol açan, dolayısıyla kendi genel politik tutumlarının “husumet ve intikam siyaseti” ile sınırlanmasına sebep olan kısır bir siyasi duruş üretiyor. Zira Türk-İslam ülkücülerinin çözüm sürecine verdiği görece olumlu krediyi, sadece “zamanın ruhu”na veya kör bir okumayla “taşeronculuk siyasetine” indirgemek yanlış olacaktır.

“ÖTEKİ ÜLKÜCÜLER” VE KÜRT MESELESİNDE YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ

Yeni çözüm sürecine ılımlı bir şekilde barışçıl yollar arayan, bu yönüyle resmi ülkücü söylem dışında kalan ve ağırlığını Türk-İslam ülkücülerinin oluşturduğu ülkücülerin son zamanlardaki açıklamalarının çıkar ve menfaat amacıyla dolaşıma sokulduğunu iddia etmek yanlış ve ideolojik bir tutum olacaktır. Zira 1990’ların ortasında, o zamanın siyasi konjonktürü için oldukça radikal sayılabilecek çözüm önerileri, günümüzün dışlanan ülkücü çevreleri tarafından dillendirilmiştir. Bu ülkücü cenaha göre, güvenlikçi paradigmanın dışına çıkarak, demokratik unsurların harekete geçirilmesi gerektiği, sivil toplum kuruluşlarını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki vatandaşlar için birer güvence haline getirebilecek “sivil inisiyatif programı/programlarına”[1] ihtiyaç olduğu, PKK ile mücadelenin askere havale edildiği için çözüme ulaşmasının zorlaştığı, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak pahasına devreye sokulan Olağanüstü Hal uygulamalarının olağanlaştığına, dolayısıyla idari ve mali reformların kaçınılmaz olduğuna[2] yönelik çıkarımları, bu kesimlerin resmi veya hegemon ülkücü söylemin aksine 1990’ların ortasındaki demokratik barış dilini göstermede anlamlıdır. Ayrıca vesayet sisteminin, olağanüstü hal, DGM’ler gibi güçlü ve etkin enstrümanlarla işletildiği siyasi ve toplumsal bir atmosferde bu düşünceleri dile getirmenin siyasi ve toplumsal maliyetinin oldukça ağır olduğu da hesaba katılmalıdır. Bu bağlamda, bugünlerde farklı siyasi ve toplumsal çevrelerden çözüm sürecine gelen desteklerin sadece bir kolu olan, Melih Altınok’un tabiriyle “Âkil Ülkücülerin”, sürece destek söylemleri, bugün tâbi tutulmak istendikleri samimiyet testinden yaklaşık yirmi yıl kadar önce geçmiştir denilebilir.

  1. Nizam-ı Alem Dergisi, Kasım 1996, 24-27
  2. Nizam-ı Âlem Dergisi, Temmuz-Ağustos 1997, 8-13
Etiketler: