Tarihin Dışında Kalmak

Türkiye Batılılaşması ceberrut bir proje olarak başladı ve öyle devam etti. Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında kendi tarihiyle kavgalı bir devlet, ciddi kimlik problemlerinin, eşitsizliklerin ortaya çıkmasına vesile oldu.

Modern Batı muhayyilesinin en önemli vasıflarından biri düaliteleri merkeze alması, ikili karşıtlıklar üzerinden muhakeme yürütmesidir.

Dış dünya modern-geleneksel, ileri-geri, dini-dünyevi vb. ikili karşıtlıklar üzerinden yorumlanır. Bu düaliteler dünyanın Batılılaşması sürecine de yön verir. Bir başka deyişle, “geleneksellikten, gerilikten ve dinsellikten“ kurtulmak, “modern, ileri ve seküler” bir ortama kavuşmak temel amaçtır.

Bu süreç, mekanik bir süreçtir. En azından öyle olduğu varsayılır. O yüzden “doğa yasaları”na başvurarak, bir mühendislik çabasıyla arzu edilen doğrultuya yönlendirilebileceği düşünülür.

Buradaki teoriyi bozan başlıca gerçeklik ise “tarih”, bir başka deyişle “tarihin akışı”dır. Tarihin akışı, çok daha karmaşık ilişki ve örüntüleri bünyesinde barındırır.

Sömürgecilik teknolojisiyle kendisini inşa eden modern Batılı özne, bu karmaşadan kendisini bir türlü kurtaramadı. Uluslararası bölüşüm ilişkilerini düzenleme çabası, hep yeni sorunları beraberinde getirdi.

Ağır silahlar, ekonomik yaptırımlar sorunu çözememiş, sadece dünya toplumlarının ödeyeceği maliyeti ağırlaştırdı. Savaşlar, katliamlar insanlık tarihinin görmediği oranda yıkıcı sonuçlar üretti. On dokuzuncu yüzyılın Batılı hakimiyet ideolojisi, dünya toplumlarını “tarihli” ve “tarihsiz” toplumlar olarak ayırdı, “tarihsiz” olarak gördüğü toplumları kolaylıkla biçimlendirebileceğini varsaydı.

Onların ilkel bir toplumsal formasyona sahip olduğuna inandı, yukarıdan aşağıya doğru istenildiği gibi şekillendirilebileceği düşünüldü.

Her ne kadar M. Mauss, G. Bataille gibi aklı başında Batılı düşünürler “ilkel” ve “tarihsiz” olarak görülen toplumların da son derece karmaşık bir toplumsal formasyoları olduğunu göstermişlerse de, ana akım Batı muhayyilesinde “tarihsiz toplum” miti canlılığını korumayı başardı.

***

Ana akım modern Batı muhayyilesinde tarihin de medeniyetin de sahibi Batı’dır. Peki ya kolaylıkla “tarihsiz” olarak nitelenemeyecek olan, güçlü bir geçmişe sahip “Doğulu toplumlar” nasıl değerlendirildi?

Türkiye, Mısır ve İran gibi sömürgeleşmemiş toplumlar mesela.

Bu toplumlar, oldukça çelişkili bir tarzda ele alınmışlardır. Bir yandan zaten “tarih dışı” oldukları varsayılmış, diğer yandan kendi doğal tarihsel akışları engellenmeye çalışılmıştır. Bu toplumlar, benzer bir kaderi paylaşmıştır.

Sömürgeci Batılı öznenin zaman zaman teşviki zaman zaman zorlamasıyla yürürlüğe konan Batılılaşma politikaları bu toplumları “tarihin dışı”na itmeye çalışmıştır.

Hiç kuşkusuz Batılılaşma politikaları bu toplumlarda ciddi tahribatlar yarattı. Ne var ki, söz konusu politikaların bu toplumları tarihin dışına çıkarmayı başardığını da söyleyemeyiz.

Türkiye, İran ve Mısır gibi toplumların yaşadığı Batılılaşma tecrübeleri melez toplumsal gerçekliklerle yoğrulmuş yeni tarihsel akışları beraberinde getirdi. Tarih, akmaya devam etti.

Bugün Türkiye siyasal gerçekliğine ilişkin dile getirdiğimiz temel meselelerin bu tarihsel akışın dışına çıkarılma çabalarıyla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum.

Türkiye Batılılaşması ceberrut bir proje olarak başladı ve öyle devam etti. Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında kendi tarihiyle kavgalı bir devlet, ciddi kimlik problemlerinin, eşitsizliklerin ortaya çıkmasına vesile oldu.

Bu anlamda, Türkiye’nin tarihiyle barışması meselesi ne hamasi, ne kozmetik bir meseledir. Öze müteallik, ontolojik bir meseledir.

Modern Batılı öznenin Türkiye’yi kendi tarihsel akışının dışına çıkarma çabası stratejik bir projedir.

Ve fakat Türkiye’deki siyasi aktörlerin tarihin dışında kalma ısrarı ahmaklıktan öte bir şey değildir. Tarihin dışında kalmanın somut karşılıkları ile ilgili yazacağım.

Bir mani olmazsa Kürtçü Kemalistlerle başlayacağım…

[Akşam, 02 Ekim 2014]

 

Etiketler: