Mardin'de terör örgütü PKK mensuplarına yönelik operasyonların sürdüğü Nusaybin'de teröristlerin ateşe verdiği Misak-ı Mili Ortaokulu, büyük oranda zarar gördü. Okulun yaklaşık 300 metre ilerisinde operasyonlar devam etti. ( Stringer - Anadolu Ajansı )

Terörle Mücadelede Yeni Arayışlar

Terörün kaynakları üzerine yapılmış önemli çalışmaların hiçbiri Türkçeye çevrilmiş değil. Terör üzerine enstitüler ve araştırma merkezlerimiz zaten yok. Terörün verisini tutan bağımsız bir kurumumuz yok.

Hemen her terör olayından sonra gündeme geliyor “Terörle nasıl mücadele edilmeli?” sorusu. Sonra her kafadan bir ses çıkıyor. Kimisi terörle mücadelenin teröristle mücadele demek olmadığı fikrine dayanıyor. Kimisi terörle mücadelede özgürlük alanının daraltılmaması gerektiğini savunuyor. Kimisi sınır ötesi operasyon öneriyor. Kimisi uluslararası aktörlere dikkat çekiyor.

Bütün bunlara rağmen, konuyla ilgili kapsamlı bir cevabımızın olduğunu söylemek zor. Herkes genelde birbirinden duyduğu ve araştırmak ihtiyacı bile hissetmediği ezberleri konuşmaya devam ediyor. Nasıl olsa kimsenin ne dediğinin hesabı ve kaydı tutulmuyor.

Konuyla ilgili herkesin bir fikri olsa da çok az kişinin bilgisi var. Bu nedenle de sistematik ve bütüncül terörle mücadele planları bulmak çok zor. Rakip fikirler bütüncül bir şekilde ifade edilmiş ve bunların arasında yarışmacı bir tartışma kurulabilmiş değil. Bunun yerine kendi kendini doğrulayan kehanetler üzerinden konuşuyoruz. Mesela bir gazete yazısında “Türkiye’nin Kandil’i kontrolde tutması mümkün değil” iddiası dillendiriliyor. Sonra bu fikir televizyonlarda seslendiriliyor. Bu fikri çok beğenen Genelkurmay Başkanı “Kandil’i elde tutmak imkânsız” diye bir açıklama yapıveriyor. En sonunda gazetede Genelkurmay Başkanı kaynak gösteriliyor. Hâlbuki kendisi bu fikrin kaynağı değil sadece bir tekrarlayıcısıydı.  Bu sadece siyasete, bürokrasiye, medyaya ve sivil topluma mal edilebilecek bir konu değil. Toplumun tüm gruplarını eşit derecede ilgilendiren hayati bir konu olarak 40 yıla yakın bir süredir terör diye bir gündemimiz var ve maalesef toplum olarak bu hayati meselemize çözüm üretmiyoruz, üretemiyoruz. Çünkü konuyu çoğunlukla gündelik kavganın içinde kapsamlı araştırmalara tabi tutmadan geçiştiriyoruz. Hâlbuki bütünlüklü bir terörle mücadele zihniyetinin kurgulanması için öncelikle bütünlüklü çalışmalara ihtiyaç var. Terörün asıl itibariyle neden doğduğunu ve ne anlam ifade ettiğini anlamlandırabilecek bilgiden yoksunuz. Çünkü terör sorunumuzu akademik olarak bile çalışmamışız.

SADECE 27 TEZ HAZIRLANMIŞ

Birkaç örnek verelim. 33 yıldır terörle açık savaş yürüten ülkemizde, başlığında terör ifadesi geçen yalnızca 27 doktora tezi hazırlanmış. Gidip bakabilirsiniz. YÖK’ün tez tarama sayfasına terör kelimesini yazın. Karşınıza gelecek doktora çalışmalarının hem sayısına hem de kalitesine şöyle bir göz atın. Bu bahsi geçen çalışmaların büyük bir kısmı da Türkiye’nin terör sorununa dokunmak dahi istemeyen çalışmalar. Çoğunlukla terörün nasıl olduğuna ve ne tür sonuçlar meydana getirdiğine dair bilgi üretiminden uzak normatif veya betimleyici çalışmalar. Terörün nedenlerine ve kökenlerine dair bir tane bile esaslı çalışma bulamazsınız.

Hâlbuki “Neden?” sorusu doktora tezi gibi akademik çalışmaların en önemli sorusudur. Terör de Türkiye’nin en önemli sorunu… Fakat bu ikisini hiç birleştirme ihtiyacı duymamışız. Konuyla ilgili kitap da yazmamışız. Uluslararası makaleler de çıkarmamışız. Hadi biz yazmadık, yazanları da okumamışız, okutmamışız. Terörün kaynakları üzerine yapılmış önemli çalışmaların hiçbiri Türkçeye çevrilmiş değil. Terör üzerine enstitüler ve araştırma merkezlerimiz zaten yok. Çok daha acısı terörün verisini (sayısını) tutan bağımsız bir kurumumuz yok. Konunun kökenleriyle aslında hiç ilgilenmediğimize dair daha birçok örnek bulunabilir.

Bu açıdan bakınca terörle ilgili en az bilgi üretmiş olan toplum grubunun akademi olduğunu söyleyebiliriz. Devlet gibi ağır işleyen bir mekanizma bile bu konuda akademiden daha fazla araştırmacı bir eğilim göstermiş. Örneğin 90’lı yıllardaki güvenlikçi mücadelenin işe yaramaz olduğu iddia edildiği için devlet 2000’li yıllarda özgürlükçü bir mücadele biçimi benimsedi. Sonrasında bunun da çare olmadığı ortaya çıkınca, yöntem tekrar değiştirildi. Tüm bu süre zarfında akademik olarak ne üretildiğini sorarsanız koca bir hiç demek mümkün.

Türkiye’ye yönelik terörün artık belli siyasal hedeflere yönelik yapıldığını bile söylemek imkânsız. PKK terörünün Kürtlere, DAEŞ terörünün Müslümanlara yarar sağlamadığı gün kadar aşikâr. Suriye’de semirme imkânı bulan tüm terör örgütleri kimlikleri, çıkarları, hedefleri her ne olursa olsun, kendilerine buldukları terörizm için uygun ortamı sonuna kadar kullanacaktır. Bu koşulların farkında ve bunlara cevap olabilecek terörle mücadele stratejilerine ihtiyacımız var. Bütünlüklü bir terörle mücadele stratejisi için öncelikle bütünlüklü bir savunma stratejisine ve iyi bir savunma stratejisi için de iyi bir güvenlik stratejisine ihtiyacımız var. Bütün bu katmanlar arasında pürüzsüz ilişkilerin inşa edilmesi ve siyasal otoriteden çıkan kararların devletin en alt kademelerine yani kılcal damarlarına kadar sorunsuzca ulaşması gerekiyor. Bütün bu tutarlılığı oluşturmak için de öncelikle terörün kaynağına dair başarılı açıklamalar üretmek gerekecek. Terörün kaynağını doğru tespit edemezseniz, müdahaleyi nereye yapacağınızı da bilemezsiniz.

DEVLET OTORİTESİNİ GÜÇLENDİRMEK

Türkiye’ye yönelik terörün biri içeride diğeri dışarıda iki kaynağı olduğu her yeni olayla tekrar tekrar ortaya çıkıyor. Suriye’de “terörizm için bir güvenli bölge haline dönüşen iç savaş” sürdükçe Suriye en yakın komşusuna terör ihraç etmeye devam edecektir. Türkiye’de son 15 yıllık toplumsal dinamizm ve dönüşümün yarattığı toplumsal fay hatları da terör örgütleri için oldukça elverişli bir alan oluşturuyor. Her ikisi de asıl itibariyle siyasal düzlemde teröre açık alanların kapatılmasını yani devlet otoritesinin güçlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Belki Suriye’de iç savaşı sonlandırmak tek başına Türkiye’nin elinde değil, ama kendi içerisinde kamu güvenliğini sağlayacak tedbirlere hız vermek büyük oranda kendi elindedir. Bu nedenle ortaya konulacak yeni stratejinin terörle mücadelede alan savunması olarak değiştirilmesi gerekecektir. Alan savunması demek devletin sahaya hâkim olduğunu göstermek demektir. Özellikle son dönemde intihar eylemelerine dayalı şehir saldırıları da göz önünde bulundurulursa mücadelenin adam adama savunma ile gerçekleştirilebilmesinin zorluğu daha açık bir biçimde görülecektir.

YALNIZ BIRAK VE HUZURSUZ ET

Suriye boyutunda ise Türkiye’nin kesinlikle bir çözüme ihtiyacı var. Ama bunun gerçekleşmemesi durumundaysa kendisine başka yollar üretmek zorunda. Bu nedenle Türkiye’nin PYD’yi yalnızlaştırabilmek için elinden geleni yapması ve Suriye’nin kuzeyindeki bu oluşumu ortadan kaldıramıyorsa bile sürekli huzursuz etmesi gerekecektir. Suriye’deki gibi uluslararası terör söz konusu olduğunda yeni eğilim tam da budur. Amerika bugün uluslararası terörle kendisi mücadele etmek yerine farklı terör örgülerinin birbiri ile mücadele etmesini sağlayacak yöntemleri devreye soktu. 11 Eylül saldırıları ilk gerçekleştiğinde Amerika’nın ulusal güvenlik planlamasına uygun olarak mesele bir devletlerarası meseleymiş gibi ele alınıyordu. El-Kaide saldırısının sorumlusu olarak Taliban hükümeti tarafından yönetilen Afganistan’a konvansiyonel bir savaş başlatıldı. Fakat bu strateji Soğuk Savaş’taki klasik caydırıcılık mantığına dayanıyordu. Soğuk Savaş yöntemlerinin uygun olmadığı fikri ortaya çıkınca, bu kez “önleyici saldırı” yöntemi devreye sokulmuştur. Otoriter ve kırılgan rejimlere müdahale etmenin o rejimleri çökerterek yerine terör üretmeyecek sağlam ve ılımlı rejimler üreteceği düşünüldü. Bu çerçevede 2003 Irak Savaşı gerçekleştirildi. Savaşın beklenen sonucu vermediği, Irak’ın ve benzeri ülkelerin kısa sürede liberal demokrasiye dönüştürülemeyeceği görülünce de yeni bir stratejik tercih yapıldı. Bu kez terörünün hedefini saptırmaya yönelik bir strateji olan kenardan seyretme yöntemine geçildi. Irak ve Suriye gibi terör cennetleri bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaratıldı. Dünyanın dört bir tarafından buralara toplanan cihatçı grupların birbirini boğazlamasına pasif destek verildi. Bugün Suriye’de Hizbullah ve Sünni gruplar Amerika ile değil birbiriyle savaşır hale geldi. Türkiye’nin de Suriye konusunda bu tür bir yönteme ihtiyacı olduğu gün geçtikçe daha çok kendini hissettiriyor.

Bizde maalesef terörle mücadele meselesi uzun süre anlamsız bir şekilde özgürlük-güvenlik paradoksu çerçevesinde tartışıldı. PKK’nın “Kürtlere daha fazla özgürlük” talep ettiği fikri fiilen kabul edildi ve özgürlük genişletildikçe güvenliğin artırılacağı fikri yaygınlık kazandı. Hâlbuki dünyada terörle mücadele adına yapılan planlara bakıldığında böylesi kabullenmeler bulamazsınız. Asıl olan bu asimetrik savaşın nasıl yürütüleceği meselesidir. Terör örgütünün taleplerine odaklanmak yerine onu etkisiz hale getirecek yöntemlere odaklanmak gerekecektir. Terör örgütünün hedeflerini konuşmak yerine artık terörle mücadelenin yöntemlerini acilen konuşmak ve tartışmak durumundayız.

[Star Açık Görüş, 20 Mart 2016]

Etiketler: