CREATOR: gd-jpeg v1.0 (using IJG JPEG v80), quality = 100

Ortadoğu’da Kalıcı Barış Umudu Türkiye’den Geçer

SETA Güvenlik Araştırmacısı Talha Köse, Suriye'deki son gelişmelerin Türkiye'nin iç güvenliği açısından taşıdığı tehlikeleri AA için değerlendirdi.

Suriye’de rejim güçleri, Rusya’nın hava bombardımanı ve PYD/YPG’nin karadan desteği ile Azez hattına yaklaştı. Bu gelişme Suriye’deki muhalif güçlerin direnç şansını büyük ölçüde azalttı. Rejim güçleri ve PYD ise Halep’te demografik mühendisliğe hazırlanarak Halep’in kuzeyindeki PYD bölgesini tamamen ele geçirme gayreti içerisinde. Halep’in tamamen rejim güçleri ve PYD’nin kontrolü altına girmesi ise Suriye’deki iç savaşın büyük ölçüde ılımlı muhalefetin yenilgisi ile sonuçlanmasına neden olacaktır. Suriye’nin geleceği planlanırken Türkiye açısından kabul edilebilir senaryolar ihtimal dışı hale gelecektir.

Bütün bu olumsuz gelişmelerde, sahada doğrudan ve vekilleri aracılığı ile savaşan İran ve Rusya’nın yanı sıra, Türkiye’nin güvenliğini hiçe sayan ABD ve maliyetsiz bir şekilde Suriye krizinden sıyrılmaya çalışan AB’nin de büyük rolü olmuştur. Hatta Türkiye açısından en olumsuz senaryo, yani Türkiye’nin sınır hattının PYD’nin eline geçmesi, ABD himayesinde olmuştur. Bu açıdan Türkiye’nin güvenliğine en büyük darbeyi vuran, Türkiye’nin “müttefik olarak” bildiği ABD yönetimi olmuştur. Üstelik bu zararı verirken fazla da bir bedel ödememiştir. Türkiye her zamanki gibi müttefiklerine en fazla ihtiyacı olduğu bir dönemde “müttefiklerini” yanında değil karşısında bulmuştur.

Türkiye savaşın başından beri revizyonist bir aktör olarak, Suriye’deki karışıklıktan istifade edip toprak kazanmaya çalışmadı veya Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozacak bir anlayış içerisinde olmadı. Bu yaklaşımı Türkiye’nin Suriye’de maceracı hamleler yapmasının önüne geçti. Hatta iç savaşın başlarında, 2012 yılında ABD, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi beklentisi içerinde oldu. Suriye iç savaşının başından beri savaşın dışında kalmaya çalışan ve insani krizin yönetilmesine odaklanan Türkiye, bir yandan da kendi sınır hattının kendisi için güvenlik tehdidi oluşturacak unsurların eline geçmemesine çabaladı. PYD’nin, Rus hava desteği ve rejim güçlerinin yerden desteği ve ABD’nin silah desteği ve diplomatik çabaları ile Kuzey Suriye hattındaki kazanımları, Suriye’yi artık Türkiye’nin bir iç güvenlik sorunu haline getirdi. Türkiye’nin bundan sonra bu krizin dışında kalması oldukça zor.

RUSYA’NIN MÜDAHİL OLMASI VE TÜRKİYE AÇISINDAN GÜVENLİK RİSKLERİNİN ARTMASI

Rusya’nın Suriye’ye girmesi ile Türkiye açısından Suriye’ye bakış konusunda yapısal bir değişiklik yaşandı. Rusya sahada ılımlı muhalifleri ve Türkmenleri bombalayarak YPG’nin sahada ilerleyişine alan açtı. Bunu yaparken Türk hava sahasını da defalarca ihlal etti. Türkiye’nin, sınır ihlali yapan Rus jetini düşürmesinin ardından ise Türkiye’yi doğrudan tehdit edebilir konuma geldi. Terör örgütü PKK ise Suriye’nin kuzeyinde bir jeopolitik derinlik kazanmaya başladı. Böylesi bir kazanım, Türkiye açısından kalıcı bir güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Üstelik Türkiye’nin, Ortadoğu’nun geri kalan kısmı ile doğrudan irtibatı da kesilmektedir. Bu da Türkiye açısından ciddi bir vizyon daralması anlamına gelecektir. Türkiye’yi ekonomik ve kültürel olarak Anadolu’ya hapsetme çabası, Türkiye’nin bölgedeki rakipleri kadar, müttefiki saydığı ülkelerin de girişimleri ile oluşmaktadır. Bu cendereyi kırmaya çalışmak ise Türkiye’nin en tabii hakkıdır. Ancak Türkiye açısında askeri yöntemler kullanmadan soruna müdahil olma imkanı neredeyse kalmamıştır. Türkiye’nin bu açıdan krize müdahil olmamak için müttefiklerinin diplomatik desteğine ve kendi güvenlik kaygılarını anlayarak destek vermelerine daha fazla ihtiyacı vardır. ABD, maalesef böylesi bir anlayış içerisinde değildir.

ILIMLI MUHALEFETİN YENİLMESİ VE BİR SONRAKİ RADİKALLEŞME DALGASI

Suriye’de direnişin kırılması veya yenilmesi, Suriye’de ve Ortadoğu’nun genelinde yakın zamanda bir düzen oluşturulacağı anlamına gelmez. Tam tersine ılımlı muhalefetin yenilmesi, seçenek olarak daha radikal hatta terörist olarak kabul edilen unsurların sahada yalnız kalmaları anlamına gelecektir. Ilımlı muhalefetteki silah ve askeri birikimin de kısa sürede DAEŞ ve Nusra’ya veya oluşabilecek yeni ve daha radikal unsurlara taşınması pek sürpriz olmayacaktır. Suriye’de demografik mühendislik yapanlar, yakın zamanda daha farklı sorunlarla yüzleşeceklerinin farkına varmak durumundadır. ABD ve AB’nin ise direniş hattının kırılmasının nihai sonuçları konusunda kapsamlı bir planlama yapmış oldukları oldukça şüphelidir. Suriye ve Irak’ta günü kurtarmaya yönelik hamleler daha büyük sorunlar üretecektir. Bu açıdan Suriye ve Irak’ta kalıcı bir istikrar sağlanmak isteniyorsa Ankara’nın desteği önem arz etmektedir. Ankara Suriye iç savaşına sahada doğrudan müdahil olmamıştır ama Suriye ve hatta Irak’ta istikrar ancak Türkiye’nin sahada barış inşası konusundaki katkıları ile olabilir.

ABD’li ve Avrupalı dostlarımız şunu bilmelidir ki, Batı Suriye’de devam eden kriz içinde, Türkiye’yi tehdit eden terör örgütlerine siyasi ve askeri destek verme konusunda ısrar ederlerse DAEŞ ve diğer radikal terör örgütleri ile mücadelelerinde Türkiye’yi yanlarında bulamazalar. Yalnız Türkiye’yi değil, Türkiye ile ortak çıkarları bulunan diğer Sünni devletleri de kendi istedikleri şekilde pozisyon almayabilirler. O zaman mücadelelerinde yer almak isteyecek İran, Hizbullah, Şii milis grupları ve kendilerine uluslararası meşruiyet arayışı için olan otoriter rejimler gibi taraflar ise bastırmak istedikleri şiddetin birincil derecede kaynaklarıdır. Bu durumda kendilerini daha karmaşık ve çelişkili bir tablo ile karşı karşıya bulurlar. Kısa vadeli taktik işbirlikleri ve Türkiye’yi kıstırma çabaları, uzun vadede ters teperek daha büyük zararlara uğramalarına neden olabilir. Suriye meselesini Türkiyesiz halledebileceklerini düşünebilirler ancak Ortadoğu’da kalıcı barışa, ki bu belki de on yıllar süren bir çaba sonrası ortaya çıkabilir, Türkiye’nin desteği olmadan ulaşmaları oldukça güç.

KRİZİN BİR SONRAKİ DURAĞI

Rusya, Halep üzerinden bir yandan demografik yapıyı bozmaya çalışırken diğer yandan Avrupa üzerinde sığınmacı baskısı oluşturmaktadır. Bu hamlesi ile AB’yi aciz bırakarak dağılmamasını sağlamayı ummaktadır. Dün Gürcistan, Ukrayna, bugün Türkiye’yi taciz ve tehdit eden Rusya’nın bir sonraki hedefinin Baltık Denizi, Doğu Avrupa ve Transdinyester bölgesi olacağını öngörmek hiç de zor değildir. Hatta yakın zamanda Balkanlarda, Rusya’nın bazı milliyetçi Sırp unsurları kışkırtması ile yeni bir çatışma dalgası ile karşı karşıya gelebilirler. Rusya’yı dizginlemenin yolu, kendileri için stratejik değeri olmayan Suriye’de oyalamaya çalışmak, Rusya’nın burada daha da fazla meşgul olmasını sağlamak değil büyük resme odaklanarak kendi müttefiklerine sağlam ve inandırıcı destek vererek bir sonraki maceraya sürüklenmekten alıkoymak olacaktır. Bugün bu desteği vermezlerse, sonraki krizlerde işbirliği yapabilecekleri müttefikleri aynı istekte ve motivasyonda bulamayabilirler.

Rusya, Suriye’deki hamlesi ile birçok hedefine aynı anda ulaşmaya çalışmaktadır. Bu nedenle de artan bir şekilde risk almaktadır. Rusya’nın bu kadar rahat bir şekilde risk almasının sebebi ise karşısındaki aktörlerin birlik olamamaları ve herkesin kendi riskine odaklanarak kendilerini doğrudan etkilemeyen meselelere ses çıkarmamalarıdır. Bu konuda Obama yönetiminin liderlikten kaçınmasının da büyük rolü vardır. ABD ve AB, önümüzdeki dönemde yeni ortaya çıkacak kriz alanlarındaki riskleri yönetebilmeleri için Türkiye ile işbirliği olanaklarını daha fazla zorlamalıdırlar. Bu konudaki en büyük sorun ise özellikle ABD ve AB ülkelerindeki liderlerin vizyon eksikliğidir. Günü kurtarma yaklaşımı dünyayı çok daha içinden çıkılmaz krizlere sürükleyebilir.

[Anadolu Ajansı, 18 Şubat 2016]

Etiketler: