Yeni Bölgesel Düzen ve Türkiye

İsyanlar başladığı andan itibaren Türkiye'ye yönelen söylemsel eleştirileri üç kategoride toplamak mümkün: Türkiye'nin ideolojik davrandığına yönelik söylemler, yalnızlık söylemi ve irrasyonalite söylemi.

Ortadoğu’da hem ülke rejimlerini hem de bölgesel düzeni değiştirme potansiyeline sahip devrimci isyanlar çıkış noktalarından ve hedeflerinden bugün oldukça uzak bir noktadalar. Gelinen noktada, Tunus hariç, isyanların yaşandığı bütün ülkelerde niyet edilmemiş sonuçların ortaya çıktığını ifade etmek mümkün. Devrimler, süreç devam ediyor olsa da, gerçekleşmedi, fakat her şey eskisi gibi de kalmadı. Bu açıdan iki düzeyde gerçekleşen değişimlere dikkat çekilebilir. İlki devletler düzeyinde yeni ittifakların ve karşı ittifakların ortaya çıkışı, ikincisi ise devlet-altı siyasi oluşumların aktör olarak ortaya çıkması ve ittifakların bir parçası haline gelmesi.

Bugün Türkiye-İhvan veya Katar-İhvan ilişkileri, Türkiye-Mısır veya Mısır-Katar ilişkilerinin tartışıldığı düzlemde söz konusu olabilmektedir. Benzer şekilde İhvan ya da Selefi grupların siyasi pozisyonları hesaba katılmaksızın Mısır-Suudi Arabistan ilişkilerini analiz etmek mümkün değildir. Bütün bu tabloyu şekillendiren temel saik ise, değişimin nasıl yaşanacağı ayrı bir tartışma konusu olsa da, değişim yanlısı aktörler ile statüko taraftarlarının karşıt tezleridir.

TÜRKİYE’Yİ SORUNSALLAŞTIRMAK

İsyanlar başladığı andan itibaren Türkiye’ye yönelen söylemsel eleştirileri üç kategoride toplamak mümkün: Türkiye’nin ideolojik davrandığına yönelik söylemler, yalnızlık söylemi ve irrasyonalite söylemi.

İlk söylemi dile getirenler Türkiye’nin Sünni reflekslerle hareket ettiğini ve Sünni bir hat oluşturmaya gayret ettiğine yoğunlaştı. Bu söylem özellikle Suriye’deki değişim talebinin iç savaşa evrildiği ve Batılı aktörlerin Suriye politikasında bir kırılma yaşandığı dönemde dile getirildi. Halbuki Türkiye halkların taleplerinin meşruluğunu açık bir şekilde dile getirdiğinde, değişim sürecinin yaşandığı ülkelerde farklı kimliksel unsurlar üzerinden bir strateji gelişmemiş ve Suriye’de henüz isyan başlamamıştı.

Yalnızlık söylemi ise Türkiye’nin Suriye meselesinde İran ve Batılı aktörlerle farklılaşmaya başladığı andan itibaren dile getirildi. Bu söylemin dile getirildiği andan bugüne Türkiye’yi ziyaret eden üst düzey yetkililerin bir dökümünü çıkarmak bile bu söylemi boşa çıkaracaktır.

Üçüncü söylem ise, Türkiye’nin gücünü aşan hedeflere yöneldiğine dair tezler etrafında şekillenmiştir. Kendince rasyonel bir zemine dayanan bu söylem ise değişim sürecinin başında Türkiye ile Batılı aktörlerin aynı çizgide olduğunu ve başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin siyasi bir kayma yaşadığını gözden kaçırmaktadır. Buna rağmen sürecin risklerini yürütmekte gösterdiği başarı Türkiye’yi sıcak bir çatışmadan uzak tutmuş ve Türkiye’yi bölgesel karmaşanın aşılmasında merkezi bir konuma taşımıştır.

ESNEK DIŞ POLİTİKA

Türk dış politikasının karşı karşıya kaldığı temel meydan okuma ise bu değişim döneminin parametrelerine uygun esnek bir strateji geliştirmek olmuştur. Coğrafi uzaklık ve meseleye ilişkin bir duygusallığın olmaması Batılı aktörlerin işini kolaylaştırıyor. Oysa Türkiye bu kadar geniş bir manevra alanına sahip değil. Krizin tam ortasında yer alıyor ve angajman düzeyini en alt seviyeye çekme lüksü yok. Batılı aktörlerin siyasi pozisyonu Türkiye’nin hareket alanını daraltıyor.

İkinci meydan okuma ise, Türkiye’nin son on yıldır bölgeye yönelik izlediği bütünlüklü siyasetin zemininin kaymış olması şeklinde. Bölgesel parçalanmışlık mikro meselelerin ayrı ayrı değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Yeni düzenin parametreleri şekilleninceye kadar da bölgesel düzeyde bütünlüklü bir siyaset mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla bu konjonktürde geliştirilen stratejinin önümüzdeki süreci etkisi altına almasına izin verilmemelidir.

[Sabah Perspektif, 13 Aralık 2014]

Etiketler: