Suriye, Lübnan ve ‘İstikrarsızlık Dengesi’

Suriye- Hizbullah ilişkisi artık bir vekalet savaşı dayanışmasından çıkarak doğrudan ortaklığa doğru ilerlediği sürece yaşanacak her yeni gelişmede mezkur ikili beraber anılmaya devam edecektir.

Lübnan’da geçtiğimiz hafta Visam Hasan’ın öldürülmesinden sonra Suriye krizinin bölgeye sıçrama tartışması tekrar ana gündem haline geldi. Suriye Baas rejiminin ülkesindeki isyan kontrolden çıkmış bir şekilde kanlı sürece dönüştüğü ve otoriteyi kaybetmeye başladığı ilk andan bu yana en fazla arzuladığı şey, Suriye ateşinin etrafa sıçraması ve yangınlar çıkarmasıydı. Bu bugüne kadar hayata geçmedi. Suriye krizinde bir şekilde var olan aktörler çok kontrolsüz ve irrasyonel adımlar atmadıkları sürece de Esad’ın beklentisinin hayata geçmesi zor görünüyor. Baas rejiminin yarattığı kriz, etrafa sıçrama kabiliyetine sahip ama büyük yangınlar çıkarmaya yeterli değildir. Kaldı ki Irak üzerinden yaşanan felaket; Suriye üzerinden yaşanan vekalet savaşından çok daha kanlı ve yoğun gerçekleşti.

Buna rağmen Irak üzerinden çıkmayan açıktan bölgesel savaşın bu aşamada Suriye üzerinden çıkmasının çok gerçekçi bir zemini henüz bulunmamaktadır. 2009 sonrası Lübnan’da İsrail istihbaratına alanda darbe vurulduğu bilinmektedir. Bu durum bile Hasan suikastındaki şüpheliler arasında İsrail’in liste başına konulmasına yetmedi. Tıpkı, 18 Temmuz’da, Suriye rejiminin üst düzey yöneticileri bir bombalama ile öldürüldüğünde en başta Baas rejiminin İsrail’den başka bütün ihtimallere sarılması gibi. Kendi derdine düşmüş, ülkesinin büyük bir kısmında fiili otoritesini kaybetmiş, temel devlet hizmetlerini 22 milyonluk Suriye halkına vermekten aciz, bir devletten çok ‘Baas silahlı örgütüne’ dönüşerek muhaliflerle neredeyse gerilla savaşı veren ve kendi en tepe güvenlik isimlerini geçtiğimiz temmuzda bir suikastla kaybetmiş olan Baas rejiminin Hasan suikastını bizzat yapma ihtimali çok güçlü değil. Kaldı ki Baas rejimi istihbaratı bu türden operasyonlarıyla değil kendi sivil halkına karşı kolayca işlediği ilkel suçlar ve kara propaganda taktikleriyle nam yapmış bir güvenlik aparatıdır.

Tıpkı Hariri suikastında olduğu gibi Hasan’ın öldürülmesinde de gözlerin Suriye’ye ve geçtiğimiz haftalarda komutanlarından Ali Hüseyin Nesif’i bir grup elemanıyla Suriye’de Baas rejimi yanında muhalefete karşı savaşırken kaybeden Hizbullah’a çevrilmesinde garip bir durum yok. Suriye-Hizbullah ilişkisi artık bir vekalet savaşı dayanışmasından çıkarak doğrudan ortaklığa doğru ilerlediği sürece yaşanacak her yeni gelişmede mezkur ikili beraber anılmaya devam edecektir. Baas rejimi açısından artık çok fazlaca anlamı olmayan bu durum; 2008 İmad Muğniye suikastıyla Suriye Baas rejimi ile Hizbullah ilişkisinin taşındığı karmaşık düzlem Suriye isyanıyla Hizbullah’ı hem Lübnan içinde hem de bölgesel olarak içinden çıkmakta her geçen gün biraz daha zorlanacağı bir makasa sokmaktadır.

Hasan suikastının Lübnan’ın Suriye kriziyle yaşadığı siyasi hareketlenmede bir katalizör görevi ifa etmesi mümkündür. Lakin Lübnan’ın Suriye krizinden bağımsız bir şekilde siyasi kırılgan yapısının yıllar içinde adeta bir istikrarsızlık dengesine dönüşmüş olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Lübnan’a Suriye üzerinden bazı batılı analistlerce ve Esad propagandistlerince aktarılmaya çalışılan felaket senaryolarının tamamını Lübnan yıllarca yaşadı zaten. Hasan suikastinin Suriye’deki süreci derinden etkileyeceği tezleri de oldukça abartılıdır. Ancak Visam Hassan üzerinden Lübnan’da gerilim yükselebilir. Keza suikast sonrası 14 Mart bloğu sesini yükseltince Mikati hükümeti istifayı bile telaffuz etmeye başladı. Lakin Lübnan’ın yeterince kırılgan olan siyasi yapısının Hasan şokunu geçmiş tecrübelere bakarak atlatma potansiyeline sahip olduğunu da söylemek gerekir. Hariri suikastı sonrası da çok daha kötü bir manzara ortaya çıkmış ama daha sonra toparlanma süreci yaşanmıştı.

Suriye üzerinden Lübnan’a taşınan krizin en kalıcı noktası ise Hizbullah’ın içine düştüğü siyasi çıkmazdır. Hasan suikastının Hizbullah üzerinde yaşanacak güven bunalımını ise beslememesi mümkün değildir. Hizbullah yıllardır İsrail’e sergilediği direniş üzerinden oluşturduğu siyasi sermayeyi hoyratça Suriye Baas rejimi için harcamaya devam etmektedir. Lübnan’da Suriye krizi üzerinden 8 Mart hareketi ile 14 Mart koalisyonu geriliminden sadece daha fazla istikrarsızlık çıkacağı ve bunun da Suriye’de yaşanan sürecin yönünü değiştiremeyerek sadece Lübnan istikrarsızlığını derinleştireceğini en başta Hizbullah’ın idrak etmesi gerekmektedir.

Bu konuda Hizbullah’ın vefat eden ruhani liderinin oğlu olan Seyyid Ali Fadlallah’a kulak verilmesi en aklıselim yol olarak gözükmektedir: “Bütün Lübnanlılar, Suriye meselesinden uzak durmayı vaaz eden resmi bakışı paylaşmalı, krize müdahil olmamalıdırlar. Suriye halkının kendi kaderlerini tayin etme iradesine saygı göstermelidirler.”

Sabah Perspektif (27.10.2012)

Etiketler: