Siyasi Kriz mi, Sistem Krizi mi?

Ekonomik krize bel bağlayanların, sistem krizini siyasi kriz olarak lanse etmelerinin bir anlamı yok. Bu kesimin kriz tellâllığı yapmak yerine, yönetim sistemindeki değişim zorunluluğunu tartışmaları ülke için daha faydalı olacaktır.

Geçmiş dönemlerde, birçok yapısal problemin, ekonomik sistemin iç ve dış etkilere açık olması gibi sorunların ve siyasi olayların, ülke ekonomisinde derin krizler yaşattığını gördük. 2001 ekonomik krizi buna en iyi örnektir.

Ancak, 2000’li yılların başında Türkiye ekonomisi bu alışkanlığın dışında bir seyir izledi. 2002 yılında başlayan AK Parti iktidarının diğer hükümetlerden farkı, ekonomide gerçekleştirilen iyileşmelerin ve reformların güçlü bir şekilde kabul görmesidir, yani bunların arkasındaki güçlü halk desteğidir. Bu destek, 2002’den sonra yapılan her seçimde devam etti.

Dolayısıyla ekonomideki kırılganlığın azalması ve ekonomik göstergelerde meydana gelen başarı, bu destek sayesindedir. Siyasi istikrar ekonomik istikrarı, ekonomik istikrar siyasi istikrarı sürekli hale getirdi.

Hatırlayalım,

3 Kasım 2002’de sandıktan tek başına iktidar olarak çıkan AK Parti’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklı olmasından dolayı başbakan olamamıştı. Tam bir siyasi garabet örneği olan bu durum karşısında Türkiye, ekonomide hedeflediği amaçlarından vazgeçmedi.

2007 yılında parlamenter sistemin zayıf yönleri kullanılarak vesayet odaklarının TBMM’nin çalışmasını kilitlemesi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılamaması, Türkiye ekonomisinde gerçekleştirilen ve devam eden reformları engelleyememiştir.

22 Temmuz 2007 genel seçiminde, yaklaşık her iki seçmenden birinin oyunu alan ve tek başına iktidar olan AK Parti’ye, ülkeyi yöneten hükümetteki partiye 2008 yılında kapatma davası açıldı. Demokles’in kılıcı gibi kapatma davasının başında sallandığı iktidar, ekonomideki ajandasını kararlılıkla uyguladı.

Diğer yandan, gelişmiş ülke ekonomilerinde tsunami etkisi yapan2008 küresel ekonomik krizi, Türkiye ekonomisini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle teğet geçmiştir. Hatta birçok AB ülkesinin borç krizi ile iflas noktasına geldiği bu kriz sonrasında, üstelik 2008 yılının IMF ile anlaşma bitimine denk gelmesi nedeniyle yapılmaya çalışılan her türlü baskıya rağmen, IMF ile yeni bir standby anlaşması imzalanmamıştır.

Bunun yanında, Türkiye ekonomisi, 2013 yılında yaşanan Gezi olayları karşısında yine başarılı bir sınav verdi. Gezi olayları sırasında Türkiye’nin uluslararası arenada prestijine zarar verecek açıklamaların tek amacı, “ekonomik kriz” algısını oluşturmaktı. Buna rağmen, Türkiye ekonomisi bu krizi de başarıyla yönetti.

17-25 Aralık darbe girişiminde en çok kullanılan “ekonomik kriz” argüman ile oluşturulan algı ve 2014 yılı Ocak ayında yatırım, istihdam ve üretimi aşağıya çeken faizlerin Merkez Bankası tarafından artırılmasına rağmen gerçekleşen ekonomik büyüme ve ihracat, yabancı yatırım gibi göstergelerin pozitif gelmesi sayesinde “ekonomik kriz” beklentisi yine boşa çıktı.

7 Haziran ve 1 Kasım gibi iki genel seçime, yaşanan terör olaylarına, Suriye ve Irak’ın başını çektiği bölgesel risklere, yoğun bir mülteci akınına, küresel ekonomideki yavaşlamaya, Rusya’yla yaşanan uçak krizine rağmen, ülke ekonomisi yolunda ilerlemektedir. Hatta, kırılganlıkları azaltan reformlar uygulanmaya başlanmıştır ve büyük projeler tek tek sonuç verme aşamasına yaklaşmaktadır.

Yakın geçmişte yaşananlar yalnız bunlardan ibaret değil. Tüm bu olumsuz durumlarda bile, Türkiye ekonomisi güçlü duruşunu devam ettirmiştir.

KRİZ TELLÂLLIĞI MI?

Dolayısıyla, AK Parti’deki genel başkanlık değişiminin hemen “siyasi kriz” ve sonrasında da “ekonomik kriz” kılıfıyla sunulması, kriz tellallığından başka bir şey değil. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesiyle zaten sistem değişikliğinin gereksinimidir yaşananlar. Dolayısıyla, ekonomik krize sebep olacak bir yönetim boşluğu yok.

Bu gerçeği, yani ekonominin yolunda gittiği gerçeğini, yıllarca Türkiye’ye not verme konusunda adil ve objektif davranmayan derecelendirme kuruluşları bile sonunda anladı. Hatta, Türkiye’ye halen yatırım yapılabilir seviyede not vermeyen, BB+ notunu veren kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s (S&P) ülkenin not görünümünü “negatiften durağana” yükseltti.

Bu yüzden ekonomik krize bel bağlayanların, sistem krizini siyasi kriz olarak lanse etmelerinin bir anlamı yok. Bu kesimin kriz tellâllığı yapmak yerine, yönetim sistemindeki değişim zorunluluğunu tartışmaları ülke için daha faydalı olacaktır.

[Yenişafak, 9 Mayıs 2016]

Etiketler: