Tuzağa Düşer miyiz?

Çeşitli uluslararası çalışmaların da işaret ettiği üzere, Türkiye yüksek gelirin eşiğinde ve benzer durumda yola çıktığı ülkelerden daha hızlı ilerledi.

Orta Gelir Tuzağı kavramı, Türkiye’de ve dünyada son dönem iktisat tartışmalarının favori konularından… Hızlı bir büyümeyle düşük gelir kategorisinden çıkmış ancak orta gelire ulaştıklarında yavaşlamaya başlamış ekonomilerin durumu olan orta gelir tuzağını, verimlilik yetersizliğiyle ilişkili bir çıkmaz olarak tarif edebiliriz.
Son birkaç on yıllık dönem içerisinde yüksek gelire terfi edememiş çok sayıda Güneydoğu Asya, Latin Amerika ve Afrika ülkesi, bu döngünün içinde mücadele veriyor. Bununla birlikte, G. Kore ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri gibi, tuzağa yakalanmadan yoluna devam edenler de var.

9 YILDIR “ÜST” ORTA GELİRLİYİZ

Aslında uluslararası literatürü incelediğimizde, tuzağın kesin bir tanımı olmadığını fark ediyoruz. Gerek ilgili gelir seviyeleri, gerekse buralarda takılma süreleri anlamında… Hatta bu çalışmalarda, tuzağa “alt orta” ve “üst orta” gelir olarak iki aşamada da rastlamak mümkün.

Dünya Bankası (DB) kişi başına gelir sınıflandırmalarını baz alırsak orta gelir, güncel hesaplara göre, 1.046 ila 12.475 dolar arasında yer alıyor. Oldukça uzun bir yol! Oysa bunu alt ve üst olarak ayrıştırınca, ilk etapta 1.046-4.125, 2. etapta ise 4.126-12.475 dolar olarak iki kademe ortaya çıkıyor. Bu minvalde, mevcut durumumuza dair soruyu da, “üst orta gelir tuzağına takılır mıyız” şeklinde sormak mümkün. Zira 9 sene önce bu statüye terfi ettik.

NE KADAR VAKTİMİZ VAR?

Peki, bu aralıkta kalma lüksümüz nedir? İlgili tuzağa düşmemek için nasıl bir süre tanınıyor? Belirttiğim gibi, kesin bir tanım yok ancak örnek olarak önde gelen bir akademik makalede, gelir aralık değerleri farklı olmakla birlikte, üst orta gelir olarak tanımlanan kategoride 14 yıl takılıp kalan ve yüksek gelire sıçrayamayan ekonomilerin kapana takıldığı bulgusu var.

Malum, 3.000 dolarlarda gezinen kişi başı gelirimizi, 2002 sonrası 10 yıl içinde üçün üzerine katladık. Bu, dünyayı hayran bırakan oldukça önemli bir başarı… Tabii bu dönemin özellikle ilk kısımlarında, reformlar ve istikrarla ivmelenen büyüme tempomuzun yanı sıra, TL’nin değer kazanmasından da destek aldığımızı belirtelim. Bunun aksi bir durumu ise, son yıllarda yaşıyoruz. Rakamın gereği kadar yükselememesinde, ivme kaybımızın yanı sıra, döviz kurunun da olumsuz etkisi var.

GENİŞ ZAMANLAR YOK

Halimize DB kategorileri bazında kabaca bakacak olursak, hâlihazırda 10.800 dolara yakın olan kişi başı milli gelirimizi 12.500 dolar seviyelerine yükseltmemiz gerekiyor. Dolayısıyla, yüksek gelirli olmak için önümüzde bir miktar daha süre gözükmekle birlikte, “geniş zamanlar yok” diyebiliriz.

Çeşitli uluslararası çalışmaların da işaret ettiği üzere, Türkiye yüksek gelirin eşiğinde ve benzer durumda yola çıktığı ülkelerden daha hızlı ilerledi. Nitekim yine DB sınıflamasıyla, yüksek gelir sınıfının %86’lık eşiğine ulaşmış durumdayız. Bu güzel bir haber ancak eşiği takılmadan geçebilmek, gelecek yıllarda makul ve sürdürülebilir bir büyüme ile sağlanabilecek. Bu yapılamadığı takdirde ise, tuzağa düşme riskimiz var.

Peki, şu anda ne durumdayız? Malumunuz, Çarşamba günü 3. çeyrek büyüme verileri açıklandı ve bir miktar hayal kırıklığına uğradık. Nitekim bu dönemde yıllık %1,7 büyüme sergiledik. Öncü göstergeler dâhilinde mütevazı bir hız bekliyorduk ancak bu çok mütevazı oldu. Arkasındaki dinamikleri özetleyip halimize bir ışık tutmak istiyorum.

İHRACATSIZ DURABİLİRDİK

Önce ihracatçılarımıza teşekkür ederek başlayayım. Zira ihracat, pazarlarımızdaki olumsuzluklara rağmen, 3. çeyrekte ekonomimizin motor gücü oldu ve hızımıza tam 2 puanlık katkı yaptı. İthalat ise, daha önceleri de değindiğim gibi, düşüşte frene basmakla beraber, katkı yapmayı sürdürdü: 0,5 puan.

Ya iç talep? Bu dönemde, kamu harcamalarından gelecek desteğin önemli olacağını söylemiştik. Tüketim kanadında, öyle de oldu. Devletin tüketim harcamaları, hızımıza 0,6 puan katkı sağladı. Özel tüketim ise, yine amaçlanmış ağır seyrini sürdürerek, sadece 0,1 puan destek verebildi.

Öte yandan iç talep kanadında yatırımlar da, hep bahsettiğimiz kritik öneme sahip. İlk yarıda daralarak bizi üzen özel sektör yatırımlarının büyüme hızı 3. çeyrekte ise %0 oldu. Bu ne demek? Özel yatırımlar artık düşmekten vazgeçmiş ancak ekonomimiz yine yatırımsız büyümüş. Kamu yatırımları ise düşerken, genel hızımızı da 0,1 puan aşağı çekmiş.

Şimdi bu rakamları toplayınca, neden %3 üzeri değil de, %1,7 büyüdük diyorsunuzdur. Bunun sebebi, son bir faktör olan stoklardaki değişimin 1,5 puanlık olumsuz etkisi. Buradan hareketle üretim yöntemiyle yapılan hesaplamalara bakınca, tarım sektöründeki %4,9’luk düşüş dikkatimi çekti. Zira bu, tarımın, hızımızı 0,7 puan düşürdüğü anlamına geliyor ve stok konusuyla da bir şekilde bağdaşıyor. Dolayısıyla tarım üretiminde düşüş ve stokların azalması da, bu dönemde yavaşlamamızın başlıca sebeplerinden…

HIZLANMAMIZ ŞART

Tarım ve stoklar konusunu bir yana koyalım; bu tablodan çıkaracağımız derslerin başında “yatırım”ın geldiğini düşünüyorum. Sürdürülebilir ve kaliteli bir büyüme için, özel yatırımları hızla canlandırmamız gerektiği ortada. Nitekim bu veriler doğrultusunda, ilk 3 çeyrekte %2,8 büyümüş olduk ve 4. çeyrekte en iyi senaryoyla bir ivme kazansak, yılı ancak %3 dolaylarında kapatabiliriz.

Bu ise, son birkaç yıldır hızımızı %3-4 bandına düşürdük demek… Önümüzdeki daralan zamana bakınca ise, eşikten zamanında atlamak için en azından %4-5 gibi sürdürülebilir oranlara çıkmamız gerekiyor. Dolayısıyla, dinamizm getirecek ve verimliliğe dayalı yeni bir modele ihtiyacımız var.

Tuzağa düşüp düşmemek, modeli ne kadar başarılı dizayn edip ne denli etkin uygulayacağımıza bağlı olacak. Bu zorlu sürecin üstesinden gelindiği takdirde ise, üst orta gelire terfi ederken kendimize hayran bıraktığımız dünya, yeni eşikten içeri girmemizi de inanın hayranlıkla izleyecek.

[Yeni Şafak, 12 Aralık 2014]

 

Etiketler: