Post-Darbe Döneminde Batı – Mısır İlişkileri

Mısır'da takındıkları tavır Batılı aktörlerin bölgesel statükonun risklerini, oluşacak yeni bir demokratik düzenin risklerine tercih ettiklerini gösteriyor.

2 yıl önce Temerrud hareketindeki muhalif grupların Cumhurbaşkanı Mursi’nin istifasını talep ettikleri eylemler sürerken, Mısır’da vesayet aktörleri ve Batı’da İslamofobik çevreler Mursi’nin ‘diktatörleştiği’ propagandası yapıyordu. Balkanlar’da soğuk savaş sonrası demokratik sürecin inşası için çaba gösterenler aynı talepleri Ortadoğu’ya yakıştıramıyordu. Hatta bazı Avrupa Parlamentosu üyeleri “biz Ortadoğu’da insanlar demokrasi, özgürlük istiyor diyorduk ama İslamcı hareketlere oy verdiler” diye yakınıyordu. Oysa ‘diktatörleşme’ sürecinde olduğu iddia edilen Mursi daha polis teşkilatının üzerinde bile tümüyle sözünü geçiremiyor ve emniyet görevlileri Mursi karşıtı eylemlerde boy gösteriyordu. Mursi Cumhurbaşkanı olduğu andan itibaren Mısır müesses nizamı normalleşme sürecini rayından çıkarmak için elinden geleni yapıyordu ve eski rejimin kurumsallaşmış yapılarıyla mücadele ederek demokratik bir sistem oturtma mucizesini gerçekleştirmek 1 yıl içerisinde mümkün değildi. 

Mısır’da vesayet aktörlerinin ülkeyi yönetme arzusu devam ederken, bölgesel düzenin işleyişine uymama riski barındıran çarkların devre dışı bırakılması için bir mekanizma harekete geçti. Vesayet rejiminden darbeye kadar olan süreçte Mübarek karşıtı aktörler Batılı elitlerle, Mübarek taraftarları ise Körfez ülkeleriyle işbirliği yaparak Mursi’nin devrilmesine giden süreç için çalışmaya koyuldular. Neticede 3 Temmuz 2013’te Mısır tarihinin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Mursi askeri darbeyle devrildi, binlerce insan hayatını kaybetti ve Müslüman Kardeşler terör örgütü ilan edildi. Mısır medyası da ordunun müdahalesine çok önceden çanak tutuyor ve Müslüman Kardeşler teşkilatını ‘terörist’ olarak sunmak için propagandasına hiç aksatmadan devam ediyordu. 

Karşı-devrim aktörleri birçok sosyo-ekonomik soruna ve güvenlik krizine rağmen uyguladıkları sert askeri baskıyla ve körfez ülkelerinden aldıkları maddi destekle güçlerini tahkim ederek bugüne kadar geldiler. Ülke içindeki fikrî akımların sindirildiği ve dış politikada bölgesel statükonun korunduğu 30 yıllık Mübarek rejimi sonrası bugün Mübarek’in hapiste, fakat fikirlerinin iktidarda olduğu bir anlayışın vesayet tarafından hayata geçirildiğine şahitlik ediyoruz. 

DARBE VE DEMOKRASİ ARASINDA ‘TARAFSIZLIK’

Mursi yönetimi Siyasal İslamcı hareketlerin iktidar olmasından her zaman tedirgin olan Batılı devletlerle iyi ilişkiler geliştirme yoluna giderek yapıcı bir tutum sergiledi. Uluslararası sözleşmelere ve anlaşmalara bağlı kalacaklarını açıklayan Mursi’nin ancak Mısır’ın içişlerine kimseyi karıştırmayacaklarını, Filistinlilerin hakları için mücadele edeceklerini ve Camp David anlaşmasını gözden geçirebileceklerini ifade etmesi statükoya karşı hesapların sinyallerini veriyordu. Nitekim daha 1 yıl içerisinde Türkiye-Mısır-Katar üçlüsünün Gazze konusunda işbirliği adımları atması, güçlü bir Mısır’ın bölgenin diğer aktörleriyle geliştireceği potansiyel bir stratejik ortaklıkta İsrail için oluşturulan güvenlik şemsiyesine bir tehdit oluşturacağı düşünülüyordu. Darbenin ardından dünyanın gözü önünde yaşanan tüm insan hakları ihlalleri, ölümler ve işkencelere rağmen uluslararası toplum ve Batılı devletler olanlara karşı mesafeli ve ‘tarafsız’ bir takındılar. Mursi y&o

Etiketler: