Türkiye’nin Libya Sınavı

Libya krizi Türk dış politikası için 2003'teki Irak işgalinden bu yana verilen en önemli diplomasi sınavlarından birini teşkil ediyor.

Libya’daki vatandaşlarını ve çıkarlarını korumaya çalışan ama aynı zamanda da krize diplomatik bir çözüm bulmak için çaba gösteren Türkiye, ‘sivilleri koruma’ mazeretli askeri müdahaleye karşı koyduğu için Batılı bazı çevrelerce Kaddafi karşıtı güçlere destek vermemekle suçlandı. Mısır örneğinde Mübarek’e iktidarı bırakma çağrısı yapan ilk ülke olan Türkiye, Libya krizinde ülkenin siyasi ve ekonomik iç dengelerini hesaba katarak ‘sessiz diplomasi’ yolunu seçince çözüm adına yapmaya çalıştıklarını özellikle yabancı kamuoyuna yeterince iyi anlatamadı. Bunun neticesinde Türkiye şu an hâlâ Libya halkının demokratik taleplerini önemsemeyen, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen ve tutarsız dış politika izleyen bir ülke olarak sunulmaya çalışılıyor.

Bu kriz Türkiye için oldukça özel zorluklar arz ediyor. Siyasi istikrarı ve muhtemel bir iç savaşın önlenmesini önceleyen Türkiye, hem Kaddafi ile diyalog kapısını açık tutmayı hem de muhaliflerin taleplerini haklı bulduğunu göstermeyi tercih etti. Ancak Kaddafi’nin ilk isyan dalgasını atlatması, ülkenin batısında hakimiyetini nispeten kısa sürede sağlamlaştırması ve Bingazi’yi ele geçirmek üzere yola çıkması durumu Türkiye için oldukça karmaşık hale getirdi. 

Türkiye’nin diplomatik çözüm ısrarı 

Bu aşamada, ‘insani müdahale’ taraftarlarının gücü ‘sivillerin korunması’ için gereken her şeyin yapılmasını öngören 1973 nolu BMGK kararıyla had safhaya ulaştı. “Kaddafi gitsin de nasıl olursa olsun” diyen ‘liberal’ müdahaleciler, demokratik halk hareketlerini kendine tehdit gören Körfez ülkeleri, krizden siyasi çıkar elde etme peşinde olan Fransa ve üçüncü bir işgalden kaçınmaya kararlı ama petrol fiyatlarının uluslararası piyasalardaki dalgalanmalarından da rahatsız olan ABD, uçuşa yasak bölge ilan edilmesi konusunda fikir birliğine vardılar. Bu noktada oylamada çekimser kalan Rusya, Çin ve Almanya gibi güçler olmasına rağmen, askeri müdahale karşıtı net tavır yalnızca Türkiye’den geldi. Bu süreçte Kaddafi’yle isyancılar arasında siyasi bir çözüm üretmeye çalışan Türkiye’nin çabaları Fransa’nın alelacele oluşturduğu koalisyon tarafından adeta sabote edildi. Türkiye artık bir askeri operasyonun önüne geçemeyeceğini gördüğü aşamadan sonra Fransa liderliğinde kontrolsüzce yürütülen müdahalenin NATO çatısına alınması sürecinde operasyonun sınırlarının çizilmesi ve müdahalenin tamamen insani amaçlı olması için çalıştı. Askeri bir müdahalenin başlaması Türkiye’yi diplomatik yolları denemekten vazgeçirmedi. Mübarek’e yaptığına benzer bir çağrının Libya’da işe yaramayacağının farkında olmasına karşın Türkiye ateşkesin bir an önce sağlanması için Kaddafi ile görüşmelerini sürdürürdü. Ancak bu Türkiye’nin halk egemenliği ilkesinden vazgeçtiği anlamına gelmiyordu.

 Libya’da Kaddafi’nin rızası olmayan bir çözümü dayatmanın imkânsızlığını gören Türkiye, Kaddafi’ye yaptığı öneride iktidarını halk tarafından desteklenen birine bırakmasını teklif etti. Nitekim Kaddafi’nin gücünün Batı medyasının yansıttığı gibi yalnızca paralı askerlere dayanmadığı ve kolaylıkla devre dışı bırakılamayacağı çok geçmeden herkes tarafından kabul edilmeye başlandı. 

Türki

Etiketler: