Üretim Ekonomisine Geçeceğiz Ama Nasıl?

Türkiye, 2015 verilerine göre dünya GSYH'sinde sahip olduğu 18. sıradaki yerini ihracatta da gösterebilseydi, bugün dünyanın en gelişmiş ülkeleri sıralamasında çok daha üst sıralara oturacaktı.

Geçmiş dönemde Türkiye ekonomisinde üretim yapısını değiştirmek öncelikli bir konu olmadı, daha doğrusu olamadı. Kısa dönemde bile kendi dinamiklerini bile zor çevirebilen, borç kıskacında olan bir ekonomik yapının uzun vadeyi hedeflemesi beklenemezdi.

Yarınından bile emin olamayan bir ekonomide uzun vadeli planlar yapmak, üstelik bu planların başında gelen üretim yapısını değiştirmek o dönemin siyasi iktidarının ciddiye aldığı bir konu değildi. Küçük bir siyasi kırılmada ekonomik krizin kapısını çaldığı ülke, böyle bir reformu düşünemezdi doğal olarak. Ancak durum artık oldukça farklı.

AK Parti iktidarları ile gerçekleştirilen yapısal reformlar, uzun vadeli yapısal dönüşümleri gerçekleştirmek için kamu maliyesindeki iyileşmelerin sağladığı alan, bu iyileşmelerle birlikte ülke algısının pozitife döndüğü bir ortam sayesinde artık en ufak siyasi ve ekonomik olayların büyük krizlere neden olduğu koşullar yok. Böyle bir ekonomik yapı da yok.

Dolayısıyla, ekonomik üretim yapısını değiştirecek reformların tam zamanı.

Peki ne yapılmalı?

İlk olarak ekonominin kur-faiz kıskacından kurtarılıp, cari açığın neden olduğu baskının azalması gerekiyor. İkinci adım ise, üretken olmayan alanlara yapılan yatırımların yerine üretimi destekleyecek alanlardaki yatırımlara ağırlık verilmeli. Asıl yapılacak olan ise, üretime ağırlık vermesi konusunda başlayan yapısal reformların somutlaşması.

Yeni kurulan 65. Hükümet programında bu konuda piyasa beklentilerine uyumlu olarak reel ekonomiye ağırlık verileceği,Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıkça dile getirildi. Kısa vadede günü kurtarma stratejisi veya orta vadede gelişme gösterilmesi, Türkiye ekonomisinin sığacağı bir kap değil artık. Yapısal değişikliklerle bir an önce üretim ekonomisine geçilmeli.

YENİ VİZYON VE HİKÂYE ARAYIŞI

Gelişmiş birçok ülke, ekonomik büyümede artık sınıra dayandılar ve yeni bir hikâye yazmakta zorlanıyorlar. Bu durum, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin yeni bir hikâye ve yeni bir vizyonla öne çıkabilmesi için bir fırsat.

Ancak bu şekilde dünyadaki ilk 20 ekonomisi sıralamasında üst sıralara ilerleyebilir Türkiye. Üretim ekonomisi bu vizyonu ortaya koyuyor.

Türkiye ekonomisinde yeni hikâye üretim ekonomisiyle yazılabilir. Bunun için de, finans sisteminin reform edilmesi, mevcut kaynakların daha uzun vadeli ve üretken yatırımlara aktarılması, eğitim sisteminin nitelikli işgücü yetiştirmesi, üniversite- sanayi işbirliği ve yüksek teknolojik ürün üretme konuları öne çıkıyor.

Diğer yandan, İstanbul’un finans merkezi olması, özellikle de İslami finans merkezi olma konusundaki çabaları ve Türkiye’nin coğrafi konumu dolayısıyla avantajlı olduğu enerji konusunda büyük projelerini tamamlaması, yabancı yatırım için yatırım ortamının iyileştirilmesi gibi birçok alanda yeni bir bakış açısına ihtiyaç vardır.

Bu çabalar, Türkiye’yi finans merkezi, yabancı yatırımcı açısından cazip ülke ve bölgedeki ekonomiler için üretimin, ihracatın ve ticaretin kavşak noktası haline getirecektir. Tabii ki burada temel hedef ihracat olacaksa, özellikle üretimin gerçekleştirileceği ve dolayısıyla ihracatın öncellik verildiği sektörün hangisi olacağı bilinmelidir. İhracat hem ekonomik büyümenin temel motoru hem de cari dengenin iyileşmesine önemli katkılar yapıyor.

Diğer taraftan, üretimin artırılması yanında önemli önemli olan bu üretimin nereye satılacağı, yani üretimin iç pazarda mı yoksa ihracat olarak mı değerlendirileceği cevaplandırılması gereken önemli soru. Hedef ihracat olacaksa bu miktardaki ihracat nereye ve hangi pazarlara gerçekleştirilecek? Hangi ülkelere öncelik verileceği belirlenmelidir.

Türkiye, 2015 verilerine göre dünya GSYH’sinde sahip olduğu 18. sıradaki yerini ihracatta da gösterebilseydi, bugün dünyanın en gelişmiş ülkeleri sıralamasında çok daha üst sıralara oturacaktı. İhracata göre yapılan sıralamada 18. sırada yer alan ülkenin ihracatı, Türkiye’nin yaptığı ihracatın iki katından daha fazla.

Son olarak, ihracatın yavaşlamasına rağmen cari açığı konuşmadığımız, yani cari açığın sürdürülebilir seviyede olduğu bu dönemde, turizm gelirlerindeki gerilemenin cari denge üzerinde anlamlı sonuçlar doğurabileceği, turizm gelirlerindeki azalışın kalıcı hale dönüşmesi durumunda ise orta ve uzun vadeli cari açık hedefleri üzerinde beklenmedik riskler doğabileceği, bu nedenle turizm politikalarına “ekonomist gözüyle” yeni bir vizyon konulmasının yerinde olacağı kanaatindeyim.

[Yeni Şafak, 30 Mayıs 2016]

Etiketler: