İzmir'de farklı mesleklerden gönüllülerin Suriyeli sığınmacı çocuklara yardım için oluşturduğu grup, gıda, giyecek ve oyuncak yardımının yanı sıra çocuklarla oyun oynayarak onlara psikolojik destek vermeye çalışıyor. Aralarında sanatçı, öğrenci ve serbest meslek sahiplerinin bulunduğu Mülteci Çocuklara Destek Girişimi üyeleri, ülkesindeki savaştan kaçarak İzmir'e sığınan ve Torbalı, Menemen ve Foça gibi ilçelerde naylon çadırlarda yaşama tutunmaya çalışan Suriyelilere destek olmaya çalışıyor. Kendi çabalarıyla topladıkları gıda, giyecek ve oyuncak yardımlarını Suriyeli ailelere götüren grup üyeleri, yaşıtlarına sunulan bir çok imkandan uzak yaşayan Suriyeli çocuklarla birlikte oyunlar oynuyor. ( Mahmut Serdar Alakuş - Anadolu Ajansı )

Siyasi ve Ahlaki Boyutlarıyla Vatandaşlık Tartışması

Vatandaşlık statüsü verilmesi durumunda bunun bir güvenlik sorunu haline dönüşeceği de sık sık dile getirilen bir iddia. Ama ekonomik anlamda ne getireceği bilinmediği gibi güvenlik anlamında da sonuçlarının neler olacağını kestirmek öyle çok kolay değil.

Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmeli mi verilmemeli mi? Yeni gündem maddemiz bu. Siyasal ve ideolojik pozisyonunuzdan bakarsanız cevap vermesi çok kolay. Türkiye’deki derin kutuplaşma ve düşmanlık çerçevesinde değerlendirme yapanlar zaten pozisyonlarını almış haldeler. Onları aksi bir duruma ikna etmenin zaten yolu yok. Fakat meseleyi rasyonel bir zeminde değerlendirmek isteyenler için çok da kolay bir soru olmadığını bilmek gerekir. Hangi zeminde konuştuğunuz ve hangi değerleri öncelikli olarak düşündüğünüz sorusuna cevap vermeden üretilecek söylemin doğru düzgün bir karşılığı olması beklenemez. Kimisi hemen ortaya çıkıp “bu olamaz, Suriyeliler vatandaşlığa kabul edilemez” gibi isyan ederken bir yandan da “bu ülke ve insanının ne kadar yüce gönüllü olduğuna” dair söylemleri kafasına göre terennüm ediyor.

MESELEYİ DOĞRU ZEMİNE OTURTMAK

Lafa gelince bu toplum Osmanlı bakiyesidir ve yakın coğrafyadan gelen göçlerle kurulmuş bir mozaiktir diyeceksiniz, sonra da her cümlenizde yabancı ve göçmen düşmanlığı yapacaksınız. Bu olacak şey değil. Ama maalesef bizde bu tür fikri tutarlılıklar hiçbir zaman umursanmadığından böylesi çapraşık ifadelerin neden ve nasıl kullanılabildiği kimsenin aklına gelmiyor. Bir sonuca nasıl varıldığı değil, hangi sonuca varıldığı veya varılması gerektiği daha önemli hale geliyor. Hâlbuki bu tür meselelerde usul öncelikli olmalıdır. Usulün öncelikli olmadığı durumlarda kişisel düşmanlıklar ve siyasal pozisyonlar hükmü belirleyecek hale gelebilir. Hâlbuki soğukkanlı ve sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için düşünce usulünün esaslarına riayet etmek gerekir. Meseleyi öncelikle doğru bir zemine oturtmak, hangi zemine oturttuğundan emin olmak sonra da uygun araçlarla değerlendirmek gerekir.

Mesela ahlaki zeminle stratejik ve siyasi zeminleri birbirine karıştırmamak gerek. Bir yanda en ahlakçı lafları edip Twitter gibi mecralarda hayvanlar için bile duyar kasarken, Suriyeliler “bizim ne işimize yarar” gibi vulgar ifadeler kullanmak sadece ahlaksızlık değil aynı zamanda tutarsızlıktır. Bu ifadeleri kullananların ne merhameti ne de merhametsizliği bütüncül bir bakış açısına dayanır. Konuyla ilgisi sınırlı vatandaşın böylesi tavırlar takınması ve zaman zaman duygusal ifadeler kullanması doğaldır. Fakat konuyla ilgili uzmanlaşmış kimselerin bile bu tür savrulmalar yaşaması sorunludur. Bu nedenle konuyu hangi zeminde konuştuğumuz son derece önemlidir.  Öncelikle meselenin iki ayrı zeminde değerlendirilebileceği düşünülebilir. Bunlar ahlaki ve stratejik zeminlerdir. Hem kamuoyu hem de siyasal aktörler bu iki zeminde de konuyu ele alacaktır. Ancak bu ikisi arasındaki geçişkenliğe dikkat edilmesi gerekir.  Ahlaki zeminde ele alınacak olursa, ülkelerini terk etmek durumunda kalan sığınmacıların hakları konusu devreye girer. Her halükarda ahlaki bir değerlendirmede aslında ülkemize gelmek durumunda kalmış Suriyelilere karşı tutumumuzun daha içselleştirici olması gerektiğine dair genel bir eğilim var. En yabancı düşmanı tipler dahi bu tür beylik laflar etmeden duramıyor. Nasıl bu toplum yüzyıllar boyunca gelen göçleri içinde eritebildiyse, Suriyeli sığınmacılar da bu topluma entegre olabilir fikri yaygınlık kazanıyor. Bu konudaki en göze çarpan ahlaki eleştiri ise sığınmacıların vatandaşlığa kabul edilmesi durumunda nüfusun genel çoğunluğunun yaşayabileceği ekonomik ve sosyal sıkıntılar olarak gösterilmektedir. Tabi ki hukuki düzlemde bir devletin içindeki vatandaşların hakları anayasa tarafından garanti altına alınmıştır. Tabi ki bu anlamda Türkiye devleti öncelikle Türk vatandaşlarının refahını düşünecektir. Fakat ahlaki zemin hukuki zemin değildir. Dolayısıyla ahlaki bir değerlendirme bunun ötesinde sığınmacılara bir insan olarak bakmalı ve insani bir değerlendirme yapmak durumunda olmalıdır. Böyle olunca da Suriyeli sığınmacıların biran önce insani koşullara sahip bir yaşam standardına kavuşması gerektiği dile getirilebilir. Yani ahlaki zeminde asıl konuşulması gereken şudur: İnsani açıdan Suriyelere vatandaşlık statüsü verilmesi mi verilmemesi mi daha doğrudur?

Stratejik zeminde ise Suriyelilerin Türk toplumuna vatandaş olarak entegre edilmesi fırsat ve maliyetler bakımında değerlendirilebilir. Buna göre de konu öncelikle ekonomik alanda ve güvenlik alanlarında ele alınabilir. Tartışma esnasında muhtemelen sığınmacıların vatandaşlık statüsü kazanmasının ekonomik anlamda zarar vereceğini düşünenler olabileceği gibi katkı olabileceğini düşünenler de çıkacaktır. En azından bu tartışmayı sonlandırmak oldukça basitmiş gibi görünebilir ama aslında değildir. Çünkü benzerlik kurabileceğiniz bir örneğiniz yok. Üç milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz ve kendine has özellikleri olan bir göçmen kitlesi var ortada. Daha önceki dünyadaki göç örneklerinde var olmayan özellikler barındıran bir grup olduğu için ne tür ekonomik sonuçlar çıkaracağını benzerlikler kurarak değerlendirmek çok zor. Mesela sık sık işsizlik yaratacağı gibi iddiaları dile getiriliyor. Fakat bunun doğrudan böyle bir etkisi olmadığına dair örnekler de var. Çünkü böyle bir durumda Suriyeli sığınmacıların yaptığı işlerle Türkiye’deki mukim vatandaşın yaptığı işler farklılık arzediyor. Veya vatandaşlık verilmesi durumunda bu sığınmacı kitlesinin ne kadar yatırım yapacağı ve bu yatırımın ne kadarının başarılı olacağı da oldukça tartışmalıdır. Benzeri örneklerden de anlaşılacağı gibi aslında ekonomik anlamda bile sonuçlarının neler olacağı çok kesin değil.

GÜVENLİK RİSKİ VAR MI?

Vatandaşlık statüsü verilmesi durumunda bunun bir güvenlik sorunu haline dönüşeceği de sık sık dile getirilen bir iddia. Ama ekonomik anlamda ne getireceği bilinmediği gibi güvenlik anlamında da sonuçlarının neler olacağını kestirmek öyle çok kolay değil. Tabi ki üç milyonluk bir kitlenin içinde her çeşit insan vardır. Ve bunların tabi ki bir kısmı suça bulaşmış ve temayülü olan kimselerdir. Bunların vatandaşlığa kabul edilmesi bir güvenlik riski olarak görülebilir. Fakat diğer taraftan bu sığınmacılar hâlihazırda bu topraklarda. Ve aslında uluslararası bir statüye kavuşturulmadan da kontrol altında tutulmaları çok daha zor. Yani hem mülteci statüsü hem de vatandaşlık verilmemesi durumunda çok daha az gözetim ve kontrol altında olacaktır. Bu sığınmacıların hukuki bir statü kazanması demek devletten alacakları haklar karşılığında kendilerini sorumlulukları bakımından da bağlamaları sonucunu doğuracaktır. Yani vatandaşlık böylelikle kimlik tespitlerinden tutun da bir mahalleden başka bir mahalleye taşınmalarına kadar her türlü hareketleri kontrol altına alma imkânı sunar. Dolayısıyla da vatandaşlık verilmesinin bir güvenlik tehdidi doğuracağı iddiası da tartışmaya açıktır.

Fakat tüm bu ayrıntılı tartışmalara, ahlaki ve stratejik değerlendirmelere rağmen, bir de orta da siyasal gerçeklik meselesi vardır. Bu siyasal gerçekliği kısaca özetleyecek olursak şu maddeler karşımıza çıkar. Bir Suriye’deki savaş kısa sürede bitmeyecek. İki Suriye’den gelen sığınmacıların yarısı bile ülkelerine dönmeyecek. Üç Türkiye bu sığınmacıları bir şekilde genel nüfusa entegre etmek durumunda kalacak. Böylesi bir siyasal gerçeklik değerlendirmesinden hareket edilecek olursa, o zaman bu vatandaşlık meselesi daha anlamlı bir zeminde ele alınabilir ve vatandaşlık verme eğiliminin entegrasyona yönelik çözüm arayışlarından yalnızca bir tanesi olduğu düşünülebilir. Bu tartışma bugün başladı. Bu tartışma esnasında belki başka çözüm önerileri de gündeme gelebilir. Belki bu vatandaşlık önerisi daha ayrıntılı bir tartışmaya tabi tutularak daha da olgunlaşmış bir tartışma haline dönebilir. Belki yeşil kart gibi daha ara süreçler devreye sokulabilir. Belki de doğrudan vatandaşlık statüsü gibi şok terapisi de tercih edilebilir. Hangisi tercih edilirse edilsin, bu siyasal otoritenin siyasal sorumluluğu altında alacağı bir karardır ve siyasal sonuçları olacaktır. Yani aslında günün sonunda hükumet bir tercih yapacak ve bu tercih toplumun geri kalanı tarafından değerlendirilecektir.

NASIL KONTROL EDİLECEK?

Sonuç olarak ne yaptığınızdan ziyade nasıl yaptığınız önem kazanır hale geliyor. Vatandaşlık vermek zorunda kalabilirsiniz ama bunu yaparken, hem içerisini hem statü kazanacakları kırmadan ve düşmanlaştırmadan yapmak hem ahlaken hem stratejik bakımdan kıymetlidir. Veya verilmeyecekse bu kitlelerin nasıl kontrol edileceğine dair başarılı yöntemler üretmek gerekecektir. Vatandaşlık statüsü vermek de vermemek de aslında süreçlerin nasıl yönetildiğine göre benzer sonuçlar üretebilir. Dolayısıyla bu kısır kavgayı bir kenara bırakıp hem ahlaki hem de stratejik anlamda en iyi sonucu değil, en iyi yöntemin ne olabileceğini rasyonel bir zeminde tartışmak gerekir.

[Star Açık Görüş, 17 Temmuz 2016]

Etiketler: