Ortaöğretime Geçişin Yeniden Düzenlenmesi

Ortaöğretim ve ortaöğretime geçiş ile ilgili kararların, eğitim sistemine muhtemel yansımaları neler olacaktır?

Ortaöğretim ve ortaöğretime geçiş ile ilgili kararların, eğitim sistemine muhtemel yansımaları neler olacaktır?

Stresle Gelen Stresle Gider: Ortaöğretimin ve Ortaöğretime Geçişin Yeniden Düzenlenmesi Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu 28 Haziran Pazartesi günü, ortaöğretime geçiş sistemiyle ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada, altıncı, yedinci ve sekizinci sınıflarda uygulanan Seviye Belirleme Sınavlarının kademeli olarak kaldıracağı ve bundan sonra sadece sekizinci sınıf sonunda bir tane Seviye Belirleme Sınavı (SBS) uygulanacağı belirtildi. Bundan sonra sekizinci sınıf sonrasında uygulanacak olan SBS’nin, 2008 öncesinde uygulanan Ortaöğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı (OKS)’nın aynısı olmadığı da belirtilmiştir. OKS’de öğrenciler altıncı, yedinci ve sekizinci sınıf müfredatlarından sorumlu olurken, yeni uygulanacak SBS’de öğrenciler sadece sekizinci sınıf müfredatından sorumlu olacaklardır. Yeni uygulanacak sistemde, SBS’nin ortaöğretime yerleştirmede %70 oranında, altıncı, yedinci ve sekizinci sınıf not ortalamalarının ise %30 oranında etkili olması kararlaştırılmıştır.

Çubukçu açıklamasında ortaöğretime geçiş sistemindeki değişikliğin, öğrencileri sınav odaklı sistemden kurtaracağını, aileleri ve öğrencileri aşırı stres ve kaygıdan uzaklaştıracağını belirtmiştir. Ayrıca, değişiklikle birlikte, öğrencilerin okul dışı kaynaklara (dershane, özel öğretmen, test kitapları vb.) daha az ilgi göstereceği ve velilerin artı mali yükünün azalacağı beklentisi ifade edilmiştir. Alınan kararın öğrenci ve velilerden gelen talepler ile bir takım bilimsel raporların önerileri doğrultusunda alındığı da ifade edilmiştir. Dahası, alınan kararın, bakanlığın “eğitim politikaları doğrultusunda ortaöğretimin yeniden yapılandırılması çalışmalarını destekleyici” olduğu belirtilmiştir. Böylece, ortaöğrenime ilişkin kronik sorunlarının çözülmesi umulmaktadır. Buna göre, genel liseler Anadolu liselerine ve meslek liselerine dönüştürüleceklerdir. Daha önce konuyla ilgili yayınlanan genelgeden anlaşıldığı kadarıyla, Dokuzuncu Kalkınma Planından mülhem bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı, lise öğrencilerinin çoğunluğunun meslek liselerine “yönlendirilmesi” ilkesi benimsenmiştir (MEB Ortaöğretim Genel Müdürlüğü 2010/30 nolu Genelge).

Bakanlığın bu kararlarını nasıl değerlendirmeliyiz? Bu kararlar, ortaöğretime geçiş sistemindeki kronik sorunları çözebilir mi? Kararların, eğitim sistemine muhtemel yansımaları neler olacaktır? Aynı hükümetin iki eğitim bakanının, ortaöğretime geçiş sistemi için aynı gerekçelerle birbirine zıt iki karar vermesini nasıl anlamalıyız? Bu kararları değerlendirmek ve bu kararların kalıcılığı hakkında fikir sahibi olmak için, öncelikle, daha önceki sistem olan OKS’den SBS’lere geçişi ele alalım. Ardından SBS’lerin teke indirgenmesini ve ortaöğretimin yeniden düzenlenmesini değerlendirebiliriz.

OKS’den SBS’lere 2007 yılında Millî Eğitim Bakanlığı, OKS’yi kaldırma kararının temel gerekçesi olarak, yenilenen müfredatın farklı bir ölçme ve değerlendirme yaklaşımını gerektirdiğini vurgulamıştır. Ayrıca OKS’nin neden olduğu ve dolayısıyla yeni sistemin çözmesi beklenen sorunlar şu şekilde sıralanmıştır: OKS öğrencileri sadece sınava hazırlamakta fakat hayata hazırlamamaktadır; OKS sadece sonucu ölçmekte ve süreci değerlendirmemektedir; OKS sınavda sorulmayan dersleri önemsizleştirmektedir; OKS tek oturumda gerçekleştirildiği için öğrenci ve veli için ciddi bir stres kaynağı olmakta ve okul disiplinini olumsuz etkilemektedir. Dahası, aileye ek mali yük getirdiği ve öğrencileri okul dışı kaynaklara (dershane, vs.) yönlendirdiği belirtilmiştir.

Daha önce yayınladığımız Milli Eğitim Sistemi: Yapısal Sorunlar ve Öneriler (SETA, 2009) başlıklı raporda dile getirdiğimiz üzere, yeni müfredatın romantik ve “mesiyanik/kurtarıcı” dili kullanılarak, OKS’nin kaldırılmasına ve yeni sınav sistemine (SBS’leri) gereğinden fazla anlam ve sorumluluk yüklenmiştir. Bakanlık yeni sınav sistemini, yıllardır birikmiş sorunları adeta bir çırpıda çözebilecek sihirli bir formül olarak sunmuştur. SBS’ler henüz bir devir yapmışken yani altıncı, yedinci ve sınıfın tümünde sadece bir kez uygulanmışken, 2010 yılı itibariyle SBS’lerin kaldırılıp yerine sadece sekizinci sınıf için tek SBS’nin uygulanacağı kararının alınmış olması, Bakanlığın 2007’deki yaklaşımın gerçekçi olmadığının bir kanıtıdır.

Şunu hemen ifade edelim ki, OKS’nin kaldırılması ve SBS’lerin getirilmesi, ilköğretim açısından bazı olumlu sonuçlar doğurmuştur. Öncelikle, SBS’lerle birlikte gelen yeni sistem, okul müfredatını sınavlara yansıtma gayesi gütmüş ve okul başarı puanlarını yerleştirme puanlarına dâhil ettiği için, öğrencilerin müfredatla ve okulla ilişkileri nispeten sağlamlaştırılmıştır. Ne var ki, Millî Eğitim Bakanlığının en temel vaatlerinden biri olan, yeni sistemle okul dışı kaynaklara (dershane, vs.) yönelmenin azalacağı ve dolayısıyla daha eşitlikçi bir sistem oluşturulacağı iddiaları gerçekleşmemiştir. Yeni sistemle, öğrenciler artık daha erken yaştan itibaren dershanelere gitmeye başlamıştır. Özellikle altın ve yedinci sınıfların dershaneye bağımlılığı artmıştır. SBS’ler, öğrencilerdeki stres ve kaygıyı artırmış ve aynı zamanda daha erken yaşlara çekmiştir. Tabi ki ailelerin stresi ve kaygısı da daha erken ve uzun süreli olmaya başlamıştır.

Erken yaşlarda yapılan SBS’lere dayalı olarak liselere öğrenci yerleştirmenin en tehlikeli yönü, başarı ile ekonomik/kültürel sermaye arasındaki ilişkinin daha da belirginleşme riskidir. Bir başka ifadeyle, bir ailenin sosyoekonomik düzeyi arttıkça, çocuğun eğitimine katkı yapma imkânı artmaktadır. Benzer şekilde, ekonomik gücü daha fazla olan aileler, çocuklarının daha uzun süre ve daha erken yaşlardan itibaren okul dışı destek almalarını sağlamaktadırlar. Aşağıda açıklayacağımız üzere, çocuğun hangi liseye gideceğine 12 yaşından itibaren karar verilmesi, öğrencinin hangi üniversiteye gideceğinin ve dolayısıyla hayatının 12 yaşından itibaren önemli ölçüde belirlenmesine yol açmıştır.

Ekonomik ve kültürel sermayenin eğitim sistemindeki belirleyiciliği OKS’den SBS’ye geçişle daha erken yaşa çekilmiş ve 12 yaşındaki çocuğun ya da ailesinin ihmali, çocuğun hangi üniversiteye gideceği konusunda önemli olmaya başlamıştır. Öğrencinin 12 yaşındaki başarısızlığına telafi imkânı vermeyen bu durum, toplumsal tabakalaşmaya yol açmaktaydı. Sadece bu boyutu ile birlikte değerlendirildiğinde SBS’lerin altıncı ve yedinci sınıfta kaldırılması oldukça önemli bir adımdır.

Bunun dışında, SBS’ler, okulları sınav odaklı anlayıştan kurtarma ve aile bütçesinden okul dışı kaynaklara ayrılan payı azaltma hedeflerini gerçekleştirememiştir. Dahası, okullar, daha başarılı olmak adına test tekniklerine yönelik özel çalışmaları artırmışlardır. Ayrıca, ilköğretimin ilk sınıflarından itibaren çocuklar yardımcı kitaplar ve yaprak testlerle tanışmışlardır.

OKS rekabetçi olduğu gerekçesiyle eleştirilirken acaba SBS’ler hem öğrenciler hem okullar arası rekabetçiliği engelleyebilmiş midir? SBS’ler rekabetçiliği engelleyememiş hatta daha da arttırmış ve erken yaşlara çekmiştir. Ayrıca MEB, SBS’den elde edilen veriler ile etkin bir değerlendirme yapılacağını ifade etmiştir. Oysa Bakanlığın SBS sonuçlarını etkin bir şekilde değerlendirdiğini ve buna göre gerekli tedbirleri aldığını söylemek mümkün değildir.

Tek SBS Uygulaması Yukarıda 2007 yılında SBS’lerin getirilmesiyle birlikte Bakanlığın beklentilerinin gerçekçi olmadığına işaret edildi. Peki, Bakanlığın bugünkü kararlarının gerçekçiliği için neler söylenebilir?

Ortaöğretime geçiş için sınavın sadece son sınıfta uygulanacak olması ve sadece son sınıf müfredatının sorulacak olması, daha erken yaşlarda okul dışı kaynaklara yönelmeyi doğal olarak azaltacaktır. Bu yönüyle karar, hedefine ulaşabilir ve çocuklar en azından altıncı ve yedinci sınıflarda kendilerine daha fazla zaman ayırma fırsatı bulacaklardır.

Sadece sekizinci sınıfta uygulanacak olan SBS’nin diğer olumlu bir yanı, yukarıda işaret ettiğimiz üzere, altıncı sınıfta sınav yapılmasının sekizinci sınıfta sınav yapılmasına göre daha fazla eşitsizlik riski taşımasıdır. Bakanlığın açıklamasında yer almayan ancak bizce öğrencilerin yaşadığı stresten daha önemli olan husus, budur. Bu yönüyle de yeni alınan karar, oldukça olumludur. Bir başka ifadeyle, çocuklarının eğitim kaderlerinin 12 yaş yerine 14 yaşlarında belirlenmesi, daha iyidir.

Çubukçu, SBS’lerin kaldırılmasını ve sadece sekizinci sınıfta SBS uygulamasına geçilmesinin temel nedenlerinden birini, çocukların yaşadığı stresi azaltmak ve okul dışı kaynaklara bağımlılığı azaltmak olarak ifade etmiştir. Stresi azaltmak adına 2008 yılından itibaren uygulamaya konan bir sisteminin yine stresi azaltmak gerekçesiyle 2010 yılında kaldırılması hazin değil midir? Daha tuhafı, yine 2010 yılında uygulamaya konan yeni üniversite giriş sistemi, stresi azaltmak gayesiyle, tek oturumdan iki aşamalı ve altı oturumlu bir sınav sistemine geçmiştir! Hem ortaöğretime geçişteki hem de yükseköğretime geçişte aynı yıl yapılan bu değişiklikler birlikte değerlendirildiğinde, stresi azaltmak gerekçesinin aslında hiçbir anlam ifade etmediği daha iyi anlaşılabilir. Zaten pratiğe bakıldığında, öğrencilerin streslerinin azalmasından ziyade, erkene çekilmesi veya ertelenmesinden bahsediyoruz. Benzer şekilde, okul dışı kaynaklara bağımlılığı azaltmak gerekçesiyle gelen bir sistem aynı gerekçeyle kaldırılmıştır.

Ortaöğretime geçiş sisteminde yapılan değişikliklerde temelde gözden kaçırılan husus, öğrencilerin ve ailelerin yaşadığı stresin kaynağı, sınavların varlığı değil, sınavlar sonucunda yerleşilen lisenin öğrencinin eğitim hayatında belirleyici olmasıdır. Dolayısıyla sorun, temelde, ortaöğretim sistemindeki bir takım uygulamalardır. Bakanlık da bu gerçeğin farkında olduğu için, ortaöğretime geçişteki düzenlemelerle birlikte ortaöğretimde de bir takım düzenlemelere gitmiştir. Bütün genel liselerin Anadolu ve meslek liselerine dönüştürülmesi düzenlemesini ele almadan önce, bugün ortaöğretim sistemini darboğaza sürükleyen nedenleri ele alalım. Ayrıca aşağıda değineceğimiz üzere, Bakanlığın gözden kaçırdığı bir diğer husus, ilköğretimde verilen eğitimin niteliğinin ortaöğretimdeki yapılanmayı etkilemesidir.

Liseler Arası Hiyerarşi Bugün ortaöğretime geçiş sınavında yaşanan stresin kaynağı, iyi bir lise kazanmanın öğrencinin eğitim hayatı üzerinde belirleyici görülmesidir. Ailelerin ve öğrencilerin ortaöğretime geçişe atfettikleri bu önem, asla sanal bir algı olarak değerlendirilmemelidir. Bu görüşün oldukça somut iki dayanağı vardır. Birincisi, öğrenci seçme sistemi dolayısıyla liseler arası başarı hiyerarşisi kurulmaktadır. Böylece daha başarılı öğrenciler belli liselere toplanmaktadırlar ve aileler bu okullarda eğitime daha uygun bir ortam olduğunu gözlemektedirler. Aileleri okul tercihine iten en önemli neden, ilköğretimin sonunda öğrenci seviyeleri arasında çok önemli farklılıklar olmasıdır. Bir başka ifadeyle, ilköğretim diploması, öğrencilerin asgari bir standartta öğrenme hedeflerine kavuştuklarını göstermemektedir. Aralarında önemli seviye farkları olan bütün ilköğretim mezunlarını, aynı lise sınıfına koymak ne öğrenci, ne öğretmen ne de veli tarafından istenmektedir. İkincisi üniversite giriş sisteminde uygulanan mevcut Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) uygulaması, iyi bir liseye giden öğrencileri üniversite giriş sınavında ödüllendirmektedir. Şimdi birbiriyle ilişkili bu iki etkeni ele alalım.

Birinci olarak, ortaöğrenimin yapılanması ve öğrenci seçme sistemi, liseler arası hiyerarşiyi pekiştirmektedir. Türkiye’de bugün yaklaşık 70 tür lise bulunmaktadır. Bu okul türleri altı genel müdürlüğe bağlı olarak çalışmaktadır. Türkiye’de okullar arası hiyerarşinin en temel nedeni farklı okul türlerinin varlığından çok, farklı türdeki okullara öğrencilerin seçilerek ve sıralanma sonucu alınmasıdır. Öğrenciler, sınav sonuçlarında aldıkları puanlara göre, liseler arasında tercih yapmaktadır. Örneğin, ilk 500’de yer alan bir öğrenci Ankara Fen ve Galatasaray lisesi gibi okulları, ilk 1000’deki öğrenciler ise İstanbul lisesi gibi okulları tercih etmektedir. Yıllardır öğrencilerin tercih eğilimi bu şekilde devam etmektedir.

Veliler de bu sistemden memnunlar çünkü çocuklarının diğer başarılı çocuklarla bir ortamda olmalarını, heterojen bir grupla birlikte olmasına yeğliyorlar. Bir başka ifadeyle, ortaöğretimdeki mevcut ayrıştırma, ilköğretimdeki genel kalitesizlikten doğmuş adeta zorunlu bir ihtiyaçtır. Yani, öğrenciler çok temel becerilere dahi sahip olmadan ilköğretimi bitirme imkânına sahip oldukları için, bu çocuklarla başarılı çocukları aynı sınıf ortamına koymak veliler tarafından doğru karşılanmamaktadır. Bugünkü mevcut ortaöğretim sisteminin hiyerarşisi, toplumsal meşrutiyetini bu husustan almaktadır.

Öğrenciler puanlarına göre tercihlerine yerleştirildikleri için, doğal olarak, ortaöğretim sınavlarında en iyi puan alan öğrenciler genellikle aynı liselere yerleşmekte ve bu öğrencilerin yerleştikleri bu liseler, üniversiteye girişte başarılı olmaktadırlar. Bir başka ifadeyle, iyi öğrenciler, seçkin diye atfettikleri liseleri kazanıyorlar ve bu liseler bu iyi öğrenciler sayesinde, üniversite giriş sınavında daha başarılı oluyorlar. Bu sonuç ise, ortaöğretimi tam bir kısırdöngüye sokmaktadır çünkü bu “başarılı” okullar, daha sonraki yıllar en başarılı öğrencilerin seçtikleri adres oluyorlar ve doğal olarak yine başarılı oluyorlar. Aileler ise, çocuklarını iyi bir üniversite kazanmaları için bu “başarılı” liselere göndermek istiyorlar. Özetle, liseler arası hiyerarşi, lisenin üniversite seçimindeki önemi dolayısıyla ortaöğretime giriş sınavlarının bir sonucudur.

İkinci olarak, hiyerarşinin hem bir belirleyicisi hem de bir sonucu, üniversite giriş sisteminde uygulanan AOBP’dir. Yıllar içerisinde çeşitli değişikliğe uğrayan ve halen uygulanan AOBP yalnızca giriş sisteminde değil, tüm milli eğitim sistemi üzerinde oldukça olumsuz bir etkiye sahiptir. AOBP sayesinde üniversite sınavına giren bir öğrencinin okul başarısı dolayısıyla elde ettiği puan, okulun giriş sınavında sergilediği total başarı tarafından belirlenmektedir. Yani, bir öğrencinin başarısı, o yıl okulunda sınava giren tüm öğrencilerin ortalama başarısı tarafından belirlenmektedir. Somutlaştırırsak, aynı diploma notuna sahip bir fen lisesi öğrencisi ile bir genel lise öğrencisi arasında ciddi bir puan farkı oluşmaktadır. AOBP dolayısıyla daha seçkin okullara giden öğrenciler üniversite giriş sınavında “doğal olarak” daha başarı olmaktadırlar çünkü bu okullardaki öğrencilerin ortalama başarısı yüksektir. Bu sistem, bireysel başarıyı adeta anlamsızlaştırmakta ve okul başarısını öne çıkarmaktadır.

AOBP, SBS’lerin ortaya çıkması ile birlikte çok daha açık bir soruna neden olmaya başlamıştı. Artık üniversiteye giriş puanı, bir çocuğun 12 yaşındaki performansı ile belirlenmektedir. Çünkü 12 yaşındaki öğrencilerin SBS puanı, hangi lisede okuyacağını belirlemekte ve belirlenen bu lise ise öğrencinin AOBP’sini ve dolayısıyla üniversite giriş puanını doğrudan belirlemektedir!

Mevcut milli eğitim sisteminin dar boğazlarına böylece işaret ettikten sonra, sormamız gereken soru şudur: Ortaöğretime dönük öngörülen düzenlemeler yani bütün genel liselerin Anadolu ve meslek liselerine dönüştürülmesi, ortaöğretime giriş üzerindeki baskıyı azaltabilir mi?

Ortaöğretimin Yeniden Düzenlenmesi Çubukçu, orta öğretimde gerçekleştirilecek yeniden yapılanma ile gelecek yıllar içerisinde genel liselerin tamamının Anadolu Liselerine ve Meslek Liselerine dönüştürüleceğini, okullar arası niteliksel farklılıkların bu şekilde ortadan kaldırılacağını, okul çeşitliliğinin de en aza indirileceğini bildirdi. Bu açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla Çubukçu’nun beklentisi, liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesinin kendi başına ortaöğretim kurumları arasındaki kalite farkını ortadan kaldırmasıdır. Bakan Çubukçu “liselerimizin tamamının Anadolu liselerine dönüştürülmesinden sonra ortaöğretime herhangi bir şekilde sınav sistemiyle geçiş olmayacak, okul başarı sistemiyle geçiş olacak” diyerek, önümüzdeki yıllarda sınav merkezli sistemden çıkışı işaret etmiştir. Zaten Çubukçu, 29 Haziran 2010’da yaptığı bir açıklamada dört yıl içerisinde bütün liselerin Anadolu liselerine dönüştürüleceğini ve bundan sonra sınavların kaldırılacağını ifade etmiştir.

Liselerin yeniden isimlendirilmesi veya başka lise türüne dönüştürülmesi, ortaöğretim geçiş sistemi üzerindeki baskıyı azaltmayacak; aksine Anadolu liseleri sınavla öğrenci aldığı takdirde daha da artırabilir. Çünkü aynı lise türü içerisinde de bir sıralama ve hiyerarşi sözkonusudur. Aynı ildeki Anadolu liseleri arasında da bir hiyerarşi sözkonusudur. Sınavsız öğrenci alan bir genel lisenin, sınavla öğrenci alan bir Anadolu lisesine dönüştürülmesi, zorunlu olarak, o okulun öğrenci profilini değiştirmekte ve homojenleştirmektedir.

Hem ulusal hem de uluslar arası sınav ve değerlendirmeler, Türkiye’de hem okul türleri arasında hem de aynı okul türleri arasında bir farklılaşma ortaya koymuşlardır. Bu, doğrudan liselere öğrenci seçmeyle ilgili bir husustur. Örneğin Anadolu lisesi statüsünde bulunan İstanbul Lisesi ilk bin içinden öğrenciler seçerken Fatih’teki başka bir Anadolu lisesi ilk 40 bin civarından, daha uzaktaki bir Anadolu lisesini ise ilk 80 binden öğrenciler seçmektedir. Liselere öğrenci seçme ve dolayısıyla liselerin hiyerarşik dizilişi var olduğu müddetçe, niteliksel farkın indirilmesi mümkün değildir. Çünkü öğrenci seçme, tanım itibariyle, okulları homojenleştirmek ve böylece niteliksel olarak sıralamaktadır. Özetle bütün liseler, Anadolu liselerine dönüştürüldüğünde ve bu liseler sınavla öğrenci aldıklarında, okullar arası niteliksel farkın azaltılması mümkün değildir.

Seçilerek ve sıralanarak liselere öğrenci alınmaya devam edildiği takdirde daha önce mahallenin okulu olan okullar da dâhil olmak üzere tüm okullara sıralamaya göre öğrenci alınacaktır. Ki bu durum oldukça olumsuz sonuca neden olacaktır. Örneğin, büyükşehirlerde eskiden mahallesindeki genel liseye giden bir öğrenci artık sıralamaya göre oldukça uzaktaki bir Anadolu lisesine gitmek durumunda kalacaktır.

Alternatif olarak, Anadolu liselerine sınavsız öğrenci alınabilir ki dört yıl sonra böyle bir uygulamaya geçileceği anlaşılmaktadır. Burada her Anadolu Lisesi eğer mahallenin lisesi olacak şekilde dönüşürse ancak okullar arası hiyerarşi kırılabilir ve hâlihazırda başarılı olarak tanımlanan liselere yönelik baskı azalır. Aksi takdirde tüm öğrenciler ve velileri bugün başarılı olarak tanımlanan okullara gitmeye çalışacaklardır ve bugüne yani başa dönmüş olacağız. Ayrıca sadece karne notlarıyla öğrenci seçildiği takdirde, öğretmenler ve idareciler baskı altına alınacaktır. Daha önce uygulanan süper liselere öğrenci alınmasındaki sıkıntıları hatırlayabiliriz.

Stresle Yaşamayı Öğrenmek Bundan üç yıl önce aynı kaygılar ile ortaöğrenime geçiş sisteminin değiştirilmesi ve aynı kaygıların ifadesi ile üç yıl sonra tekrar sistemde bir değişikliğe gidilmesi, aynı hükümetin iki farklı eğitim bakanı tarafından aynı gerekçelerin telaffuz edilmesi hayli ironik bir durumdur. Bu durum, Bakanlığın politika yapım sürecinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası, aynı gerekçelerin birbirine zıt iki kararda da kullanılması, bu gerekçelerle hareket etmenin en azından sorunlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Üç yıl önce, sınav sisteminde yapılan bir değişikliğin eğitim sisteminde birçok sorunu çözmesi gibi aşırı bir beklenti içine girilmişti. Benzer şekilde, bugün alınan kararlar ile eğitim sisteminin sorunlarının bir kısmının çözülmesi beklenmektedir. SBS’lerin teke indirgenmesi, elbette ki, ilköğretim sistemini biraz daha rahatlatacaktır. Ancak ortaöğrenime (dolayısıyla hem ilköğretime hem de yükseköğretime) ilişkin yapısal sorunlar ve sorunların kaynağı iyi analiz edilmediği sürece yapılacak değişikliklerin, eğitim sistemine ilişkin kronik sorunları çözmesi beklenemez.

Yapılan değişiklik ile, değişimin iki ana gerekçesi olarak sunulan öğrencilerdeki stres ve kaygıyı azaltmak ve okul dışı kaynaklara yönelmeyi en aza indirmek sorunları çözülmeyecektir. Çünkü bu iki nokta da mevcut eğitim sisteminin sonucudur; nedeni değildir. Sınırlı sayıda iyi üniversitenin varlığı, üniversiteler ve üniversite programları arasında kalite farkının açıklığı, liselerdeki hiyerarşik yapılanma ve AOBP sistemdeki en önemli sorunlardır. Stresi yok etmek ve okul dışı kaynaklara yönelmeyi azaltmayı hedeflemek, eğitim sisteminde ne yapmamız gerektiği hakkında bir fikir vermez. Asıl mesele sınav stresini ortaya çıkaran, okul dışı kaynaklara yönelmeyi sağlayan bütün eğitim sistemine hâkim olan eğitimdeki hiyerarşik yapılanmanın esnetilmesidir.

Son olarak, kaderin bir başka cilvesi, hem OKS’nin kaldırılmasında hem de SBS’lerin kaldırılmasında, öğrencilere yaşam becerileri kazandırmanın veyahut hayata hazırlamanın önemi üzerinde durulmuştur. Oysa yapılan bütün ulusal ve uluslararası sınav sonuçları, öğrencilerin akademik becerilerinin oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Öğrencilere temel akademik becerileri kazandırma, onları hızla değişen hayata hazırlamanın bir parçasıdır.

MEB, Yönlendirme! 05.06.2010 tarihli genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesine ilişkin genelgeye göre kimi liseler Anadolu liselerine dönüştürülürken kimileri meslek liselerine dönüştürülecektir. Ancak genelgedeki asıl sorun, belirli bir bölge için tanımlanmış Anadolu lisesine girmeyen ancak mesleki eğitime gitmek istemeyen bir öğrencinin ne yapacağı konusundaki durumdur. Çünkü genelgenin de işaret ettiği üzere Anadolu liseleri belirli bir kontenjan çerçevesinde öğrenci almaktadır. Burada tehlikeli olan, genelgenin dördüncü maddesinde işaret edilen “Anadolu lisesine dönüştürülen okullar dışında kalan genel liselerin binaları ile her türlü müştemilatı, okuma arzusunda olan öğrencilerin, örgün eğitimin dışında bırakılmaması için valiliklerce uygun görülen mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarının hizmetine sunulacak, böylece mesleki eğitime daha çok öğrenci akışı sağlanacak” şeklindeki ibaredir. Genelge açıkça bazı öğrencilerin istekleri dışında dahi olsa bir yönlendirmeye tabi olacağına işaret etmektedir!

Adına ister “yönlendirme” ister başka bir şey diyelim, öğrencilerin meslek liselerine istekleri dışında gönderilmeleri, bir zorlamadır ve bu türden zorlamalar pedagojik olarak her yönüyle sorunludur. Öncelikle, hem geleneksel hem de çağdaş eğitim, toplumun ve öğrencinin talep, ilgi ve isteklerini dikkate alır. Dolayısıyla, öğrencinin ortaöğretimde ne tür bir eğitim alması gerektiği, mesleki eğitim oranlarının artırılması gerektiğine dair bir kısım rakamlara indirgenemez. Öğrencinin 14 yaşındaki performansına göre, onun ne tür bir eğitim alacağına, öğrencinin ve ailesinin rızası olmadan karar vermek, öğrencinin daha sonraki yaşlarda performansının değişebileceğini ve daha önemlisi ilgisinin değişebileceğini ihmal etmek anlamına gelmektedir.

MEB bir yandan hayat-boyu öğrenmenin önemini vurgularken, bir yandan “öğrenci-merkezli” uygulamaları esas alırken, öte yandan öğrencileri akademik bir eğitim alma imkânından kısıtlaması önemli bir çelişkidir. MEB belli sayısal hedeflere ulaşmaya çalışırken, öğrenci ve velilerinin taleplerini de dikkate almalı ve bu talepler temelinde hedefler belirlemelidir.

Bundan Sonra Neler Yapılmalı? 1. İlköğretimi ve ilköğretim diplomasini anlamlı hale getirmek için çocukların temel bilgi ve becerileri kazanarak mezuniyetlerinin sağlanması gerekir. Bu konuda her sınıf düzeyinde öğrencilerin sahip olması gereken temel bilgi ve becerilerin tanımlanması ve öğrencilerin bu düzeye ulaşması için eksiklik giderici çalışmalar yapılmalıdır. İlköğretim mezuniyetinin anlamlı hale getirilmesi ve böylece liseye giden bütün öğrencilerinin seviyelerinin artırılması, hangi lisede okunacağı konusunda yaşanan baskıyı azaltacaktır.

2. Ortaöğrenimdeki hiyerarşiyi esnetmek ve ilköğretimi aşırı baskı ve rekabetçi bir yapıdan kurtarmak için AOBP uygulamasından derhal vazgeçilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu, AOBP uygulamasının yerine konulacak ve lise başarısını üniversiteye girişte yansıtacak bir uygulama üzerinde çalışmalıdır. Örneğin, lise bitirme veyahut olgunluk sınavı uygulamasının başlatılması ve üniversite giriş için eleme niteliğinde kullanılması üzerinde tartışılmalıdır.

3. Üniversiteler ve programlar arasındaki açık hiyerarşik yapının esnetilmesi adına, özellikle daha az tercih edilen üniversiteler ve bölümler, kendilerini toplumun beklentilerine göre güncellemeli ve böylece mezunlarının istihdam edilebilirliklerini artırmalıdırlar.

4. Bakanlık, genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesinin, öğrenci seçiminden, öğretmen seçimi ve rejimine, bu değişikliğin okulları ve çevresini, öğrenci ve aileleri nasıl etkileyeceğini iyi analiz etmelidir. Sınavla ve sıralama ile öğrenci alındığı takdirde tüm taraflar üzerindeki maliyeti hesaba katılmalıdır. Dahası, bu karar, sadece bazı liselerin Anadolu liselerine çevrilmesi anlamına gelmemekte, tüm ortaöğrenimin yönetim, finansman, personel ve öğrenci açısından dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Anadolu lisesi statüsünde öğrenci alan ve köklü geleneğe sahip Galatasaray, İstanbul ve Kabataş lisesi gibi liseler, sınav kaldırıldığında nasıl öğrenci alacaklardır?

5. İsteyen hiçbir öğrenci, akademik eğitimden mahrum bırakılmamalıdır. Dolayısıyla, yönlendirme, bir tür zorlamaya dönüşmemelidir. Eğer Anadolu liseleri kontenjan temelinde öğrenci alacaksa, Anadolu lisesine gidemeyen öğrenciler zorunlu olarak meslek lisesine mi gidecekler? Bu öğrencileri meslek lisesine gitmeye zorlamak, yeni bir katsayı ve kast sistemi doğurmaz mı?  

Etiketler: