İdlib

Saldırı ve Sonrası

Son yıllarda gelişen Türkiye-Rusya ilişkileri, derin bir yara almıştır. Kırılma noktasına gelmiştir. Rusya, Türkiye ile geliştirdiği iş birliği alanlarını, Suriye’nin geleceği konusundaki maksimalist talepleriyle, daraltıcı bir pozisyona geçmiştir.

İdlib’den gelen şehit haberleri ile sarsıldık. Türkiye’nin, rejime ve dolayısıyla Rusya’ya Soçi mutabakatı sınırlarına dönme konusunda verdiği sürenin son gününde  33 askerimiz şehit oldu.

Müzakereleri gün içinde devam ettiren Türk ve Rus heyetlerinin, toplantıyı sonlandırmasından birkaç saat sonra saldırı gerçekleştirildi.

Saldırının gerçekleştiği akşamın gündüzünde muhalifler, Serakib’i tekrar rejim güçlerinden geri almıştı.

Rusya tarafı, daha önceden gündeme gelen 5 Mart’ta yapılması planlanan dörtlü zirveye katılmayacağını ilan etmişti. Moskova’nın bu tavrıyla, Suriye krizinin tekrar “uluslararasılaşmasını” istemediği açıktı.

Türkiye ise, Rusya destekli rejim saldırılarının durdurularak, Soçi mutabakatı öncesi sınırlara dönülmesini sağlamak için sahada varlığını artırmıştı. Ayrıca Rusya ile, rejimin İdlib’de demografik temizliği durdurması ve ateşkesin yeniden devreye girmesi için müzakereleri yürütüyordu.

***

Uzun süredir milyonlarca sivil, rejim tarafından havadan ve karadan sistematik olarak saldırı altındaydı. Dört milyon insanın yaşadığı İdlib’de her geçen gün katliamların boyutu yükseldi. Dört milyon mültecinin yaşadığı Türkiye sınırına, bir milyon yeni mülteci geldi.

İdlib’deki insani kriz ve savaş; aynı zamanda Türkiye’nin büyük mücadeleler sonucu istikrara kavuşturduğu, Suriye’nin Türkiye sınırındaki güvenli bölgeleri de tehdit etmeye başlamıştı.

İdlib’in rejimin eline geçmesi durumunda, hem Türkiye’de şu an bulunan mülteciler, hem İdlib’deki 4 milyon muhalif, tamamen topraksızlaşacaktı. Türkiye’de var olan ve yeni gelecek mültecilerin geri dönmesi imkânsızlaşacaktı. Muhalif nüfustan arındırılmış bir Suriye’de, siyasi çözümün geleceği zaten anlamsızlaşacaktı.

Dolayısıyla, Türkiye kendi güvenliği için sahadaydı.

***

Rusya, “Türk askerlerine biz saldırı düzenlemedik” açıklamasını yapsa da, rejimin Rusya’nın desteği olmadan bu saldırıları gerçekleştiremeyeceği biliniyor. Savunma Bakanı Hulûsi Akar da yaptığı açıklamada Rusya’nın saldırıdaki sorumluluğunu net olarak şu cümlelerle dile getirdi: “Birliklerimizin bulunduğu yerler önceden Rusya Federasyonu’nun sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu saldırı gerçekleştirilmiş, ilk atışa müteakip bir kez daha uyarı yapılmasına rağmen maalesef saldırı devam etmiştir. Bu hava saldırıları sırasında ambulanslar dahi vurulmuştur. Ayrıca bu saldırı sırasında birliklerimizin etrafında hiçbir silahlı grubun da bulunmadığını burada belirtmek isterim.”

Rusya’nın, bu saldırı ve son dönemde Suriye sahasında Türkiye’ye yönelik tutumuna bakıldığında, Türk-Rus ilişkilerinin kritik aşamayı, olumsuz anlamda, geçtiğini vurgulamak gerekir.

Rusya’nın, Astana süreci ve Soçi mutabakatlarının ruhuna aykırı davrandığı aşikârdır. Moskova’nın bu tavrı, iki ülkeyi askerî olarak karşı karşıya getirmese bile, ikili ilişkilerine bir maliyet çıkarması kaçınılmazdır.

Son yıllarda gelişen Türkiye-Rusya ilişkileri, derin bir yara almıştır. Kırılma noktasına gelmiştir. Rusya, Türkiye ile geliştirdiği iş birliği alanlarını, Suriye’nin geleceği konusundaki maksimalist talepleriyle, daraltıcı bir pozisyona geçmiştir.

Türkiye, Suriye politikasının geleceğinde yeni bir eylem planı oluşturması zaruridir.

Rusya ile müzakereleri sürdürse de, mültecilerin geleceği başta olmak üzere, İdlib’de yaşanan insani kriz konusunda, Batılı ülkelerin de elini taşın altına koyması için çaba sarf edecektir.

Suriye iç savaşıyla birlikte Batı’ya ulaşan ilk mülteci dalgasının ardından Avrupa’da, hem birlik düzeyinde hem de ülkelerin kendi iç politik dengeleri açısından derin çatlaklar oluştu. Brexit’ten, radikal sağın yükselişine, NATO’nun geleceğinin sorgulanmasından, Almanya-Fransa arasındaki mesafenin derinleşmesine kadar bir çok konuda krizler meydana geldi.

İlk mülteci dalgasında sarsılan Avrupa, İdlib’de insani dramın derinleşmesi ve Türkiye’nin de kapılarını açması durumunda, yeni mülteci dalgasına karşı daha derin krizlerle yüzleşecektir.

Dolayısıyla, Suriye iç savaşının maliyeti, NATO’nın tek bir ülkesine yüklenemez.

Avrupa, kendi güvenliğinin, Türkiye’nin güney sınırlarından başladığını sadece söylemde değil, eylem düzeyinde de göstermelidir.

Kesin olan şudur: Saldırı, Suriye’deki savaşın seyrini ve tarafların pozisyonlarını değiştirecektir.

[Türkiye, 29 Şubat 2020]

Etiketler: