Üniversite öncesi eğitimini Malatyada tamamlayan Taha Özhan, lisans eğitimini New Yorkta, yüksek lisansını ise aynı şehirdeki New School for Social Researchde Küresel Ekonomi-Politik alanında tamamladı. Aynı bölümde başladığı doktora çalışmaları sırasında üniversitelerde çeşitli dersler de veren Özhan, doktorasını İngilterede Keele Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde The Transformation of Turkish Foreign Policy Towards The Middle East Since 2002 (2002den İtibaren Türkiyenin Ortadoğu Politikasının Dönüşümü) başlıklı teziyle tamamladı. Düşünce kuruluşu Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları (SETA) Vakfı kurucu ekibi içerisinde yer almak üzere 2005 yılında Türkiyeye döndü. SETAdaki araştırmacı-direktör kariyerinin ardından, 2009 yılında SETA Genel Koordinatörü olan Özhan, politik- ekonomi alanında başladığı akademik çalışmalarını, dış politika ve Türkiye siyaseti üzerine sürdürdü. SETAda gerek Türkiye gerekse de bölge ülkelerinde saha araştırmaları yöneten Özhan, araştırmalarında bölgesel değişimi ve aktörlerini yakinen takip etme imkânı buldu, Türkiye ve Ortadoğuda siyasal dönüşüm üzerine yoğunlaştı. Bu yıllarda AK Parti strateji ekipleri içerisinde de yer alan Özhan, aynı dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun yakın çalışma ekibinde bulundu. Ahmet Davutoğlunun Başbakan olması üzerine 2014 Ağustosunda SETA Genel Koordinatörlüğünden ayrılan Özhan, Başbakan Başdanışmanlığı görevine atandı. 10 Şubat 2015te milletvekili adayı olmak üzere bu görevinden istifade eden Özhan, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde AK Parti Malatya Milletvekili olarak TBMMye girdi. Birçok uluslararası mecrada akademik çalışmaları yayımlanan Özhan, ulusal ve uluslararası medyada da sık sık yazıları ve yorumlarıyla yer aldı. Yerli ve yabancı medya organlarında yazdığı köşe yazılarına Star Gazetesi, Daily Sabah ve Middle East Eyeda devam eden Özhanın, Normalleşme Sancısı, 2002 Devrimi ve Yeni Türkiye, Sykes-Picot Nöbeti, Post-Tutelage Regime and 2002 Revolution: Transformation of Turkish Politics ve Turkey and The Crisis of Sykes-Picot Order başlıklı Türkçe ve İngilizce kitapları bulunmaktadır.
10 Ağustos'la başlayan yeni süreç karmaşık değil. Siyasi cesaret ve basiret gösteren bütün aktörler yaşanan dönüşümde pay sahibi olabilirler. Muhalefet tercihini nasıl yapacağını ortaya koymuş durumda. Türkiye açısından bu bile olumlu bir durum.
Gerek siyasi iradenin gerekse muhalefetin tabanının da kısmen içinde olduğu geniş bir toplumsal kesim demokratikleşmeyi içselleştirmiş durumda. Daha önemlisi çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor ve talep de ediyorlar.
Elitler olarak, yeni Türkiye'ye büyük ölçüde adapte olsalar, cemaatlerinin dirliğinin bozulacağından korkuyorlar. Cemaatlerini yeni Türkiye ile yüzleşmeye ikna etseler, akıbetin ne olacağı konusunda çok endişeliler.
Çözüm süreci, kendisini taşımayı tercih edecek bütün aktörlere sahici bir siyasi gelecek vaat ettiği gibi, yeni Türkiye'de aktör olma imkânı da tanıyor.
İnşa döneminin başlıklarından çok daha önemlisi, inşanın yapılabilmesini mümkün kılan zeminin hazırlanmasıydı. Erdoğan, yıllar süren zahmetli bir sürecin ardından, bu yeni zemini ortaya çıkardı.
"Türkiye'nin bir Kürt meselesi bulunuyor." Türkiye, Suriye ölçeğinde veya ağırlığında bir ülke olsaydı, yaşanan soruna dair önceki cümleyi kurup, durmak yeterli olurdu. Kürtlerin ana gövdesinin yaşadığı, tabii kaynakları olmamasına rağmen bölgenin en güçlü ekonomisine ve askeri gücüne sahip, son on yıldır istikrarlı bir değişim ve demokrasi tecrübesi bulunan ülkenin ismi Türkiye. Bu haliyle, Türkiye'nin, "Kürt meselesini ya da PKK'yı" sadece kendi lokal sorunu olarak ele alması mümkün değildir. Demokratik açılım süreciyle kendi Kürt meselesinin çözümünde ciddi mesafe alan Türkiye'nin bir güncelleme yapması gerekmektedir. Türkiye bütün Ortadoğu'yu ihata edecek bir yaklaşımla Kürt sorunsalına yaklaşmak durumundadır. Hem siyasi derinliği açısından hem de güvenlik kaygıları açısından bu yaklaşım kaçınılmazdır. Hali hazırda, Baas rejimine Kürtler adına tarihlerinde ilk kez haklarının iade edilmesi talebi doğrultusunda baskı yapmış Türkiye'nin daha farklı bir seçeneğe yönelmesi düşünülemez bir durumdur.
PKK'nın gündeminde Kürt meselesi gerilemeye devam ettikçe BDP de siyaseten anlamsızlaşmaya devam edecektir. BDP siyaseten geriledikçe oluşan boşluk, AK Parti düşmanlığı motivasyonuyla BDP adına doldurulmaya ve şekillendirilmeye devam edilecektir. Cumhuriyet tarihinin mezaliminin müsebbibini, yıllar sonra AK Parti olarak bulan sol-anakronizm ve PKK; bölgemizde yaşanan vekalet savaşında Baasçılığa oynamaktan hiç de rahatsız olmamaktadır. Kaderini Baasçılıkla eşitlemiş bir yapının demokratik bir zemine gelmesini veya oluşması için engel olmamasını beklemek neredeyse imkânsız hale geldi. PKK'nın bu trajik tercihi sadece kendisini ilgilendirmiyor. PKK Kürtlerin ve Türklerin maliyetine Türkiye'ye bedel ödetiyor. Bunu zihnen rahatsız olmadan yapabilmek için iki şeye karar vermesi yeterliydi: dağda kalacağız ve silah bırakmayacağız. Son saldırıları bu kararlarının delilidir. Bu karar ne yeni Türkiye'yi ne de yeni bölgesel dengeleri okuyamamanın da bir başka tezahürüdür.
Türkiye'nin mecburi ve tabii istikameti olan demokratikleşmenin organik bir parçası olmak yerine yel değirmeniyle savaşmayı tercih etmektedir. Cumhuriyet tarihimizin en yoğun normalleşme yılları yaşanırken, PKK, Kürt meselesinin en önemli aktörü olmaktan çıkıp 'Kürt meselesinin PKK sorunu' olmaya dönüşmüş durumdadır. Bu oldukça derin kırılma, Kürt meselesinin çözüm bekleyen dinamiklerinden uzaklaşıp Kürt ulusalcılığının ajandasının PKK'nın ana gündemi olmasına yol açtı. Bu yapısal kırılmanın sağladığı oldukça sorumsuz ruh hali içinde, kendi özel gündemi dışında hiçbir maslahat gözetmeyen provokatif bir yapıya dönüştüler. Suriye'de vatandaş bile olamayan, İran'da seri şekilde idam edilen, Irak'ta on bin km uzaktaki bir beslenme hattı üzerinden siyasal kuvözde yaşayan Kürtlerin durumunu hiç hesaba katmadan, Türkiye'de Kürtler maliyetine terörü sürdürmeyi tercih ediyorlar.
Öcalan'ın oynamıyorum, BDP'nin oynayamıyorum, PKK'nın ise ben bildiğimi oynarım tavırları naif bir siyaset, dolayısıyla da daha fazla gerilim ve şiddet üretmeye devam edecek. Ama son tahlilde, Kürt meselesinin en önemli sorunu olan PKK kendisini ana hedef haline getirmeyi başarmış olacak. PKK maliyetine sivil siyasetin yok edilmesi, toplumsal tahrik ve nefretin de yükselmesi, PKK'lı liderlerin dile getirdiği gibi pek umurlarında olmayacak. 1990'larda, Çiller'in 'Bask modeli tartışmalarıyla başlayıp Vietnam modeliyle' terk etmek zorunda kaldığı Türkiye'ye dönülebileceğine inananlar için yukarıdaki tespitlerin elbette bir anlamı yok. Her iki kişiden birinin AK Parti'ye oy verdiği, Erdoğan'ın üçüncü dönem için milletten ezici bir destek aldığı, ekonominin Cumhuriyet tarihinin en başarılı performansını gösterdiği, bölgesel düzenin eksen değiştirdiği bir zaman dilimindeyiz. Bütün bu dinamiklere rağmen 1990'ları zımnen özleyenler olduğu muhakkak. Ümit ederiz ki akılları kinlerinin önüne geçer.
Türkiye, Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, PKK'nın silahsızlandırılması ile Kürt meselesinin çözümü arayışlarını birbirinden ayırmak gerekir. On yıllardır, bitmek tükenmek bilmez bir şekilde, "PKK'nın silahsızlanması" süreci, Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır, Kürt meselesinin çözümü ise PKK'nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye'nin en değerli on yıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. Çünkü PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece "iyi şeyler olmasını" dilemekten öteye geçemeyiz.
10 Ağustos'la başlayan yeni süreç karmaşık değil. Siyasi cesaret ve basiret gösteren bütün aktörler yaşanan dönüşümde pay sahibi olabilirler. Muhalefet tercihini nasıl yapacağını ortaya koymuş durumda. Türkiye açısından bu bile olumlu bir durum.
Gerek siyasi iradenin gerekse muhalefetin tabanının da kısmen içinde olduğu geniş bir toplumsal kesim demokratikleşmeyi içselleştirmiş durumda. Daha önemlisi çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor ve talep de ediyorlar.
Elitler olarak, yeni Türkiye'ye büyük ölçüde adapte olsalar, cemaatlerinin dirliğinin bozulacağından korkuyorlar. Cemaatlerini yeni Türkiye ile yüzleşmeye ikna etseler, akıbetin ne olacağı konusunda çok endişeliler.
Çözüm süreci, kendisini taşımayı tercih edecek bütün aktörlere sahici bir siyasi gelecek vaat ettiği gibi, yeni Türkiye'de aktör olma imkânı da tanıyor.
İnşa döneminin başlıklarından çok daha önemlisi, inşanın yapılabilmesini mümkün kılan zeminin hazırlanmasıydı. Erdoğan, yıllar süren zahmetli bir sürecin ardından, bu yeni zemini ortaya çıkardı.
Suriye'de Esed rejiminin yaptığı işkence ve infazların görüntülerini Sabah'a değerlendiren SETA Ankara Genel Koordinatörü Taha Özhan, işkence fotoğraflarının Esed rejimini köşeye sıkıştıracağı ancak bu işin suçlusunun yalnızca Esed rejimi olmadığı görüşünde.
SETA Başkanı Taha Özhan, Mısır'da darbenin görünen sahnesinin çöktüğünü, görünmeyen aktörlerin ise krizde olduğunu söyledi. Mısır'daki son gelişmeleri Sabah Gazetesinden Dilek Güngör için değerlerinden SETA Başkanı Taha Özhan, "Ordu darbeyi siyasal sürece dönüştüremez" yorumunda bulundu.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Merkezi (SETA) Başkanı Taha Özhan, Kerkük'te son günlerde meydana gelen şiddet olaylarının kökeninde ABD işgalinin bulunduğunu söyledi.
SETA Başkanı Taha Özhan, Yeni Şafak gazetesinden Murat Aksoy ile Suriye'deki gelişmeleri ve son durumu değerlendirdi. Özhan’a göre Türkiye, Suriye'de “ulusal çıkar gözetmiyor, ülkede yaşanan insan hakkı ihlallerine son vermek istiyor."
SETA analisti Taha Özhan, Ahmet Davutoğlu'nun, sentez, köprü tarzı tartışmalara perspektifi açısından karşı çıkan bir isim olduğunu belirterek, Davutoğlu'nun, Türkiye'yi merkez bir ülke olarak gördüğüne dikkat çekti.
SETA analisti Taha Özhan, AK Parti'nin varoluşunu 27 Nisan Bildirisi'ne verdiği cevapla sağladığının altını çizerek, partinin yürüttüğü siyasetle doğrudan vesayet rejimin ana kodlarına taarruza geçtiğini belirtti.
SETA analisti Taha Özhan, parti tabanının AK partili kimliğini en yoğun ve en kolay şekilde üzerinde taşıyabilecek olan bir isme oy vereceğini bu nedenle Ahmet Davutoğlu isminin öne çıktığını belirtti.
SETA analisti Taha Özhan, Yeni Türkiye'nin inşasına yönelik yaptığı değerlendirmede, Türkiye'nin pürüzlü de olsa inşaya uygun bir zemini olduğunu ve inşa fikrinde hemfikir olan herkese süreçte yer olduğunu belirtti.
Yükleniyor...
Yükleniyor...
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.TamamGizlilik Politikası