Türkiye, Almanya ve İslam

Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı, ‘Alman-Türk İşbirliği Konusu Olarak İslam ve Avrupa’ genel başlığı altında, Alman ve Türk uzmanların katılımı ile her yıl iki ülke ilişkileri açısından kritik görülen bir konuyu ele alıyor.

Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı, ‘Alman-Türk İşbirliği Konusu Olarak İslam ve Avrupa’ genel başlığı altında, Alman ve Türk uzmanların katılımı ile her yıl iki ülke ilişkileri açısından kritik görülen bir konuyu ele alıyor.

Bu yıl yedincisi yapılan toplantının konusu ‘Teolojik Öğretim, Eğitim ve Araştırma’ idi. Büyükelçi Dr. Eckart Cuntz, konuşmasında, dört milyonluk Müslüman topluluğun, toplumsal hayatın bir parçası haline geldiğini, İslamiyet’in kurumsallaşarak sosyolojik anlamda artık bir Alman dini olduğunu belirtti. Almanya’dan, Michael Gabel, Christian Grethlein, Bülent Uçar, Ömer Özsoy ve Günter Seufert, Türkiye’den Halis Ayhan, Raşit Küçük, İsmail Kara, Nesimi Yazıcı, Yasin Aktay, İrfan Aycan ve Nuri Tınaz gibi ilahiyat ve din bilimleri alanında yetkin uzmanların katıldığı toplantıda, her iki ülkede din ve laiklik bağlamında ilahiyat fakültelerinin kuruluşu, geçirdiği değişimler, toplum ve dini gruplarla ilişkileri bütün yönleri ile tartışıldı. 

40 Hıristiyan ‘ilahiyat’ı var

Almanya’da laiklik anlayışının, din ve devlet ilişkilerinde bir gerilime neden olmadığı, din ve devlet ilişkilerinin ayrıldığı ama devletin dine sırt çevirmediği bir sistemin varlığına işaret ediyor. Almanya’daki kırk ilahiyat fakültesinin yirmi biri Katolik Kilisesine bağlı. On ikisi devlet okulu, dokuzu ise cemaatine ait özel okul. Protestan Kilisesine bağlı 19 ilahiyat fakültesi ve üç yüksek okul mevcut. Katolik ve Protestan ilahiyat fakültelerinde 22 bin öğrenci kayıtlı. İlgili mezhep kiliselerinin onayıyla öğretim üyesi atanabilen bu fakültelerin tüm eğitim-öğretim giderleri devlet bütçesinden karşılanmakta ve bu durumun laiklik anlayışı ile çelişmediği görülmektedir.

Buna karşın, İsmail Kara’nın deyimiyle, Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinin siyasi bir proje olarak hayata geçirildiği, müfredatından öğretim üyesi atamasına kadar devlet erki ve siyasi iradenin etkisi altında şekillendiği söylenebilir. Bu bağlamda Almanya’da kırk ilahiyat fakültesi olmasına ve İslamiyet’in artık bir Alman dini olduğu belirtilmesine karşın, yükseköğretim düzeyinde ülkedeki Müslüman topluluğun ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir kurumun olmadığı ve yakın zamanda da İslam ilahiyat fakültesi açılmasının söz konusu olmadığı ifade edildi.

Din bir kimlik referansı

Türk-Alman ilişkilerinde, Almanya’da yaşayan Türkler ve İslam konusu önemli bir yer tutmaktadır. İki ülke ilişkilerinde kaçınılmaz olarak gündeme gelen müzakere alanlarından biri de, kuşkusuz bu ülkede yaşayan Türklerin çoğunluğunun mensup olduğu İslamiyet çerçevesindeki oluşumlar, kurumsallaşmalar ve gelişmelerdir. Dindarlık düzeyleri ne olursa olsun, Almanya’daki Türkler arasında İslam önemli bir kimlik referansı olarak karşımıza çıkmakta ve dini eğitim, öğretim, ibadet ve benzeri alanlarda Türk topluluğun talepleri olduğu görülmektedir.

Okullarda İslam din eğitiminden, cami ve kültür merkezi inşasına, mezarlık yeri temininden helal gıda imalatı ve kurban kesim yerlerinin sağlanmasına kadar uzanan taleplerin muhatabı, Almanya’ya göçün başlangıcından itibaren devlet olmuştur. Sosyal refah devletinin talepleri makul ölçülerde karşılaması, yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesi ve finans desteği sağlaması beklenmiştir. Almanya’daki Türklerin resmi makamlardan taleplerinin ilk dönemlerde düzenli ve organize bir devamlılık gösterdiğini söyleyemeyiz zira devletten talep etmenin yolunu, yönte m ve araçlarını bilen donanımlı bir topluluk henüz oluşmamıştı.

İhtiyaç ve zaruret

Modern devlet ve toplumlar bugün daha iyi anlaşılan bir yanılgıya düşmüşlerdir. Toplumlar modernleştikçe dinin toplumsal etkisini kaybedeceği, birey ve gruplar üzerindeki etkisini yitireceği beklentisi vardı. Bu, Batı Avrupa ülkeleri için geçerli olabilirdi. Ancak Batı dışı toplumlar söz konusu olduğunda, modernleşme süreçlerinin, dinin ne sosyal ve kültürel alanda ne de gündelik hayattaki etkisini ortadan kaldırmamıştır. Avrupa/Batı merkezli yaklaşım, sosyolojik bir gözlem hatasına neden olmuş ve dinin modern toplumlardaki öneminin ihmal edilmesine neden olmuştur.

Yukarıdaki varsayım ve beklenti üzerine kurulan siyaset ise, kendisinden beklenen taleplerin karşılanmasında yeterince başarılı olamamıştır. Bu pencereden bakıldığında, Almanya’daki Türklerin dini ve manevi ihtiyaçlarının da yerel ve ulusal otoritelerce yeterince anlaşılamadığını söylemek mümkündür. Almanya’daki Türkler için dinin hem kültürel kimlik kaynağı hem gündelik hayatın önemli unsurlarından biri olduğunu kavrama güçlüğü, söz konusu talep ve beklentilerin tatmin edici biçimde karşılanamamasının ana kaynakları arasında yer almaktadır. Eğer Almanya’daki Türk toplumunun dini ihtiyaçlarına yönelik politikalar etkili olsaydı (tabi böyle politikalar izlendiyse) bugün karşılaştığımız ve tartıştığımız sorunların çoğu çözülmüş olacaktı.

Almanya’da devlet, Türklerin dini aidiyet ve ihtiyaçları çerçevesinde bir program geliştirmeyince, topluluk kendi ihtiyaçlarını karşılama yolunu seçmiştir. Din işlerinin, bir inanç topluluğunun kendisine bırakılması kuşkusuz Almanya’daki din-devlet ilişkileri ve laiklik anlayışı ile de ilintilidir. Devlet, din ve inanç gruplarının kendi kendilerine organize olmalarını, kendi kurumlarını kendilerinin oluşturmalarını ve finansal desteği kendilerinin sağlamalarını tercih eden bir yapıyı daha demokratik ve laik bulmuş görünmektedir.

Diyanetin fonksiyonu

Bu nedenle Almanya’daki Türkler de sahip oldukları kaynaklar elverdikçe kendi ihtiyaçlarını gidermek için dernek, vakıf, kurs, cami ve eğitim kurumları oluşturma çabasına girmişler, sorunlarını çözemedikleri noktada zaman zaman Türk devletine ve Türkiye’deki dini gruplara müracaat ederek yardım alma girişiminde bulunmuşlardır.

Bu yazıda Almanya’daki Türklerin, söz konusu alanlardaki ihtiyaçların giderilmesi konusunda Diyanet ve ilahiyat fakültelerinin girişimlerini gözden geçireceğiz. Almanya’daki Türkler açısından, devletten din konusunda yardım, rehberlik, insan gücü ve finansal kaynak beklemek sorunlu bir duruş değildir çünkü Türkiye’deki din-devlet ilişkileri ve laiklik anlayışı bu yaklaşımı beslemektedir. Bunun bir sonucu ve ürünü olarak Diyanet, Almanya’daki Türk topluluğun dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir dizi faaliyet yürütmektedir. Diyanet’in yürüttüğü faaliyetler bir devlet organı olması nedeniyle eleştiri konusu yapılmaktadır.

Dini eğitmen gerekiyor

Ancak bu eleştiriler, Almanya’daki Türklerin imam, din bilgisi dersi öğretmeni ve manevi danışman gibi ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı sorularına cevap vermemektedir. Almanya’da 2300’den fazla cami ve mescit var, denmektedir. Bu camilerin imamsız kalması mümkün olmayacağı gibi, cemaatin her halükarda bir imam tayin edeceği kuşkusuz. Ayrıca İslam din dersi uygulamalarında din bilgisi öğretmenlerine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçlar nereden ve hangi kurumlardan karşılanacaktır?

Almanya dahil, Avrupa ülkeleri Müslüman toplulukların da kabul edebileceği meşruiyeti haiz imam, vaiz, eğitmen, manevi danışman vb yetiştirerek fakülte, enstitü ve merkezler kurmamıştır. Türkiye özel örneğinde de olduğu gibi iki ülke (Türkiye-Almanya) arasında ortak olarak kurulmuş bir kurum veya başlatılmış bir program da henüz görünmemektedir. Ama ihtiyaçlar da gün geçtikçe büyümektedir.

Avrupa farkında değil

Almanya’da Protestan ve Katolik olmak üzere toplam kırk ilahiyat fakültesi bulunmaktadır. Bu noktada Almanya’da niçin bir İslam ilahiyatı fakültesi kurulmadı veya kurulamadı sorusunu sormak yerinde olacaktır. Yukarıda işaret edilen ihtiyaçları karşılayacak insan kaynaklarını yetiştirecek bir fakülte veya programın kurulamayışının nedeni siyasi mi, hukuki mi, bir talebin veya yeterli bilgi birikiminin olmayışı mı, Müslüman toplulukların isteksizliği ve muhalefeti midir? Yoksa hepsinin etkisinden bahsedilebilir mi? Alman devletinin sözü edilen ihtiyaçları karşılayabilecek kurumsal bir girişimde bulunmayışı, Türkleri çözüm arayışı içinde geldikleri ülkeye, Türkiye’ye yöneltmiştir.

Ayrıca yıllardır Almanya’da etkinlikler sürdüren Diyanet de bu eksikliği görmüş ve din alanındaki temel insan kaynağı ihtiyacının karşılanmasına yönelik kurumsal oluşumların ve uzmanlık programlarının hayata geçirilmesi gerektiği fikrine ulaşmıştır. Türkiye, ilahiyat eğitimi alanında önemli bir deneyim kazandığı için, Diyanet, bu deneyimden yararlanarak Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli toplulukların dini ihtiyaçlarının yani imam, vaiz ve din dersi öğretmeni vb ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla, Uluslararası İlahiyat Programı başlatılması için girişimde bulunmuş ve

Yükseköğretim Kurulu kararıyla

Ankara Üniversitesi (2006/7) ve Marmara Üniversitesi (2007/8) İlahiyat Fakülteleri bünyelerinde iki program başlatılmıştır. Bu programlara sadece yurt dışındaki bir ülke vatandaşı olan Türkiye kökenli öğrenciler kabul edilmekte olup Türkçe eğitim verilmekte, bazı dersler ise batı dillerinde yürütülmeye çalışılmaktadır. Bu yıl itibariyle her iki üniversitede Uluslararası İlahiyat Programı’na kayıtlı öğrenci sayısı toplam 140 olup bunların yüzde 60’ı kız, yüzde 40’ise erkek öğrencidir.

Uluslararası İlahiyat Program’ını bitiren öğrenciler, ülkelerine döndüklerinde din hizmetlerinin Almanca verilmesinde önemli roller üstlenebilecektir. Mezunlar, sadece Türk toplumuna değil, diğer etnik gruplardan müteşekkil Müslüman gruplara da benzer hizmetleri Almanca sunacaklardır.

Dolayısıyla hizmet ve istihdam alanları sadece Türklerle sınırlı kalmayacaktır. Bu nedenle, söz konusu programların güçlendirilmesi yararlı olacaktır. Türkiye-Almanya arasındaki ilişkilerin gelişmesine, İslam konusunda daha yapıcı görüş ve bilgi alışverişine katkıda bulunabilecek bu programların, iki ülke arasında öğrenci ve öğretim üyesi değişimi programları ile zenginleştirilmesi, Almanya’daki Türk ve diğer Müslümanların ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak, müfredat programlarında gerektiğinde değişiklik yapılması düşünülebilir.

Rasyonel müzakereler, yapısal değişim ve hukuki düzenlemelere ilişkin siyasi kararlılık sorunların çözümü için yeni açılımlar üretecektir. Bu bağlamda Türk ve Alman hükümetleri arasında varılan bir mutabakat gereğince, Türkiye’de kuruluş çalışmaları son aşamaya gelen Türk-Alman Üniversitesi bünyesinde, her iki tarafta güven duygusunu güçlendirebilecek Almanca eğitim veren bir ilahiyat fakültesi kurulması üzerinde düşünülmelidir.

Açık Görüş – 9 Ağustos 2009 Pazar

Etiketler: