Vatandaş siyaseti normalleştirdi

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Yerel ya da genel, olağan ya da sıra dışı bütün seçimler gibi bu seçimler de bir "genel seçim havasında" geçti. Bunda şaşılacak ya da hayıflanacak bir şey yok. Zira Türkiye'de siyaset hiçbir zaman normal şartların bir ürünü olmadığı için, en yerel ve sınırlı meselelerin dahi genel bir niteliğe bürünmesi ve kimlik, aidiyet ve grup bilinci gibi büyük konulara dönüşmesi normaldir.      

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Yerel ya da genel, olağan ya da sıra dışı bütün seçimler gibi bu seçimler de bir “genel seçim havasında” geçti.

Bunda şaşılacak ya da hayıflanacak bir şey yok. Zira Türkiye’de siyaset hiçbir zaman normal şartların bir ürünü olmadığı için, en yerel ve sınırlı meselelerin dahi genel bir niteliğe bürünmesi ve kimlik, aidiyet ve grup bilinci gibi büyük konulara dönüşmesi normaldir.    Aslında siyasetin zevki biraz da buradan geliyor. Weberyan rasyonaliteye dayalı, sadece projelerin ve rakamların konuşulduğu, soğuk, derinliksiz, heyecansız bir seçim kampanyası dünyanın ileri ve oturmuş demokrasilerinde dahi çekilmiyor! Böyle bir siyaset modelindense Farabi’nin önerdiği “erdem yarışı olarak siyaset” bizim tarihimize de, dokumuza da daha uygun.

Türkiye’de siyasetin normalleşmesi ve demokrasinin olgunlaşması, seçimlerin düzenli yapılmasıyla ve vatandaşın oyunun kıymetini bilmesiyle doğru orantılıdır. 29 Mart Pazar günü oy kullanmaya giden her vatandaş, “ben bu ülkenin geleceğinde herkes kadar söz sahibi olmak istiyorum” demiş ve demokrasinin en temel şartlarından birini yerine getirmiştir. Ortaya çıkan sonuca bakıldığında yaptığı tercihler çoğulcu demokrasinin yerleşmesi ve olgunlaşması açısından da yerindedir. “Bizde millet takım tutar gibi parti tutar.” sözünün çok da doğru olmadığı, vatandaşın aklı ve imkânı ölçüsünde bir değerlendirme yaparak bütün siyasilere bir mesaj verdiği ortada. Aslında Türkiye seçmeni bunu her seçimde ve hemen her konuda yapıyor. Bizim siyasi elitlerimizin “dinliyorum” demesine rağmen pek de dikkatli ve derinlikli bir dinleme alışkanlığı olmadığı için bu husus hep gözden kaçırılıyor.

AK Parti’ye verilen mesaj

29 Mart seçimleri, bütün partilere mesajlar verdi. Bu mesajların birinci muhatabının en fazla oy kaybına uğrayan AK Parti olduğu ortada. Başbakan Erdoğan, seçim akşamı gece yarısı yaptığı konuşmada AK Parti’nin bu mesajı duyduğunu ve ciddiye alacağını açıkladı. Oy kaybına rağmen AK Parti, 29 Mart seçimlerinden yine birinci parti olarak çıkmıştır ve bu AK Parti’nin üst üste açık arayla kazandığı dördüncü seçimdir. AK Parti belediye il genel meclisinde yüzde 42’den yüzde 39’a gerilemiştir ama oyu, kendini takip eden CHP ve MHP’nin toplam oylarına yakındır. Olağanüstü şartlarda elde edilen yüzde 47’yi bir çıta olarak koyup AK Parti’nin performansını buna göre ölçmek en azından 22 Temmuz seçimlerine giden demokrasi dışı ve olağanüstü şartları hafife almak anlamına gelir. 29 Mart yerel seçimlerinde ortaya çıkan sonuç, AK Parti açısından yüzde 47’nin en üst sınır olduğunu da göstermiştir.

Peki seçmen AK Parti’ye nasıl bir mesaj verdi? 29 Mart seçmeni AK Parti’ye, gerek yerel hizmetler açısından gerekse de toplam performans algısı üzerinden “tatlı-sert” bir mesaj vermiştir. Yüzde 39 “tatlı-sert” bir mesajdır zira bu rakam, yüzde 35 yahut 30 da olabilirdi. AK Parti bu mesajın “daha fazla çalışmak” ve “birleştirici unsur olmak” anlamına geldiğinin farkında olsa gerektir. Buna paralel iki mesaj daha verilmiştir AK Parti’ye: Uzlaşmacı ve müzakereci siyaseti güçlendir ve özgürlük alanlarını genişlet. AK Parti seçim kaybettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Antalya, Ordu, Mersin ve Kastamonu gibi illerde hizmet-kimlik-özgürlük dengesini koruyamadığı için kayba uğramıştır.

Milletten gelen bu mesaj önemlidir ve iktidar partisi bunu ciddiye almalıdır. Bunun tek sebebi oy kaybı meselesi ve 2011 seçimleri değildir. İktidara geldiği 2002 yılından bu yana müesses nizam, yani Ergenekon gibi örgütlenmelerin de yönlendirdiği derin güçler, AK Parti’yi ülkeyi yönetemez hale getirmek için onlarca mizansen kurdular, oyunlar oynadılar. Şu ana kadar hep sistemin bu demokrasi dışı müdahalelerine ve “mesajlarına” muhatap olan AK Parti, 2002’den beri ilk defa doğrudan seçmenin mesajına muhatap oluyor. Temsili demokrasinin normal şartlarına uygun olarak seçmen aday tespitinden kampanyaya, lider profilinden yolsuzluk iddialarına, hizmet performansından kimlik algısına kadar pek çok unsuru bir araya getirerek bir tutum sergilemiş ve böylece AK Parti oy kaybına uğramıştır. Fakat asıl önemlisi vatandaş, sandığın meşru ve hukuki değişimin tek adresi olduğunu bir kez daha teyit etmiştir. 29 Mart sandığından artık kolu kanadı kırık Ergenekoncuların arzu ettiği sonuç çıkmamış; tersine bu tür örgütlenmelerin sadece hukuk devletinde değil kamu vicdanında da bir yerinin olmadığı bir kez daha vurgulanmıştır.

Kürt kökenli seçmenlerin 29 Mart tercihleri de AK Parti açısından iyi tahlil edilmelidir. DTP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki ezici üstünlüğü, “hizmet-kimlik-hukuk” dengesinin önemini göstermektedir. AK Parti, bu bölgelerde hizmet yapmış ama kimlik ve özgürleşme alanlarında zayıf, çekingen ve ürkek bir performans sergilemiştir. TRT’nin Kürtçe yayınından Kürtçe mevlit okutulmasına ve GAP projesinin yeniden başlatılmasına kadar Kürt meselesinin çözümü için cesur adımlar atılmıştır ama bunların yeterli olmadığı ortadadır. AK Parti’nin bölge insanının gözünde “sistemle uzlaşmış” bir parti görüntüsü vermesi ve bunun sonucu olarak daha önceki yıllarda sergilediği özgürlükçü ve kucaklayıcı siyaset dilinden uzaklaşması, bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Kapatma davasından sonra kendini bir şekilde garantiye almak isteyen AK Parti’nin belli konularda söylem değişikliğine gitmesi, “AK Parti devletleşiyor” algısını güçlendirmiştir.

29 Mart seçmeni, AK Parti’nin yanında diğer partilere de “tatlı-sert” mesajlar verdi. CHP, Türkiye genelindeki oylarını fazla artırmadı ama Antalya, İzmir ve Trakya bölgesindeki belediyeleri alarak özgüven tazeledi. CHP’nin Ankara ve İstanbul’daki iddialı kampanyası ise yine yenilgiyle sonuçlandı. Buna rağmen CHP’nin “Nişantaşı’ndan varoşlara inelim” yaklaşımı, seçimlerde etkili olmuştur. Devlet seçkinlerine hitap etmenin dışında siyasi bir dili olmayan CHP kadroları, uzun bir süredir ilk defa “laiklik-Atatürkçülük-irtica-çağdaş değerler” ekseninin dışında reel siyasete dayalı bir kampanya yürütmüştür. Yolsuzluk iddialarını ve ekonomik krizi etkin bir şekilde kullanan CHP, siyasette yeni bir kulvar keşfettiğinin farkında olsa gerektir. CHP’li adaylar özellikle yolsuzluk algısını iyi yönetmiştir. Zira ortada mahkemeye intikal etmiş ve ispatlanmış tek bir yolsuzluk dosyası yok iken CHP 29 Mart seçim kampanyasını “yolsuzluk ve yoksulluk” (AK Parti’nin iki y’si) üzerinden başarılı bir şekilde yürütmüştür. Bu, “algıyı yöneten gerçekliği de yönetir” ilkesini bir kez daha teyit etmiştir.

CHP eski politikalarına geri döner mi?

CHP’nin dışlayıcı militan laikçilik söylemlerinin dışında bir siyasi dil arayışına yönelmesi, CHP siyasetinin normalleşmesi açısından bir fırsat olarak görülebilir mi? Şüphesiz böyle bir potansiyel vardır ve bu, siyaset alanının normalleşmesi açısından önemlidir. Fakat CHP’nin çarşaf ve Kur’an kursu açılımlarının akıbetine bakıldığında “reel siyaset” yöneliminin de taktiksel olduğunu ve ilk fırsatta laiklik merkezli ideolojik kutuplaşma refleksine geri dönebileceğini görmek zor değil. Öte yandan yolsuzluk ve ekonomik performans temalarının etkili olduğunu gören CHP, 2011 genel seçimlerine kadar bu temalar üzerinde duracaktır. Muhtemelen 2011 seçimleri de bu iki tema üzerinden yapılacaktır.

Partiler arasında en istikrarlı gelişim çizgisi gösteren MHP, 29 Mart seçimlerinden de başarıyla çıktı. MHP’nin “devletin operasyon partisi” olmaktan, siyasi merkeze oynayan bir partiye dönüşmesi yine Türk siyasetinin normalleşmesi açısından önemli bir gelişmedir ve diğer siyasi aktörler tarafından desteklenmelidir. MHP, kimlik ve ideoloji merkezli siyasi yapısını muhafaza etmektedir şüphesiz. Fakat bunlara ilaveten yerel yönetim, hizmet ve performans temelli bir siyaset yapma tarzı, hem MHP tabanının dönüşmesi hem de siyaset alanının aşırı ideolojik kutuplaşmalara karşı korunaklı hale gelmesi açısından önemlidir.

Son olarak DTP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki başarısına değinmek gerekir. Kimlik taleplerini en etkin şekilde kullanan DTP, kendisinin tanımladığı “Kürt siyasetinin önceliklerinin” bölgede ne kadar belirleyici olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Kürt siyasetinin geleceği açısından bu da olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Zira DTP’nin reel siyaset alanında rekabet eden bir parti haline gelmesi, Kürt sorununun normalleşmesi ve DTP’nin örgüt-parti ikilemini aşması açısından önemlidir. Kürt sorunu konusunda önemli açılımlar yapan AK Parti’nin de bu sürecin önünü açacak şekilde hareket etmesi gerekir.

Birkaç puanlık kazanç ve kayıplara rağmen 29 Mart seçimleri, Meclis’teki mevcut siyasi dağılımı ana hatlarıyla muhafaza etmiştir. Bunu siyasi istikrarın devamı yönünde verilmiş bir mesaj olarak okumak da mümkündür. Bu istikrar vurgusu, 29 Mart sonrası ulusal siyaset açısından büyük önem taşımaktadır. Ekonomik kriz, anayasa ve diğer sorunların çözümü, uzlaşma ve müzakere siyasetinin daha güçlü bir şekilde hayata geçirilmesine bağlıdır. Bu manada bütün partiler ve özellikle siyasetin iki ana aktörü AK Parti ve CHP 29 Mart seçimlerinden pozitif sonuçlar çıkarmalı ve siyasetin çözüm üreten bir zemin haline gelmesi için çaba sarf etmelidir.  

Etiketler: