Ortadoğu’nun Jeopolitiği Değişiyor mu?

Irak'ın bölünmesi durumunda II. Dünya savaşından beri bölgenin değişmeyen jeopolitiği somut anlamda kırılmış olacak ve etnik yapının belirleyici olacağı yeni bir devlet ortaya çıkacak.

Ortadoğu siyasal düzeyde bir değişim sürecinden geçiyor. Bu süreç ciddi sonuçlara gebe.

Mısır’da hiçbir şey olmamış gibi, otoriter rejim yapılarının kendilerini güncellediği ve daha sert bir karaktere büründüğü 2010 öncesine geri dönüldü. Sadece İhvan değil, bütünüyle toplumsal muhalefet sindirildi.

Sınırımızda olan bitenler ise Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini daha yakından ilgilendiriyor. Irak ve Suriye’de işleyen süreçlere bakıldığında kısa vadede bu ülkeleri kimin yöneteceği meselesi ikincil öneme düşmüş durumda. Zira bu iki ülke başta olmak üzere birçok ülke bölünmenin eşiğine geldi.

Jeopolitik dönüşümler, aktörlerin birbirleri ile anlaşarak gerçekleştirdikleri bir şey değil. Fiili durum üzerinden ve güç kullanarak, dayatma ile gerçekleşir. Bölgemizde bu süreç 2003 Irak işgalinden beri işliyor. Abartılı bir benzetmeyi göze alarak söyleyecek olursak, 2003’ten sonra bölge neredeyse I. Dünya Savaşı sonrası değişime benzer bir süreçten geçiyor. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “oyunların farkındayız, dayatmalara boyun eğmeyeceğiz” mealindeki sözleri tam da bu duruma işaret ediyor.

Irak’ın bölünmesi durumunda II. Dünya savaşından beri bölgenin değişmeyen jeopolitiği somut anlamda kırılmış olacak. Başka bir deyişle rejim değişimi bile yaşanmayan bölgede bir ülke fiili olarak bölünecek ve etnik yapının belirleyici olacağı yeni bir devlet ortaya çıkacak.

Soğuk Savaşın bitişi bile Ortadoğu’da bir dönüşüme yol açmadı. 1980-88 arasındaki Irak-İran savaşı, Saddam’ın Kuveyt’i işgalinin temel gerekçesi sınır anlaşmazlıkları idi. Buna rağmen bu ülkeler arasındaki sınırlar bir milim bile değişmedi. ABD’nin Irak’a müdahalesi de Saddam rejiminin Kuveyt’ten çıkarılması ile sınırlı kaldı. Bütün bu olayların ekonomi-politik etkileri tabi ki azımsanacak bir konu değil ancak bu farklı düzeyde bir değerlendirmeyi gerektirir.

2003 Irak işgali ise bu anlamda bir dönüm noktasıdır. Ortaya çıkaracağı sonuçların tümünün hesap edilerek başlatılmış bir işgal olduğunu söylemek güç. Ancak ABD’nin Irak’ı 2003’te işgali bölgeye dair yapılan ve yapılacak bütün analizler için merkezi bir yer işgal etmektedir. Dolayısıyla bu gelişme hesaba katılmaksızın yapılacak bir analiz eksik kalacaktır. Bir başka deyişle bu işgal Ortadoğu’da ‘Pandoranın Kutusu’nu açmış oldu.

Arap İsyanlarının bölgesel düzeyde yarattığı etkilerin mikro ölçeğini işgal dolayısıyla Irak’ta görmüştük. Devlet dışı aktörlerin ve terör örgütlerinin hızlıca büyümesi ve alan kazanması, Irak’ın yönetim yapısının değişerek bölünmeye doğru ilk adımın atılması, İran yayılmacılığının önünün açılması v.s. Aslında Arap isyanları sonrasında tartıştığımız bu fenomenlerin kökenlerini Irak işgalinde bulmak mümkün. Bütün bunları mümkün kılan etken ise tek kelime ile devletin çöküşüydü.

Irak’ta devletin çöküşü bugün Barzani yönetiminin referandum kararına zemin hazırladı. Benzer bir durumun Suriye’de yaşanmayacağının garantisi yok. ABD’nin “DEAŞ’la mücadele” söylemi altında yürüttüğü strateji dolayısıyla YPG, Fırat’ın doğu yakasında en önemli güç haline geldi ve uluslararası düzeyde meşruiyet kazandı.

İdlib üzerinden kurulan senaryo ile Fırat’ın Batısına geçme hesapları yapıyor.

YPG’nin kontrol altında tuttuğu bölgelerin güvenlik bakımından istikrara kavuşması ve ekonomik kaynaklar bulması durumunda fiili durum oluşmuş olacak. Hâlbuki üç yıl önce PYD/YPG Suriye’de en zayıf aktördü. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi.

Bu tabloyu Türkiye’nin oturup seyretme lüksü yok. Ancak bütün maliyeti üstlenecek bir pozisyona evrilmesi de doğru değil. Belirlediği öncelikler doğrultusunda stratejilerini ve uluslararası işbirliğini güncellemek ilk iş olacaktır.

[Fikriyat, 4 Eylül 2017]

Etiketler: