Suriye’ye Müdahale Çözüm için mi?

Suriye iç savaşında son dönemde yaşananlar ve rejimin sivillere yönelik saldırıları ciddi tepkilere neden olmaktadır

Babası Hafız Esed’in saldırı yöntemlerine başvuran Beşar Esed yönetimi sivil halka yönelik katliam olarak nitelendirilebilecek saldırılar gerçekleştirmektedir. 1982’de Hama’da yaşanan katliamda kimyasal madde kullanarak sivil halkı hedef alan Şam yönetiminin bugün de benzer taktikler kullanması dünya çapında tepkiyle karşılanmaktadır.

Bu noktada Suriye’de geçtiğimiz hafta içerisinde yaşanan saldırı, 2011’de başlayan iç savaşın en yaralayıcı görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Esed rejimine ait savaş uçaklarının ülkenin kuzeyindeki İdlib’e bağlı Han Şeyhun’da gerçekleştirdikleri saldırı sonucunda aralarında çok sayıda çocuğun bulunduğu yüzden fazla sivilin hayatını kaybetmesi savaşın acımasız yüzünü bir kez daha göstermiştir. Saldırının dikkat çeken bir diğer noktası ise ABD yönetiminin Esed rejimine yönelik “kimyasal silah kullanımı” iddialarına öncekilerden farklı tutum almasıdır. Washington, Esed rejiminin bombardımanda kimyasal silah kullanmasını bir “savaş suçu” olarak tanımlamıştır.

Esed yönetimine yönelik bu yönde iddialar kimyasal silah kullanımı ile de sınırlı değildir. 2011’den bu yana devam eden savaş boyunca Esed yönetimi sivil halkın “sistematik olarak açlığa mahkum edilmesi” stratejisini izlemek ve hastaneleri ve sivil savunma kuruluşlarını hedef almakla da suçlanmıştır. Bu uygulamalar uluslararası hukuka göre savaş suçu olarak kabul edilmektedir.

Esed yönetiminin uluslararası anlaşmalara aykırı hareket ederek savaş suçu işlediği yaygın bir kanaate dönüşmüştür. 1925’te imzalanan Cenevre Sözleşmesi’ne göre kimyasal silah kullanımını “savaş suçu” olarak tanımlanmakta ve ilgili hükümetlerin yargılanması öngörülmektedir. ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nda daha önceki dönemlerde kimyasal maddeler kullanılarak yapılan saldırılarda doğrudan Esed rejimini suçlamazken bu kez açık biçimde bu yönde tespitlerde bulunarak saldırılar karşısında daha ciddi ve sert bir tutum alacağını saldırının hemen sonrasında belli etmişti.

ESED’İN KİMYASAL SALDIRILARI

Esed rejimi 2011’de başlayan iç savaşta defalarca kimyasal silaha başvurmuştur. Özellikle 2013’te Khan Al-Assal ve Guta’da gerçekleştirilen saldırıları izleyen dönemde ülkenin farklı bölgelerinde muhaliflerin kontrolündeki yerleşim yerlerine kimyasal maddelerle saldırılar gerçekleştiren Esed rejimi birçok ülke tarafından savaş suçu işlemekle suçlanmıştır. Özellikle 2016 yılı boyunca ülke genelinde onlarca kez kimyasal maddeler kullanarak sivilleri hedef alan rejim, savaş hukukunu defalarca ihlal etmiştir.

Ancak özellikle Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetoları nedeniyle Esed rejiminin bu saldırılarından dolayı yargılanması mümkün olamamıştır. Han Şeyhun’da yaşanan son saldırı ise Şam rejiminin savaş suçu işlediğine dair iddiaların yeniden gündeme getirilmesine neden olmuştur.

Bu iddiaların ciddiyeti özellikle saldırıda hayatını kaybedenlerin Türkiye’de yapılan otopsileri ve yaralı olarak kurtulanların ifadeleri dikkate alındığında daha önemli bir boyut kazanmıştır. Rejimin, iddiaları reddetmesi ve Rusya’nın Şam’a desteğe devam etmesine rağmen uluslararası toplum, Esed yönetimine karşı harekete geçilmesi konusunda daha istekli hale gelmiştir. Gelinen noktada hem Esed rejimi hem de onun destekçileri olan Rusya ve İran üzerinde küresel baskı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bununla birlikte Moskova ve Tahran’ın Esed rejimini korumaya devam etmelerinin maliyeti ise giderek büyümektedir. İki ülkenin Suriye politikaları, Türkiye ile olan ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemektedir.

TÜRKİYE’DEN AÇIK MESAJ

Esed yönetimine karşı tutumuyla öne çıkan Ankara, Suriye’de yaşanan kimyasal saldırı karşısında da sessiz kalmamıştır. Esed rejimine tepkisini açık biçimde gösteren Ankara, ilk olarak Rusya ile temasa geçmiş ve Moskova’yı Esed konusunda uyarmıştır. Rusya’nın pozisyonunda değişiklik olmadığını farkeden Türkiye, ABD’nin Esed rejimine karşı sert açıklamalarına destek olarak Washington’a “hareket etme” çağrısında bulunmuştur.

Ankara’nın bu tutumunun arkasında öncelikle Rusya’nın Suriye konusunda güvenilemeyecek bir aktör olduğu kanaati yer almaktadır. Moskova’nın ne pahasına olursa olsun Esed rejiminin arkasında durması, Ankara’nın Suriye’ye dair politikaları açısından önemli bir engel oluşturmaktadır. Kuzey Suriye’de PYD koridorunun engellenmesi amacıyla gerçekleştirilen Fırat Kalkanı Operasyonu sürecinde Rusya ile koordineli biçimde hareket eden Ankara, Esed rejimine yönelik politikalarda ise Moskova’dan farklı bir çizgi benimsemektedir. Yine bu durum Ankara ile Moskova’nın kimi konularda farklı önceliklere sahip olduğu ve buna yönelik politikalar geliştirdiğini göstermektedir.

Bu noktada her ne kadar ABD’ye tam olarak güvenilemeyeceğinin bilincinde olsa da Ankara’nın elinde çok da fazla seçenek bulunmamaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin ortakları olan Körfez ülkelerinin Suriye’de Esed rejiminin sonlandırılması konusunda gerekli hassasiyeti göstermemesi, Ankara’nın uzun vadeli stratejiler geliştirmesini de engellemektedir. Bu nedenle Ankara, ABD gibi geleceğe yönelik stratejisi kestirilemeyen bir ülke ile işbirliği olanaklarını değerlendirmek durumunda kalabilmektedir.

REJİME YÖNELİK KÜRESEL TEPKİ

Klor gazı ile gerçekleştirilen saldırıda hayatını kaybeden çocuk ve sivillere ait görüntülerin medyada yer almasının ardından Esed rejimine yönelik ciddi anlamda küresel tepki gösterilmiştir. Başta ABD ve Türkiye olmak üzere birçok ülke saldırıları kınarken, uluslararası kamuoyu Esed rejiminin Suriye’de işlediği savaş suçlarından dolayı  yargılanması taleplerini daha yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır.

ABD’nin Esed yönetimine yönelik uluslararası müdahale talebi BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın veto kartı nedeniyle sonuçsuz kalırken, Washington bu noktada daha farklı seçenekleri masaya yatırdığının ve öncekilere kıyasla daha ciddi bir tutum alacağının sinyalini vermiş, nitekim Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece ilk kez rejime ait hedeflere yönelik saldırılar düzenlemiş ve Akdeniz’deki savaş gemilerinden atılan füzelerle Esed rejimi tarafından kullanılan Şayrat Hava Üssü vurulmuştur.

ABD’NİN SURİYE POLİTİKASI

ABD’de Donald Trump’ın Başkan olarak göreve gelmesinin ardından Washington’un Ortadoğu siyasetinde yeni bir yapılanmanın hayata geçirileceği muhtemel gözükmektedir. Her ne kadar daha çok içe yönelik politikaları ile gündeme gelse de Trump’ın Ortadoğu’da sahadaki denklemi değiştirmeyi hedefleyen adımlar atmak istediği söylenebilir. Özellikle son günlerde yaşanan gelişmeler ve Washington’un ilk kez Esed rejimine ait hava üssünü vurması Trump yönetiminin yeni bir stratejiyi gündemine aldığının önemli işaretlerini ortaya çıkarmıştır. Trump’ın saldırının ardından yaptığı “Müdahalemiz uluslararası güvenliğin korunması açısından zaruri hale gelmiştir” açıklaması, önümüzdeki dönemde ABD’nin Suriye’de daha aktif bir rol oynayabileceği şeklinde de yorumlanabilir.

Trump’ın İran’a yönelik daha şahin politikalar izleyebileceğinin işaretlerini vermesi de bu çerçevede düşünülebilir. Hem Suriye’deki iş savaşın uzamasında rol oynaması hem de İsrail açısından halen bir tehdit olarak görülmesi nedeniyle Washington’un Tahran’a yönelik politikalarında daha da sertleşebileceği öngörülebilir. Trump’ın bu yönde işaretler vermesine rağmen halen nasıl bir politika değişikliğine gideceğini kestirmek ise güç gözükmektedir.

Son olarak Suriye konusunda ABD’nin asıl anlaşması gereken ülkenin Rusya olduğu unutulmamalıdır. Trump’ın Suriye meselesi nedeniyle Moskova’yı karşısına alması halihazırdaki ilişkileri bağlamında değerlendirildiğinde pek de mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle belirli müzakereler çerçevesinde iki tarafın da üzerinde hemfikir olabileceği bir anlaşmanın sağlanmasının daha gerçekçi olacağı söylenebilir. Bu noktada bir tarafta Esed rejimine desteğini devam ettirecek olan Rusya ile mevcut durumun sona ermesi konusunda uluslararası kamuoyunun baskısına maruz kalan ABD’nin hangi ortak noktada uzlaşacağı ise soru işareti olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanında Washington’un Suriye’deki son saldırıları ile Rusya’ya da Suriye konusunda güçlü bir mesaj vermek istediği söylenebilir.

Suriye’de kalıcı barışın sağlanması için tüm tarafların uzlaşacağı bir çözümün hayata geçirilmesi önem taşımaktadır. Ancak gerek bölgesel gerek de uluslararası aktörlerin pozisyonları ve politikaları göz önüne alındığında Suriye iç savaşının çözümüne yönelik çok taraflı bir planın devreye sokulması güç gözükmektedir. Bu noktada 2011’den bu yana devam eden savaşta hiçbir ayırım gözetmeksizin sivilleri hedef alan Esed rejiminin bu politikasının engellenmesi çatışmanın çözümü ve ölümlerin son bulması için bir gereklilik olarak kabul edilmektedir. Başta ABD ve Rusya olmak üzere Suriye iç savaşına müdahil olan aktörlerin bu konuda hangi adımları atacakları ise halen belirsizliğini korumaktadır.

[Star Açık Görüş, 9 Nisan 2017]

Etiketler: