Tek Yol Demokratik Açılım

PKK, açılım sürecinin başlangıcından itibaren, devletin doğrudan topluma yönelerek barışma çabasından rahatsız olmuştur.

Son günlerde, PKK’nın ardı ardına gerçekleştirdiği saldırılarla Türkiye yeni bir terör ve şiddet sarmalına girdi. Böylece, yaklaşık bir yıl önce büyük beklentilerle başlatılan Kürt sorununu ve PKK’yı makul bir çözüme kavuşturma sürecinde umutlar şiddet döngüsüne hapsoldu. Artan terör olaylarının tek bir nedeni var: Öcalan’ın ve PKK’nın Kürt meselesinin çözümünde ve silahsızlanmada kendisini aktör olarak dayatma hedefi. Bu hedefin Türkiye’nin iç ve dış politikadaki konumundan ne kadar cesaret aldığı, ülke içindeki ve dışındaki kimi aktörlerin PKK’nın bu kararında ne ölçüde belirleyici ya da etkili olduğu elbette konuşulabilir. Ancak, artan terör olaylarının en önemli sebebinin PKK’nın hem Kürtler hem de devlet nezdinde aktörlüğünü dayatma isteği olduğu açıktır. AK Parti’nin, yalnız bırakılmasının da etkisiyle, açılım sürecini beklendiği ölçüde iyi yönetemeyerek öngördüğü hedefe ulaşamaması, muhalif partilere yapılan operasyonlarla iç siyasette zorlanması ve dış politikada küresel güçlerle ihtilafa düşmesi, PKK’ya terörü azdırarak AK Parti’yi sıkıştırmak konusunda bir koz vermiş gözüküyor. PKK, iç ve dış siyasette sıkıştığını düşündüğü AK Parti’yi terör silahıyla zorlamanın ve kendi isteklerini bu şekilde dayatmanın hesabını yapmaktadır. Bu çerçevede, artan terör olaylarını dışarıyla ilişkilendirip taşeronluk tartışmasını başlatmadan önce PKK’nın stratejisini deşifre etmek daha doğru olacaktır.

PKK’nın varoluşsal kaygıları

PKK, açılım sürecinin başlangıcından itibaren, devletin doğrudan topluma yönelerek barışma çabasından rahatsız olmuştur. Bu nedenle, devletin Kürtlerle sorunlarını çözmesinin kendi dolayımıyla gerçekleşmesi için bastırmış ve devlet buna sıcak bakmayınca da süreci sabote etmeye başlamıştır. Sürecin ilk günlerinden itibaren, PKK’nın en fazla telaffuz ettiği kelimelerin, aktörlük, muhataplık, tasfiye, vb. kelimeler olması, açılımın bizatihi kendisinin, 25 yıldır süren güvenlik tedbirlerinden daha fazla PKK’yı rahatsız ettiğinin en önemli göstergesidir. PKK, varlığına gerekçe kıldığı demokratikleşme sorunlarının çözülmesinin varlık sebebini ortadan kaldıracağını görmekte ve buna reaksiyon göstermektedir. Bu durum, toplumla barışmayı sağlayacak enstrümanları yadsıyarak sadece güvenlik perspektifiyle yıllardır sürdürülen mücadelenin PKK’yı zayıflatmaktan öte güçlendirdiği teşhisinin ne kadar doğru olduğunu gösterdiği gibi, demokratik açılım perspektifi ve sürecinin de ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, bugün PKK’nın yeni bir şiddet ve terör dalgasına karar vermiş olması, açılım sürecinin doğrudan kendi varlığını tehdit ediyor olduğunu düşünüyor olmasıyla ilişkilidir. Bu hamleye verilecek cevap, PKK’nın varoluşsal kaygılara düşmesini sağlayan açılım sürecini daha kararlı bir şekilde sürdürmektir. Böyle bir durumda yapılacak en kötü şey, OHAL’le cisimleşen güvenlikçi paradigmaya geri dönmektir. OHAL, öngördüğü politikalarla toplumun devlete aidiyetini zedelediği ölçüde, zayıflatmayı öngördüğü PKK’yı güçlendirmiş ve yadsınamayacak bir toplumsal destek sahibi kılmıştır. Bu nedenle, özellikle bu süreçte, siyasi aklın denetimine alınmamış bir güvenlik paradigmasından uzak durmakta fayda vardır.

Terör barış umudunu hedef alıyor

Esasında, artan terör olaylarının her zamankinden fazla farkındalık oluşturmasının esas nedeni, demokratik açılım sürecinin topluma umut aşılamış olmasıdır. Demokratik açılım, siyasi aktörlerin muhalefetine rağmen, toplumda terörün sona ereceğine dair büyük bir umut oluşturduğu için, bugün terör olayları her zamankinden daha fazla toplumsal travmaya yol açmaktadır. Dolayısıyla bugün üzerinde düşünmemiz gereken konu, demokratik açılımın ne anlam ifade ettiği, açılım sürecinin kendisinden bekleneni neden veremediği ve bundan sonra ne yapılması gerektiğidir. Demokratik açılım, Cumhuriyetin ulus-devlet formatı ve laiklik-milliyetçilik ilkeleriyle yapılandırdığı toplum-devlet ilişkilerini yeni baştan kurgulamayı, yeni bir aidiyet formu inşa etmeyi, yeni bir vatandaşlık anlayışını yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Sadece Kürt sorununu değil, Alevi, Roman ve gayr-i Müslim vatandaşlarımızın sorunlarını da çözüme kavuşturmayı, sadece kimlik problemlerini değil, demokrasinin derinleşmesine yönelik kurumsal düzenlemeleri, dış politika açılımlarını ve anayasa değişikliklerini de içermektedir. Bu çerçevede, demokratik açılım, siyasetin sorun çözme kapasitesi, iradesi ve kararlılığının bir sonucudur. Sorunları kriminalize edip güvenlik perspektifi ve bürokrasisine devreden zihniyetin sonunu ifade etmektedir.

Devlet iradesi gerekli

Demokratik açılım, her şeyden önce, bir zihniyet değişikliği, bir niyet beyanıdır. AK Parti’nin ve ikna ettiği kesimlerin, küresel ve ulusal dinamikleri hesaba katan, “yeni bir Türkiye” inşa etme niyetini ifade etmektedir. Bu niyet beyanının eylem planına dönüşmesi ve bir yol haritası olarak kurgulanması için “hükümet” iradesini aşıp “devlet” iradesine dönüşmesi, kurumsal ve siyasi mutabakata dönüşmesi gerekir. MGK bildirilerinde demokratik açılıma verilen destek, devletin AK Parti’nin vizyonunu paylaştığına dair bir izlenim verse de, TBMM’deki siyasi partilerin, kamu bürokrasisinin ve muhtelif siyasi aktörlerin gereken desteği vermemesi, AK Parti’nin tek başına kalmasına yol açmıştır. Başlarda, AK Parti toplumun çözüm umuduna ve uluslararası koşulların uygunluğuna yaslanarak, tek başına da bu süreci götürme kararlılığı göstermiştir. Ancak, yanlış ve geç adımlar dolayısıyla kamuoyu desteğinin de düştüğü fark edilince, iyi yönetildiğinde artıya dönüşebilecek olan bu yalnızlık hali, AK Parti açısından ciddi bir riske dönüşmüştür. AK Parti, sürece inancını ve angajmanını sürdürse de radikal kararlar alma cesaretini yitirmiştir. Siyasi partiler, yüksek yargı ve güvenlik bürokrasisinin bazı unsurları açılıma direnç gösterdikçe, AK Parti’nin hareket esnekliği daralmış ve demokratik açılım, teşebbüs boyutu eylem boyutundan önde duran bir süreç olarak kalmıştır.

Siyasi partiler, MHP ve CHP, demokratik açılımın ve açılımın en önemli dosyası olan Kürt sorununun siyaset-üstü bir mesele olduğunu görmezden gelerek, iç-siyasi hesaplarla hareket etmeyi tercih etmişler ve popülist oy kaygılarıyla topluma korku salmışlardır. BDP, açılım sürecini PKK’nın muhataplığına indirgerken, aktörlük mücadelesi uğruna süreci sabote etmekten geri durmamıştır. Güvenlik bürokrasisi, demokratik açılımın öngördüğü vizyonun dışında hareket ederek, yaptığı operasyonlarda bir siyasal akılla hareket etmeyerek süreci baltalamıştır. KCK operasyonları bunun en güzel örneğidir. Yargı bürokrasisi, açılım sürecinin öngördüğü yasal düzenlemeleri ve uygulamaları reddetmiş veya tersine çevirmiştir. Nihayetinde, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve AK Parti’nin ikinci iktidar döneminin başlangıcından bu yana, bütün siyasal meselelerde olan şey bir daha olmuş ve son 3 yıldır şiddetlenerek devam eden sivil siyaset ile bürokratik direnç arasındaki iktidar mücadelesi, açılım meselesini de içine almış ve iktidar mücadelesinin tarafları, açılım üzerinden yeniden mevzilenmişlerdir. AK Parti’nin öncülük ettiği her türlü inisiyatif, iktidar mücadelesinin bir unsuruna dönüştürülmüş ve ülkenin selameti pahasına AK Parti’yi başarısız kılma güdüsü hakim olmuştur. Siyasal denklemde, açılımın geleceği ile iktidar partisinin geleceği aynı kefeye konulmuş ve birikmiş hesaplar, açılım üzerinden görülmeye başlanmıştır.

Zaman içerisinde farklı boyutlar kazanmış, farklı dinamiklerle beslenmiş, toplumun farklı kesimlerinde birbirine zıt hassasiyetlere yol açmış bir sorunlar yumağını kolaylıkla çözmek mümkün değildir. Soruna ve çözüme etki edecek aktörlerin sorunun tarifinde de çözümün yönteminde de görüş birliğine varması da aynı derecede imkânsızdır. Bir yandan mevcut siyasi aktörlerin yönelimleri ve öncelikleri, öte yandan PKK’nın açılım sürecinden duyduğu korku hesaba katıldığında, açılım sürecinin sancısız işlemeyeceği açıktır. Bütün bu zorluklar, sorunun zaman zaman şiddetlenmesine, çözüm umutlarının tükenmesine yol açacaktır. Nitekim Taha Özhan ile beraber yazdığımız “Kürt Meselesi” (SETA Analiz, Kasım 2008) analizinde, çözüm sürecini kemoterapi tedavisine benzetmiş ve “Türkiye Kürt sorununda ve terörle mücadelede adım attıkça, kısa vadede sorun kötüleşecek, ancak orta ve uzun vadede iyileşecektir. Kemoterapiyi andıran bu tedavi yöntemine hazırlıklı olunmalıdır.” demiştik. Bugün yaşananlar tam da budur. Terör ve şiddetin artmasını, açılım sürecini geri almaktan öte, hızlandırmanın bahanesine dönüştürmek gerekir.

AK Parti statükocu olamaz

Unutmamak gerekir ki, demokratik açılım, bir tercih değil, zorunluluktur. Nasıl bir Türkiye devleti ve toplumu sorusuna verilmiş bir cevap olma özelliği taşımaktadır. Bugün henüz siyasi aktörlerin büyükçe bir kısmı bu noktaya gelmemişse de, Türkiye’nin önündeki tek seçenek budur. Kürt meselesi, Türkiye’nin büyük devlet olma testine dönüşmüş vaziyettedir. Türkiye’nin Kürt meselesini ne zaman, ne ölçüde ve hangi enstrümanlarla çözeceği, nasıl bir ülke olacağını da belirleyecektir. Bu çerçevede, Kürt meselesi sadece Kürt meselesi değildir. Kürt meselesi, Türkiye’nin nasıl bir devlet olacağının şifresidir. Demokratik standartları yükseltme, çetelerle mücadelede başarılı olma, bürokratik vesayete son verme, AB sürecinde yol alma, ekonomik ve siyasal istikrarı sürdürme, bölgesel kalkınmadaki eşitsizlikleri giderme, bölgesel bir aktör olma, vb. ülkenin gelecekteki yönelimleri ve hedefleri ile ilgili her dinamik doğrudan doğruya Kürt meselesiyle ilişkilidir. Kürt meselesinde yol almanın yegâne yolu ise siyaset kurumunun öncülüğünde açılım sürecinin kararlılıkla sürdürülmesidir.

Açılım sürecinin kendisinden bekleneni vermediği açıktır. AK Parti’nin büyük riskler alarak bu süreci başlatırken hedeflediği noktadan uzak olduğu, hedefine varamamasında kendisi dışındaki aktör ve koşullar kadar kendi yetersizliklerinin de etkili olduğu inkâr edilemez. Bugünden itibaren yapılması gereken, açılım sürecinin mutabakat zeminini genişletecek, eksikliği hissedilen eylem planını gerçekçi ve uygulanabilir bir çalışma ile hazırlayıp hayata geçirmektir. AK Parti, çözülemez görülen sorunları cesaretle çözmeye teşebbüs ettiği ve bu konuda yol aldığı için toplumdan destek görüyor. Bugün, PKK’nın son eylemleriyle içine düştüğümüz karamsarlığın bir boyutu şiddetin geri gelmesinden kaynaklanıyorsa da, asıl neden, AK Parti’nin açılım konusundaki kararlılık ve cesaretinin toplumda şüphe uyandırıyor olmasıdır. AK Parti, radikal ve cesur kararlar aldığı ölçüde, hem toplum kanın kesinkes duracağına dair umutla tekrar geleceğine güven duymaya başlayacak, hem de kısa vadeli şiddet sarmalı tahammül edilebilir bulunacaktır. Kamuoyunun AK Parti’den beklentisi, açılım sürecinin başındaki kararlılık ve cesaretle sorunun üzerine gidilmesi ve PKK’nın estirdiği şiddet dalgasına esir olunduğu algısının ortadan kaldırılmasıdır. AK Parti’den beklenen, demokratikleşmenin ölçüsü ve silahsızlanmanın yöntemleri konusunda net kararlar alması ve vakit geçirmeden uygulamaya sokmasıdır.

Açık Görüş – 27.06.2010

Etiketler: