Ortadoğu Kaosunda Yeni Denklem

Güney sınırımızda bağımsız bir yapının ortaya çıkması başta ABD olmak üzere Almanya ve birçok Batılı aktörün Türkiye’yi “yedekleme” stratejisinin hayata geçmesi anlamına gelecektir.

IKBY Başkanı Mesut Barzani, Haziran ayı başında 25 Eylül’de yapılacağını ilan ettiği bağımsızlık referandumunu birçok aktörün uyarılarını kulak arkası ederek gerçekleştirdi. Barzani’nin bu ısrarını ve doğurabileceği sonuçları anlamak açısından şu üç sorunun cevaplanması gerekmektedir: Bütün tepkilere rağmen Barzani’nin bu adımı atmasının arkasında yatan temel sebep nedir, bir başka deyişle neden şimdi? Referandum ne anlama geliyor? Bu adımın muhtemel sonuçları nelerdir?

‘Neden şimdi’ sorusunu tek bir kelime ile cevaplamak mümkün: Çünkü Barzani bu fırsatı yakaladığını düşünüyor. Meselenin tarihine kısaca göz atarsak mevcut konjonktürün Barzani’nin zihninde neden uygun bir zaman dilimi olduğu da daha iyi anlaşılır.

İKİ DÖNÜM NOKTASI

Ortadoğu’da bir şekilde bağımsız bir Kürt devletinin oluşması meselesi uzun bir tarihe sahip. I. Dünya Savaşı öncesine kadar giden bu süreçte Kürt aşiretlerinden oluşan milislerin bu bölgeyi kontrol eden otoriteye karşı defaatle isyan ettikleri biliniyor. İran’da Mahabat Cumhuriyetini ilan etmeleri ile amaçlarına ulaşmış olsalar da bu cumhuriyetin yaşaması mümkün olmadı. Bu yapının sonunu getiren şey bizzat ABD desteğindeki İran ordusuydu. Özerklik statüsüne sahip olmaları ise Saddam Hüseyin’in iktidara gelişinden sonra mümkün oldu. Birkaç defa kazanıp kaybedilen özerkliğin garantisi ise 1991 yılındaki Körfez Savaşı’dır. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonucunda Irak’ın kuzeyinde ilan edilen uçuşa yasak bölge, özerkliğin yeniden kazanılmasını sağlamakla kalmadı aynı zamanda onun teminatı oldu. 2003 yılında Saddam’ı tasfiye etmek amacıyla başlayan işgalin yarattığı sonuçlar ise hem Irak hem de Ortadoğu için bir dönüm noktasıydı. Bu işgalin Irak’ta merkezi otoritenin çökmesi ile sonuçlanması Barzani’nin yeniden elde ettiği özerkliğin coğrafi sınırlarının genişlemesi ve özerklikten daha fazlasını içeren fiili bir yönetim elde etmesine yol açtı. Arap İsyanlarının bölgesel düzeyde yarattığı etkilerin mikro ölçeğini işgal dolayısıyla Irak’ta görmüştük. Devlet dışı aktörlerin ve terör örgütlerinin hızlıca büyümesi ve alan kazanması, Irak’ın yönetim yapısının değişerek bölünmeye doğru ilk adımın atılması, İran yayılmacılığının önünün açılması bu etkilerin başında geliyor. Aslında Arap isyanları sonrasında tartıştığımız bu fenomenlerin kökenlerini Irak işgalinde bulmak mümkün. Bütün bunları mümkün kılan etken ise tek kelime ile devletin çöküşüydü.

Devletin çöküşü ve toparlanamaması, özellikle 2008 sonrasında Maliki yönetiminin mezhepçi politikaları bütün toplumsal kesimlerin Irak merkezi yönetiminden uzaklaştıran etkiler yarattı. Bu siyaset aynı zamanda DEAŞ’ın çok hızlı bir şekilde alan kazanmasına zemin hazırladı.

FIRSAT BU FIRSAT!

Referandumun ilan edildiği Haziran ayının başını baz alarak Barzani yönetiminin bu siyasal ortamı bir fırsat olarak gördüğünü üç düzeyde değerlendirmek mümkün. Birincisi IKBY’nin iç siyasi atmosferi, ikincisi Irak’ın durumu ve üçüncüsü uluslararası konjonktürün uygunluğu. IKBY’nin karşı karşıya olduğu sorunlara bakıldığında hem siyasi hem de ekonomik olarak birçok krizle boğuştuğu görülür. 2005 yılından itibaren hızlı bir şekil-de artan yatırımlar özellikle DEAŞ’ın Musul’u ele geçirerek Erbil’e doğru harekete geçtiği 2014 yılından itibaren durma noktasına geldi. Bölgenin siyasi görüntüsü de pek parlak değil. 2013 yılında yapılması gereken başkanlık seçimleri yapılmadı ve Barzani’nin görev süresi 2015’e uzatıldı. 20 Ağustos 2015’te yapılması kararlaştırılan seçimler ise hala yapılabilmiş değil. Seçimler etrafında oluşan çekişmeler, siyasi partileri fazlasıyla germiş durumda. Parlamentonun referandumun ilanından sonra açıldığı ve başkanının Erbil’e giremediği bir ortam söz konusu. İç çekişme bölgenin ikinci büyük partisi Goran’ı son ana kadar referandum karşıtı bir noktaya itmiş durumdaydı. Dolayısıyla referandum, bütün bu sorunların aşılması ve bölge-sel yönetim düzleminde belirleyici aktör konumunun koruması için önemli bir fırsat olarak görüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hamleyi “kişisel ve kısa vadeli hedeflere yönelik” olarak tanımlamasının sebebi de budur.

İkinci düzey, Irak merkezi yönetiminin durumu: Irak’ta IKBY bölgesi dışındaki topraklarda hem siyasi hem de toplumsal parçalanma hız kazanırken IKBY bir konsolidasyon süreci yakaladı. Merkezi hükümetin DEAŞ’la mücadele etmesi ise Barzani’nin elini rahatlatan bir sürece dönüştü. DEAŞ’la mücadeleyi bir kaldıraç olarak kullandığı da açık. IKBY’nin uluslararası aktörler nezdinde tanınırlığının artmasının yanı sıra bu süreçte kontrol ettiği toprakları epeyce genişlettiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Üçüncü Düzey, uluslararası atmosfer: Barzani yönetiminin bu hamlesine Türkiye ve İran’ın sert tepki vereceğini tahmin etmek zor değildi. Ancak bu iki aktörü de farklı yollarla razı edebileceğini düşündü. Türkiye ile sahip olduğu ticari ilişkiler, Türkiye’nin öncelikli meselesinin Suriye ve daha özelde PKK olması… Barzani, PKK’ya karşı işbirliği üzerinden Türkiye’yi ikna edebileceğini düşündü. İran’a karşı ise en büyük kozu Tump yönetiminin tutumu. Trump’ın İran’a karşı uygulamaya koyması beklenen çevreleme stratejisini bir kaldıraç olarak kullanmayı düşündü. 5 Haziran’dan çok daha önce Musul operasyonu başlarken bağımsızlığa yönelik referandumu dile getirmesine rağmen hemen hiçbir ülkeden kayda değer bir tepki gelmemesi ve yaptırıma gidilmemesi ise Barzani yönetimini cesaretlendiren önemli bir faktör olmuştur.

Ancak zaman geçtikçe aktörlerin tepkileri sertleşti. Diplomatik kanallarla başlayan ikna sürecinden sonuç alınamaması üzerine aktörler ellerin-deki kozları kullanmaya ve söylemlerini sertleştirmeye başladı. Dahası ABD bile açıktan referandumun kötü bir zamanlamaya sahip olduğunu dile getirerek alternatif sunduğunu açıkladı. Ancak Barzani geri adım atmadı ve referandumu gerçekleştirdi.

Referandumun gerçekleşmesi bundan sonrasına dair soruları gündeme taşıdı. “Bundan sonra ne olacak?”, “Kürdistan kurulmuş mu oldu?” gibi sorular gündemde. Kestirmeden söyleyelim: Kürdistan kurulmadı. Referandumun gerçekleşmiş olması kamuoyunda bu yönde bir hava estirmiş olsa da kurulmadı. Bağımsız bir devletin ortaya çıkması için gerekli siyasal ve prosedürel şartlar görmezden gelinemez. Prosedürel açıdan yerine gelmesi gereken üç şart var: Birincisi referandum, ikincisi egemen devletin rızası ve üçüncüsü tanınma. İlk şart yerine gelmiş gibi gözükse de aslında diğer şartların yerine gelmemesi ilkini de akim kılıyor. Yakın tarihte bu şartların Kosova, Sudan gibi ülkelerde gerçekleştiğini gördük. Bu mesele özelinde ise Irak merkezi hükümeti ve Birleşmiş Milletler ’in referanduma yaklaşımları referandumu da gayrı meşru kılıyor.

Buna karşın Barzani’nin bütün taraflara müzakere çağrısı yapması iki amaca matuftur. Birincisi referandumu elde edilmiş bir kazanım olarak tahkim etmek; ikincisi ise Türkiye, İran ve Irak arasında oluşan söylemsel ve fiili işbirliğini kendi lehine bozmak.

MUHTEMEL SENARYOLAR

Referandumun gerçekleşmesinin Barzani yönetiminin geleceği başta olmak üzere bölgesel düzeyde önemli sonuçlara gebe olduğu çok açık. Barzani yönetimi üzerindeki etkisini 5 Kasım’da yapılması planlanan başkanlık seçimlerinde gözlemlemek mümkün olacak. Barzani –daha önce ifade ettiğinin aksine- seçimlere girer ve kazanırsa kendisine uygulanan yaptırımlar da sertleşecek ve çatışmalı bir döneme girilmiş olacak. İktidarı kaybetmesi durumunda ise yerine gelen iktidarın tavrı süreci belirleyen önemli bir adım olacak. Bütün bu tablo karşısında Türkiye’nin tutumu oldukça önemli. Türkiye’nin referandum karşısındaki tutumunu kısa vadeli maliyetler ve uzun vadeli jeopolitik riskler olmak üzere iki düzlemde değerlendirmek mümkün. Irak merkezi hükümetinin tutumu krizin giderek tırmanacağına işaret ediyor.  Bu senaryo Türkiye’nin yanı başında yıllarca sürecek yeni bir çatışma cephesi demek. Yüz binleri bulabilecek yeni mülteci dalgaları, PKK’nın bu krizi kullanarak Irak’ın kuzeyinde alan kontrolüne gitmesi ve Türkiye’deki saldırılarını artırması akla gelen önemli riskler. ABD’nin PKK ve YPG siyaseti göz önünde bulundurulduğunda böylesi bir krizde bu risklerin gerçekleşme ihtimali oldukça yüksek.

Jeopolitik düzeyde en önemli risk ise Türkiye’nin jeopolitik konumundan elde ettiği avantajları riske edecek olması. Güney sınırımızda bağımsız bir yapının ortaya çıkması başta ABD olmak üzere Almanya ve birçok Batılı aktörün Türkiye’yi “yedekleme” stratejisinin hayata geçmesi anlamına gelecektir. Bölgesel yönetimin erişmeye çalıştığı sınırlara bakıldığında Türkiye’nin Irak sınırını kapattığı görülmekte. Bu durum Türkiye’nin Arap coğrafyası ile arasında bir tampon bölge oluşması anlamına geliyor. Ayrıca bu bölgede oluşacak yapının İsrail ve ABD’ye olan bağımlılığı Türkiye’yi manipüle etme potansiyeli taşıyacaktır. Bunun yanında bölgede etnisite ve mezhep temelli devletçiklere sahip olma heveslerinin tırmanması artık kaçınılmaz. Kürt etnisitesi üzerine kurulmuş bağımsız bir yapı, bölgesel düzeyde benzer heves ve girişimleri tetikleyecektir. Bu da farklı kimlikler arasında yeni bir çatışma süreci anlamına gelecektir.

Bu aşamadan sonra esas belirleyici olan şey uluslararası güç dengeleridir. İran, Türkiye ve Irak hükümetinin kararlı bir işbirliği sergilemesi, ABD’nin Barzani’nin tutumunu zorlaştıracaktır. Özellikle BM’de veto yetkisine sahip Rusya’nın da Türkiye ve İran’ın yanında yer alması yeni bir ittifak alanı ortaya çıkaracaktır. Yine de Türkiye çeşitli risk alanlarını gözeterek hareket etmelidir. Özetlemeye çalıştığım riskler Türkiye’nin birçok senaryoya göre farklı düzeylerde hazırlık yapmasını gerektiriyor. MGK’da alınan kararlar ve meclisten alınan yetkiler hükümetin elini güçlendiren önemli kozlar. PKK’nın Irak’ın kuzeyinde etkinlik alanı kazanmış olması da bu bölgeyi Türkiye için meşru bir hedef haline getiriyor. Ancak bu krizin bütün maliyetini üstlenecek bir tutumdan uzak durulmalı ve somut, siyasal hedefleri belirlenmiş anlamlı stratejiler üretilmelidir.

[Star Açık Görüş, 1 Ekim 2017]

Etiketler: