Washington Ziyareti Sonrasında Türkiye’nin Yeni Orta Doğu Politikası

Türkiye’nin, doğrudan ABD ya da Rusya ile çatışmaya sürüklenmekten kaçınarak kendi çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan gelişmelere kapasite ve imkânları ölçüsünde müdahale etmekten başka seçeneği yok.

Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik politikasını belirleyen çok sayıda faktör var. ABD, Rusya ve Avrupa Birliği gibi küresel aktörlerin yanında İran, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır gibi bölgesel aktörler ile uluslararası ve bölgesel konjonktür temel belirleyiciler olarak öne çıkıyor. Bunların da üzerinde olan ise kuşkusuz Türkiye’nin kendi ekonomik, askerî ve diplomatik kapasitesi ve iç istikrarıdır.

Ankara’nın, ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin etkisini sınırlandırarak ve bölgesel dalgalanmalardan en az etkilenerek hareket edebilmesi Orta Doğu konusundaki çıkarları açısından önemlidir. Bu etkileri sınırlandırabilmesi ise Türkiye’nin gücüyle yakından ilgilidir.

Türkiye, küresel bir güç olmadığından dış politikasının diğer alanlarında olduğu gibi, Orta Doğu’ya yönelik siyasetinde de bu bölgeyle yakından ilgilenen küresel aktörleri hesaba katmak ve gerektiğinde onlarla bir uzlaşı arayışı içerisinde olmak zorundadır. Çıkarların çatışması durumunda böyle bir uzlaşı söz konusu olamıyorsa, Ankara kendi çıkarlarını esas almaya devam edecek, ancak bu durum küresel aktörlerle doğrudan ve her alanda çatışması anlamına gelmeyecektir. Bu tespit büyük ölçüde bölgesel güçlerle yaşanan çıkar çatışmaları için de geçerlidir. Güç dengeleri açısından benzer bir kapasiteye sahip olduğu bölgesel aktörlerle yaşadığı sorunlarda Türkiye daha ısrarcı politikalar izleyebilir, ancak bu politika Suriye ya da Irak gibi bölgesel sorunlarda İran ya da Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerle doğrudan çatışmaya sürüklenmesi anlamına gelmemelidir.

Suriyeli muhaliflere destek konusunda yalnız kaldığı dönemde Türkiye’nin Rusya ve İran ile bir uzlaşı arayışına girmesi işte bu rasyonel politikanın gereğiydi. Bölgede giderek güçlenen PYD ile mücadeleye odaklanmak, her geçen gün artan insani trajediyi sonlandırmak isteyen ve Esad rejimi üzerinden Rusya ile doğrudan bir çatışmaya sürüklenmek istemeyen Ankara böyle bir uzlaşıya razı olmuştur. Bu uzlaşı, Türkiye’nin başından beri Suriye’ye yönelik hedeflerinin bir kısmından vazgeçmesi anlamına geliyordu belki, ancak iç savaşın gelişimi ve bölgesel güç dengeleri bunu gerektiriyordu. Türkiye’nin tek başına Rusya-İran-Esad blokunu dengelemesi mümkün değildi.

ABD ile Suriye üzerinden yaşanan çatışmaya gelince, PYD ile iş birliğini savunan Amerikan güvenlik bürokrasisinin Trump yönetimini de bu yöndeki politikaya ikna ettiği görülüyor. Artık Trump yönetiminin bu PYD’ye destek politikasına nasıl ikna olduğuna ve Trump’ın Amerikan siyasetine ne kadar hâkim olabildiğine dair tartışmalara gerek yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti gösterdi ki, ABD PKK’yı terörist örgüt olarak tanımlamaya devam etse de onun Suriye uzantısı olan PYD ile iş birliği yapmaya devam edecek ve ona ağır silahlar verme kararından geri dönmeyecek.

Bu Amerikan politikasının Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırdığı ve Suriye siyasetinin bundan sonraki yönünü çok etkileyeceği kesin. Amerikalılar her ne kadar Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate alacaklarını söyleyip PYD’nin Suriye’de devletleşmesine müsaade etmeyecekleri sözünü verseler de, Ankara özellikle Suriye konusunda Washington’dan verilen sözlere güvenemeyeceğini çoktan öğrenmiş durumda. Amerikan iç siyasetinde yaşanan çalkantılar da Türkiye’nin bu konudaki güvensizliğini artıracak türden.

Bu durumda Türkiye’nin, doğrudan ABD ya da Rusya ile çatışmaya sürüklenmekten kaçınarak kendi çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan gelişmelere kapasite ve imkânları ölçüsünde müdahale etmekten başka seçeneği kalmıyor. Türkiye’nin çıkarlarına tehdit oluşturacak adımları atan aktörlerin birbirleri arasındaki rekabet ise Ankara’ya, taktik iş birliklerine girmek suretiyle kendi kapasitesinin sınırlarının ötesinde etki doğurma fırsatı verecektir.

Bu çerçevede, bazı alanlarda çıkar çatışması yaşıyor olsak da, yeri geldiğinde ABD, Rusya ve hatta İran’la geçici iş birliği ve ittifaklara hazır olmalıyız. Bu taktik iş birliği ve ittifaklarda hiçbir ülkenin kategorik olarak dışarıda bırakılmaması uluslararası ilişkilerin doğası gereğidir ve Türkiye’nin çıkarları açısından önemlidir.

[Türkiye, 20 Mayıs 2017]

Etiketler: