SETA > Yorum |
Avrupa'nın Terörle İmtihanı

Avrupa'nın Terörle İmtihanı

Paris saldırıları sonrasında gösterilen kararlı tutum, Suriye iç savaşının bölgede yol açtığı insani trajedinin ortadan kaldırılması konusunda gösterilmemiştir ve bu trajediye uzun zaman seyirci kalınması Paris saldırılarını tetikleyen nedenlerden biri olmuştur.

Terör yaÅŸadığımız dünyaya ait bir olgu olduÄŸuna göre, insanlığı tehdit eden en büyük felaketlerden birisi olarak deÄŸerlendirilebilecek olan bu olgunun kaynaklarının ve nedenlerinin araÅŸtırılması da zorunludur. Bu konuda yapılan çalışmaların ortak kanaati ise, hiçbir gerekçenin teröristlerin eylemlerini haklı gösteremeyeceÄŸi tespitidir. Ancak terörün haklı sebepleri olmasa da, onun kendisine uygun ÅŸartlar bulduÄŸu zeminin araÅŸtırılması, önlenebilmesi ve vereceÄŸi zararların ortadan kaldırılabilmesi açısından vazgeçilemez bir gerekliliktir. Bu yazıda, son dönemde yeniden yoÄŸun bir ÅŸekilde dünya politikasının en önemli gündem maddesi haline gelen terörist eylemlerin arka planına bakılmaya çalışılacaktır.

Bu çerçevede ilk olarak bir çarpıklığa iÅŸaret etmek de yerinde olacaktır. Terörü dünya politikasında bu kadar üst sıraya taşıyan ve topyekun mücadele edilmesi gereken bir tehdit olarak tanımlanmasına yol açan geliÅŸme herkesin yakından bildiÄŸi Paris saldırılarıdır. Yani, 11 Eylül saldırılarında olduÄŸu gibi yine Batılı bir ülkeyi hedef alması terörü “ortak tehdit” haline getirmiÅŸtir. OrtadoÄŸu ülkelerinin veya diÄŸer Üçüncü Dünya ülkelerinin ÅŸehirlerini ve köylerini kasıp kavurduÄŸu zaman aynı ÅŸekilde, bütün imkanların seferber edilerek mücadele edilmesi gereken bir ortak sorun olarak algılandığını ileri sürmek doÄŸru olmayacaktır. Evet, belki Boko Haram Nijerya veya Kamerun’da, El Kaide Afganistan, Pakistan veya Yemen’de, DAEÅž Irak, Suriye veya Türkiye’de ve El-Åžebab Somali veya Kenya’da bir terörist eylem gerçekleÅŸtirdiÄŸinde Batılı ülkelerde de yansımaları olmuÅŸ ve tepkiler dile getirilmiÅŸtir, ancak aynı tepkiyi PKK/PYD’nin eylemlerinde gösterdiklerini söylemek ne kadar mümkündür? Terörist örgütler arasında bir ayrım yapıldığı ve bazı ülkelerin kendi çıkarlarına zarar vermeyen terörist örgütlerin faaliyetlerine karşı çıkmadıkları ve hatta çıkarlarının uyuÅŸması durumunda bu örgütlere destek verdikleri bile görülmektedir. Uluslararası Ä°liÅŸkiler literatürü, “çıkarlar” söz konusu olduÄŸunda devletlerin meÅŸru olan ya da olmayan her türlü enstrümanı kullanabildiklerinin sayısız örnekleriyle doludur. Bu nedenle, Batılı bir devleti hedef aldığında bütün dünyayı ve insanlığı tehdit ettiÄŸi algısı oluÅŸturulan terörün, baÅŸka ülkelerin her gün yaÅŸadıkları bir bela olması durumunda bile o düzeyde bir ortak tehdit olarak görülmemesi uluslararası siyasal sistemin anlaşılması olmasa bile, kabul edilmesi zor gerçeklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ä°HVAN'A TAHAMMÜLSÜZLÜK

Terör ve terörist algısındaki bu çarpıklığa iÅŸaret ettikten sonra, Batılıların terörist olarak tanımlamakta zorlandıkları örgütleri bir kenara bırakıp, onların çıkar ve hassasiyetleri esas alınarak yapılan tanımlama üzerinden Batı’da, DoÄŸu’da ve dünyanın geri kalan bölgelerinde ortak bir ÅŸekilde terörist olarak kabul edilen örgütlerle mücadele konusunda Avrupa’nın ve Türkiye’nin politikalarını karşılaÅŸtıralım. Bu çerçevede Mısır, Suriye, Irak ve Cezayir örnekleri üzerinden bu aktörlerin izledikleri politikaların terör konusunda ne gibi etkileri olduklarını ele almak aydınlatıcı olacaktır.

Mısır’dan baÅŸlamak gerekirse, ülkede onlarca yıldan beri süren diktatörlüÄŸün sona erdirilmesi ardından tarihinde ilk kez halkın tercihi sonucu iÅŸbaşına gelen CumhurbaÅŸkanı Muhammed Mursi’nin kanlı bir darbeyle devrilmesi, hapsedilmesi ve idam cezasına çarptırılması sırasında saÄŸduyulu kesimler tarafından yapılan uyarıları hatırlayalım. OrtadoÄŸu’nun bu en kalabalık ülkesinde siyasal sistemin bu kadar zorlanmasının, sadece Mısır’da deÄŸil Arap dünyasının neredeyse tamamında ve hatta diÄŸer Ä°slam ülkelerinde geniÅŸ bir tabana sahip olan Müslüman KardeÅŸler hareketinin bu kadar köÅŸeye sıkıştırılmasının ve ona meÅŸru siyaset zemininde var olma ÅŸansı tanınmasının çok olumsuz sonuçlara yol açacağı çok sayıda akademisyen ve siyasetçi tarafından dile getirilmiÅŸti. Müslüman KardeÅŸler’in ılımlı Ä°slamcı ideolojisinin büyük kitleleri radikalleÅŸmekten koruduÄŸu ve onun yok edilmesine yönelik çılgın kampanyanın OrtadoÄŸu’da ekstremizmi mutlaka artıracağı uyarısı, Irak ve Suriye tecrübeleri herkesin gözünün önündeyken dikkate alınmadı. Bu radikalleÅŸmenin sadece OrtadoÄŸu ile sınırlı kalmayacağı Avrupa ülkelerinde yaÅŸayan ve Müslüman KardeÅŸler ile Selefilik arasında gidip gelen milyonlarca Müslüman üzerinden bu ülkelere taşınacağı da kimse için ÅŸaşırtıcı bir geliÅŸme olmamıştır. Bütün bu uyarılara raÄŸmen, karşı çıkmaları durumunda Mısır’daki darbeyi engelleyebilecek olan Batılı ülkeler darbeyi desteklemeyi tercih ettiler ve sonrasında Sisi’nin Müslüman KardeÅŸler’e yönelik ağır baskılarına sessiz kaldılar. Ä°flah olmaz Ä°slamofobik refleksleri yüzünden, demokrasi arayışındaki Mısır halkının tercihine saygı göstermek yerine Ä°slamcı olduÄŸu gerekçesiyle tahammül edemedikleri Müslüman KardeÅŸler’in boÅŸalttığı alanı hızlı bir ÅŸekilde IŞİD ve benzeri örgütler doldurmakta ve Mısır da Irak ve Suriye gibi büyük bir kaosa sürüklenmektedir. Bunun vereceÄŸi zararların OrtadoÄŸu ile sınırlı olmayacağını ise yaÅŸanan terör olayları gösteriyor.

RADÄ°KALLEÅžMENÄ°N SEBEPLERÄ°

Avrupa’nın Mısır konusunda gösterdikleri çarpık demokrasi anlayışını 1990’ların başında Cezayir’de de gösterdikleri biliniyor. Aynı Mısır’da olduÄŸu gibi, “sandıktan benim çıkarlarıma uygun olmayanları çıkaracaksa demokrasi sahip çıkılacak bir ÅŸey deÄŸildir” anlayışıyla hareket eden Avrupa ülkeleri Cezayir’de de Ä°slami Selamet Cephesi’nin seçimlerdeki baÅŸarısının ardından yapılan darbeyi desteklemiÅŸ ve bu ülkede bütün 1990’lı yıllar boyunca yaÅŸanan iç savaşı seyretmiÅŸti. 100.000’den fazla insanın hayatını kaybettiÄŸi ve en sonunda darbecilerin otoriteyi saÄŸladıkları bu iç savaşın Kuzey Afrika ve baÅŸta Fransa olmak üzere Avrupa’ya çok olumsuz yansımalarının olacağını tahmin etmemiÅŸ olabilirler mi? Fransa ve Belçika’da yaÅŸayan milyonlarca Kuzey Afrikalı içerisindeki geniÅŸ Ä°slamcı kitlenin, bu ülkelerin Kuzey Afrika siyasetine müdahalelerine ve orada yaÅŸanan çatışmalarda oynadıkları olumsuz role karşı kin duyarak yetiÅŸtikleri bilinmesi zor bir gerçek deÄŸildi. DAEÅž’in Fransa ve Belçika’daki selefi eÄŸilimli “Ä°slamcı”ları Paris’teki terör saldırıları için harekete geçirmesinin nasıl bu kadar kolay olduÄŸunu anlamak için bu ülkelerin geçmiÅŸte Kuzey Afrika’da nasıl negatif bir rol oynadığını ve bu negatif rolün hala devam ettiÄŸini hatırlamak gerekir. Bu çerçeveden bakıldığında, Avrupa’da terörün engellenmesinin bir ayağını, Avrupa ülkelerinin Ä°slamofobik refleksler yüzünden, Kuzey Afrika’da Ä°slamcı eÄŸilimlere sahip ılımlı siyasal hareketlerin demokratik yollarla iktidara gelmesine karşı çıkan politikalarını sona erdirmeleri oluÅŸturmaktadır. Tunus’da Nahda’nın Mısır’daki darbe ve sonrasında Müslüman KardeÅŸler’e karşı uygulanan baskı politikasıyla korkutulup iktidar dışında kalmaya ikna edilmesi de Avrupa’nın bu rasyonel olmayan politikasının göstergelerinden biridir ve devam etmesi durumunda ülkedeki Ä°slamcıların ve onların Avrupa’daki uzantılarının radikalleÅŸmesi sonucunu doÄŸuracak potansiyele sahiptir.

Ä°SLAMOFOBÄ°K KORKULAR

Suriye konusuna gelince, öncelikle Paris saldırılarının Suriye’deki DAEÅž merkezinden planlandığı yönündeki bilgiler gösteriyor ki, Suriye iç savaşı artık giderek daha fazla Avrupa’yı etkilemeye baÅŸlamıştır. Son dönemde yoÄŸunlaÅŸan Avrupa’ya yönelik Suriyeli mülteci akını çerçevesinde bu mültecilerle birlikte radikal eÄŸilimlere sahip kiÅŸilerin de Avrupa’ya sızdığı yönünde kuÅŸkuları da artırmaktadır. Avrupa’nın Suriye konusunda uzun süre pasif bir politika izlemesi ve bu ülkede yaÅŸanan insanlık dramına sessiz kalması ÅŸimdi hem mülteci sorunuyla hem de bu ülkedeki kaostan beslenen DAEÅž terörüyle karşı karşıya kalması sonucunu doÄŸurmuÅŸtur. Güvenlik Konseyi’nde iki daimi üye ile temsil edilmesi ve dünya politikasında sahip olduÄŸu ağırlık Suriye sorununun çözümü konusunda Avrupa’ya en az ABD kadar sorumluluk yüklemekteydi. Ancak bu ülkede yaÅŸanan iç savaşın yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarca insanın mülteci durumuna düÅŸmesine yol açmasına ve Güvenlik Konseyi’nin müdahale etmesini zorunlu kılan kimyasal silah saldırılarına raÄŸmen Avrupa ülkeleri ve diÄŸer Güvenlik Konseyi üyeleri sorunun çözümü konusunda atılması gereken adımları atmaktan uzak durmuÅŸlardır. Paris saldırıları sonrasında gösterilen kararlı tutum, Suriye iç savaşının bölgede yol açtığı insani trajedinin ortadan kaldırılması konusunda gösterilmemiÅŸtir ve bu trajediye uzun zaman seyirci kalınması Paris saldırılarını tetikleyen nedenlerden biri olmuÅŸtur.

OrtadoÄŸu’da terörün kitlesel etkiler doÄŸuracak, bölge ve dünya siyasetini büyük boyutlarda etkileyecek düzeye ulaÅŸmasında Irak’ta yaÅŸanan geliÅŸmelerin rolü büyüktür. 1980 yılında Irak’ın Ä°ran’a saldırısıyla baÅŸlayan savaşın ardından günümüze kadar istikrardan uzak olan Irak’ta özellikle 2003 yılında ABD ve müttefiklerinin iÅŸgaliyle baÅŸlayan kaos süreci radikalizmin artışı için çok elveriÅŸli bir ortamın oluÅŸmasına yol açmıştır. Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümü uluslararası hukuk açısından meÅŸru olmayan bu saldırıya destek vererek Irak’ta devletin çöküÅŸüne ve terörizmin yükselmesine yol açan geliÅŸmelerde ortak sorumluluÄŸa sahip olmuÅŸlardır. Irak’taki kaos ortamında ilk geliÅŸme evresini tamamlayan DAEÅž’in daha sonra Suriye ve Irak’ın geniÅŸ topraklarını kontrol ederek burada bir terör rejimi kurması mümkün olmuÅŸtur.

Avrupa’nın, yukarıdaki örnekler çerçevesinde ele alınan yanlış politikalarının da bir yansıması olarak son dönemde çok ciddi bir ÅŸekilde karşı karşıya kaldığı terör sorununun ortadan kaldırılması konusunda yapması gereken ÅŸeylerin başında, komÅŸusu olan OrtadoÄŸu ve Kuzey Afrika’ya yönelik Ä°slamofobik korkularının ipoteÄŸi altındaki politikasını deÄŸiÅŸtirmesi gelmektedir. Bu bölgelerdeki halkların demokratik tercihlerine saygılı politikalara yönelmesi buralarda istikrarlı devlet düzenlerinin kurulmasını destekleyecek ve radikalizmi önleyecektir.

[Star Açık GörüÅŸ, 29 Kasım 2015]